Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Hind Rajab'ın sesini duymak
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        “Hind Rajab’ın Sesi” (The Voice of Hind Rajab), yılın en anlamlı ve önemli filmlerinden biri…

        Tunuslu sinemacı Kaouther Ben Hania’nın yazıp yönettiği film, 29 Ocak 2024 tarihinde Gazze’de yaşanan gerçek bir olayı anlatıyor. O gün, İsrail ordusunun saldırıları sürerken Kızılay gönüllüleri, Almanya’dan bir telefon alıyorlar. Arayan kişi 6 yaşındaki yeğeninin Gazze’de bir aracın içinde mahsur kaldığını söylüyor. Telefon hattındaki Ömer (Motaz Malhees), Almanya’daki amcasının sözünü ettiği yeğeniyle hemen iletişim kuruyor. Hattın ucunda Hind Rajab adında 6 yaşında bir kız çocuğunun sesini duyuyor ve kurtarma operasyonunu başlatmak için hemen harekete geçiyor.

        Kaouther Ben Hania, “dökü drama” diyebileceğimiz bir tarzda anlatıyor olup bitenleri. O gün yaşananlara sadık kalıyor ve gerçekçi şekilde Hind Rajab’a ulaşmak isteyen Kızılay çalışanlarının çabasına odaklanıyor sadece. Aralarında bazen tartışıyor ve anlaşmazlığa düşüyorlar. Zor anlar yaşıyor, yer yer çaresizlikten ne yapacaklarını bilemiyorlar. Tıpkı “Onların yerinde biz olsak ne yapardık?” diye düşünen seyirciler gibi… Bu arada film ilerledikçe, Kızılay gönüllülerinin orada tam olarak ne yapmaya çalıştığını adım adım keşfediyoruz. Onlar Hind Rajab’la iletişimde kalmak için çaba gösterirken bizim aklımızdan birçok duygu ve düşünce geçiyor.

        En ağır savaş koşullarında, değil üniformalı askerlerin en acımasız terör örgütlerinin dahi canını almak istemeyeceği 6 yaşındaki bir kız çocuğu Hind Rajab… Yapılması gereken hiç kuşkusuz çok basit. İsrail ordusuna ulaşmak ve kızın kurtulmasını sağlamak… Bunlar birkaç saniye içinde aklımızdan geçen ilk düşünceler. Ama film ilerledikçe 6 yaşındaki bir kızı kurtarmanın ne kadar zor hale getirilebileceğini görüyoruz.

        Kızılay’ın İsrail ordusuna ulaşması asla mümkün değil. O yüzden Kızılay, Kızılhaç’a ulaşmak zorunda. Peki, Kızılhaç ulaşabiliyor mu İsrail ordusuna? Hayır, onlar da ulaşamıyor. İsrail ordusu Gazze’de sivilleri öldürürken ulaşılmaz olmayı tercih ediyor çünkü… İsrail hükümetinin hazırladığı mevzuata göre Kızılay’ın Kızılhaç’a, Kızılhaç’ın da İsrail Savunma Bakanlığı’na ulaşması gerekiyor. Ama bu da hiç kolay değil. Çünkü Kızılhaç yetkilileri, telefonlara dahi çıkamayacak kadar yoğunlar. İşleri başından aşkın. Şansınız iyi giderse ve bir Kızılhaç yetkilisine ulaşırsanız, onların da Savunma Bakanlığı’yla hemen irtibat kurması imkânsız. Diyelim ki, tüm bunlar gerçekleşiyor. O zaman da Savunma Bakanlığı’nın İsrail ordusuna ulaşmasını beklemek zorundasınız.

        Yani, Filistinli 6 yaşındaki bir kız çocuğun hayatı söz konusu olduğunda İsrail devletinin iki birimi arasında iletişim kurulması saatler sürüyor nedense. Bir Batılı veya Hıristiyan olsa, 5 dakikada çözülecek iş, Savunma Bakanlığı ile İsrail ordusu arasında kilitlenip kalıyor. Kızılay’daki işi tüm bu iletişimi sağlamak olan Mahdi (Amer Hlehel), telefon başında yalvar yakar olduğu Kızılhaç yetkililerinden haber bekliyor.

        Merkezde çalışan Kızılay gönüllüleri, İsrail ordusunun 1945’ten 2024’e kadar Ortadoğu’da neler yaptığını çok iyi biliyorlar ama yine de 6 yaşındaki Hind Rajab’ın ölmesine izin vermeyeceklerinden eminler. Daha doğrusu, emin olmak istiyorlar. Yeter ki zamanında ulaşalım ona, diye düşünüyorlar. Sonuçta, her şey kayıt altında değil mi? Bir kere, Mahdi’nin Kızılhaç’a ulaşmasıyla olay resmileşiyor. Gazze’den gelen sayısız paylaşımın arasında dikkat çekme ihtimali zayıf olsa dahi ses kaydı sosyal medyaya konuyor.

        Hind Rajab modern dünyanın vicdanına emanet sonuçta. İsrail ordusunun dahi Hind Rajab’a göz göre göre kıyması mümkün değil, zulmün de bir sınırı var. Böyle düşünüyor Kızılay gönüllüleri. Yeryüzü’ndeki çoğu insan gibi…

        Durumun hassasiyetine göre hareket etmek isteyen Ömer, Hind Rajab’la iletişim kurduktan sonra merkezdeki diğer arkadaşlarını hemen olaydan haberdar ediyor. Rana (Saja Kilani) ve Nesrin’le (Clara Khoury) birlikte Hind Rajab’ın nasıl bir durum içinde olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Aracın içinde başka kimler var, onlar ne durumda, Hind Rajab nasıl bir ruh halinde, gibi soruların yanıtını bulmaya çalışıyorlar.

        Kısa sürede, kızın çok büyük bir travma yaşadığı ve aracın içinde çok feci ve korkunç bir durumda olduğu ortaya çıkıyor. Bırakın 6 yaşındaki çocuğu, bir yetişkinin bile kaldıramayacağı, ömrünün sonuna kadar travma olarak yaşayacağı bir durumda... O yüzden Hind Rajab, aracın içinde olanları ve yaşadıklarını ifade etmekte zorlanıyor. Olanları anlatamıyor, kendini ifade edemiyor. Her şeyi kayda alınmış gerçek sesinden dinliyoruz. Ancak çok dolaylı ve simgesel dil kullanarak öğrenebiliyorlar aracın içindeki durumu. “Gelin, beni buradan kurtarın” demekten başka bir şey gelmiyor elinden Hind Rajab’ın. Aracın çevresinde dolaşan ve sağa sola ateş eden tanklardan söz ediyor

        O an anlıyoruz ki, İsrail ordusu için Hind Rajab’ın hayatını kurtarmak birkaç dakikalık basit bir iş aslında. Tam da bu nedenle, tankların Hind Rajab’a çok yakın olduğunu anlayan Ömer, Savunma Bakanlığı’ndan birine ulaşıp “Lütfen, kızı kurtarın ve sonra da bunu propaganda çalışması olarak kullanın” diyor ama telefon hemen yüzüne kapanıyor. Çünkü Savunma Bakanlığı, Kızılay’la değil sadece Kızılhaç’la iletişim kuruyor. Mahdi de Ömer’i önceden uyarıyor zaten: “Bunlar hiçbir işe yaramaz, boşuna uğraşma” diyor. Çünkü İsrail ordusu Gazze’de sivilleri öldürürken insanlığa, merhamete ve vicdani çağrılara kapalı…

        Kurallara göre Savunma Bakanlığı’nın İsrail ordusunu araması, onların da Kızılay’ın ambulansı için “güvenli bir yol” belirlemesi gerekiyor. Bu güvenli yol belirlendikten sonra ambulans ordudan gelecek “yeşil ışığı” beklemek zorunda. Aksi halde, ambulanslar düşman aracı olarak kabul ediliyor.

        İsrail ordusunun, daha önce “yeşil ışık mevzuatına” uymadığı için 3-4 tane ambulansı, içindeki sivil sağlık görevlileriyle birlikte yok ettiğini ve her seferinde “Biz değil, siz sorumlusunuz” diyerek işin içinden çıktığını; hiçbir şekilde kendini savunma ihtiyacı dahi duymadığını öğreniyoruz. O yüzden Mahdi, Ömer’in tüm zorlamalarına karşılık hazırda bekleyen ambulansı harekete geçirmiyor. “Yeşil ışığın yanmasını” bekliyor. Film de bu bekleme sürecinde Ömer, Rana ve Nesrin’in Hind Rajab’la iletişim kurma çabalarına odaklanıyor.

        Filmin ortalarına doğru Mahdi, İsrail ordusunun en ileri teknolojiyle donatılmış teçhizatlarından ve Hind Rajab gibi hayatta kalanları tespit eden ısıya duyarlı kameralarından söz ettiğinde, o dakikaya kadar farkında olmadığımız bir şey, bir anda kafamızda netleşiyor: Bölgedeki İsrail ordusu için Hind Rajab’ın hayatta olduğunu fark etmek işten bile değil aslında. Peki, neden görmüyor, neden kurtarmıyorlar?

        29 Ocak 2024’te Gazze’de yaşananları bilmiyorsanız, zamanla yarışan ekibin, mutlu sona ulaşmasını ve savaşın tüm vahşetine rağmen Hind Rajab’ı kurtarması için dua ediyorsunuz. Olayın sonucunu bilenler içinse “Hind Rajab’ın Sesi”ni seyretmek zor bir deneyim aslında… İsrail ordusunun zulmünün sınır tanımazlığına bir kez daha tanık oluyor ve inanmakta güçlük çekiyorsunuz.

        Final, sadece acı verici değil. Tüm insanlık adına utanç verici bir durum… Bir terör eylemi değil bu… İşin içinde bir devlet ve onun üniformalı ordusu var.

        Peki, gerçekten nasıl olabiliyor böyle bir şey? İsrail ordusu tüm dünyanın gözleri önünde 6 yaşındaki bir kız çocuğunu ve ambulanstaki iki sivil sağlık görevlisini böylesine korkunç şekilde katletme cesaretini nereden alıyor? Dehşet verici asıl soru bu…

        Filmin geçtiği dönemde, Batı ve Kuzey’in zengin ve medeni ülkelerinde birçok insanın, İsrail hükümetinin eleştirilmesine tahammül dahi edemediğini, olup bitenler nedeniyle Filistinlileri değil, sadece İsrail halkını mağdur olarak gördüklerini belki hatırlarsınız.

        O zamanlar, ABD’ ve birçok Avrupa ülkesinde Filistin halkının yaşadıklarını protesto edenlerin propaganda yaptığı varsayılıyordu. Filistinlileri savunanlara Yahudi halkının yaşadığı soykırım hatırlatılıyor ve hatta daha ileri gidip “Bu halkı artık rahat bırakın” anlamına gelen şeyler söyleniyordu. Batı’nın kendisi için oluşturduğu böylesine konforlu bir politik iklimde İsrail ordusu Hind Rajab’ın sesini duymuyor, duymak istemiyordu.

        Çünkü İsrail hükümeti, Hıristiyan dünyasına “kendi mağduriyetini” tek gerçeklik olarak dayatıyor ve dünyanın Gazze’deki sivil kayıpları görmezden gelmesini sağlıyordu. Aynı konfor nedeniyle, verilen süre içinde bölgeyi terk etmeyen sivil bir aracı tank ateşiyle vurmakta sakınca görmüyor; aracın içinde mahsur kalan 6 yaşındaki kızı kurtarmak yerine onu kurtarmaya gelen ambulansa önce “yeşil ışık” yakıyor, gelmesini bekliyor ve tam Hind Rajab’a ulaştıkları anda hepsini birden bile isteye katlediyordu.

        “Yok canım olay öyle olmamıştır. Bir yanlışlık olmuştur” diyenler çıkar mı, bilmiyorum. Ama İsrail ordusunun, olayın ardından resmi bir açıklama yapmadığını, Hind Rajab’ın ölümü ve sağlık görevlilerinin öldürülmesi konusunda sessiz kaldığını; bu sessizliğin, uluslararası insan hakları örgütleri ve medya tarafından eleştirilmesini hiç umursamadığını atlamamak gerek. Belki de amaç, “verilen süre içinde bölgeyi terk etmeyen Filistinlilere karşı ne kadar acımasız olabileceklerini göstermekti”.

        “Hind Rajab’ın Sesi”nin finalini seyretmek zor bir deneyim. Ama lütfen gidin, seyredin ve 21. Yüzyıl’da nasıl bir dünyada yaşadığınızı görün. “İsrail hükümeti, Hind Rajab’ın Kızılay’daki ses kayıtlarından, olayın sosyal medyada duyulmasından bile hiç çekinmedi, bir filmden niye korksun? Bir film neyi değiştirebilir ki?” diyebilirsiniz. Ama zalimlerin topu tüfeği varsa, mazlumların da sineması var ve bu film, ne kadar çok seyredilirse, İsrail ordusunun öldürdüğü 6 yaşındaki Hind Rajab’ın sesi o kadar çok duyulacak.

        Ve dünyanın Hind Rajab’ın sesini duymaya çok ihtiyacı var.

        “Derisini Satan Adam” (Ar-rajul alladi ba'a zahrahu - 2020) ve “Dört Kızkardeş” (Les filles d’Olfa – 2023) gibi filmleriyle tanıdığımız Kaouther Ben Hania, slogan atmıyor, politik analizler yapmıyor, karakterlerine iddialı laflar ettirmiyor, duygu sömürüsüne girmiyor, büyük sinemasal anlar için çaba göstermiyor. Politik ve ajitatif olmak yerine, yorumsuz bir hikâye anlatıcısı olmayı tercih ediyor. O yüzden sağlam bir sineması var.

        “Hind Rajab’ın Sesi”nin geçtiğimiz eylül ayında Venedik Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü dahil aldığı tüm ödüller, Altın Küre’de yabancı film kategorisinde aday olması ve Oscar’da uluslararası kategoride Tunus adına ilk 15 film arasına girmesinin nedeni de sinema estetiği anlamında başarılı bir iş olması... Temennim, “Senden Geriye Kalan”la birlikte ilk 5 aday arasında yer alması... Filmin kalabalık uluslararası yapımcı kadrosu arasında Brad Pitt, Joaquin Phoenix, Rooney Mara gibi yıldız oyuncuların; Alfonso Cuaron, Jonathan Glazer gibi yönetmenlerin olması önem taşıyor.

        Umarım, Batı dünyası, Filistin’de olup bitenlere karşı daha duyarlı olur. Oradaki her çocuğun ölümünde, dünyanın geri kalanında yaşayan insanların da payı olduğunu anlar.

        8/10