Berlinale bunalımı: Gazze kıyımı bitmeden Almanya'da sanat icra edilmesin
Almanya yeniden kanıtladı, İsrail-Filistin politikasıyla kültür ve sanat faaliyetlerini bir arada yürütemiyor. Berlinale ödül gecesinde, film yapanlardan jüri üyelerine sanat tayfasının sarf ettiği üç kelime yüzünden ülke siyaseti üç gündür bunalımda. Apartheid, soykırım ve ateşkes: Sadece üç kelime ama yükü çok ağır. İsrail’in Gazze kıyımına sınırsız desteğin dayanılmaz ağırlığından kurtuluş için Almanya’ya görünen tek çözüm yolu, ikinci bir emre kadar bütün sanatsal faaliyetleri durdurmak. O emrin de İsrail’den gelmesi gerekiyor. Biden haftaya pazartesi geçici ateşkes umudu olduğunu söyledi ama şimdilik ateş sürüyor.
Berlinale’nin iddiası, sınırsız fikir özgürlüğünün bulunduğu bir iklim yaratmak; ancak devletin izin verdiği sınırlar içinde! Organizasyon, Kültür Bakanlığı ile Berlin eyalet yönetimi ve Berlin Senatosu’nun sorumluluğu altında. Bu bakımdan ödül gecesinde art arda patlayan İsrail eleştirileri, soldan sağa siyasetin her kesiminde çarpan etkisi yapıyor.
İlk atışlar Amerikalı yapımcı Ben Russell’dan geliyor; Guillaume Cailleau ile birlikte Fransa’daki radikal sol gruplar üzerine çektiği “Direct Action” belgeseli Karşılaşmalar dalında en iyi film ödülünü alınca Russell sahneye Filistin sembolü kefiyeyle çıkıyor (altta) ve İsrail’in Filistin’e Apartheid uyguladığını söylüyor. Sahneden inerken belli belirsiz “Gazze’de soykırımı” telaffuz ettiğini duyanlar da var. Medyadaki “kefiye” vurgularının alt metninde belirgin bir antipati seziliyor.
Senegal asıllı Fransız yönetmen Mati Diop, “Dahomey” belgeseliyle en iyi film dalında Altın Ayı ödülünü kazanıyor ve konuşmasını “Filistin’in yanındayım” sözleriyle bitiriyor. Belgesel, Afrika’daki Dahomey Krallığı’ndan kaçırılan hırsız malı tarihi eserlerin bugünkü Benin’e iade edilmesini anlatıyor. Protestolu geceye en sert tepkiyi veren gazetelerden Die Welt belli ki hemen kadını araştırmaya koyulmuş; “Mati Diop çektiği filmde, Kazıklı Voyvoda ayarında korku salan bir köle tüccarının propagandasını yapıyor” diye yazıyor. Bahsedilen despot, Dahomey Kralı Ghezo.
Mati Diop (üstte) filminin bugün İsrail’in Gazze saldırıları nedeniyle tartışma konusu olan kolonyalizme gönderme içermesi de ayrıca eleştiri konusu oldu.
Sonra jüri üyesi üç kadının giysilerine iliştirdiği “ceasefire now” notuyla ateşkes çağrısı fazlasıyla irite ediyor. İlk çıkış filmlerine ödül veren jüriden Katrin Pors, Andrea Picard ve Eliza Hittman ki - kendisi Yahudi ve Gazze’de haksız bir savaşın sürdüğünü söyledi – kırmızı halıda bu halde boy gösterince bir ihanetle suçlanmadıkları kaldı medyada.
Yine Jüri üyesi, İsviçreli filmci Verena Paravel, “ceasefire now” yazılı kumaş parçasını sırtına iliştirdiği için “Bildirisini Berlinale Sarayı’na gizlice sızdırma niyetiyle mi böyle çarpık bir yol seçti” gibi tuhaf, saçma sapan yorumlara yol açıyor – yine medyada.
İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi dahil öteden beri uyguladığı Apartheid su götürmez, Gazze’de 30 bin insanın katledilmesi ve topraklardan sürgün niyeti sebebiyle soykırımı tarih elbet yargılayacak, ateşkes ise aklı başında her insanın dillendirmesi gereken bir talep. Aklı başında! Akıl tutulması varsa, ateşkes istemek direkt antisemitizm, İsrail düşmanlığı. Uluslararası Berlin Film Festivali sonrası kopan antisemitizm kıyameti bana göre çıkmaz sokak bunalımı, Alman siyaseti ve medyasına göre ise Filistin’e destek verilmesi suretiyle İsrail’e cephe almak büyük bir antisemitizm skandalı…
Sanatçıların tamamı, film festivalini antisemitik nefret diline alet etmekle suçlanıyor. Yahudi düşmanlığıyla suçlayanların sığındığı tek dayanak noktası, açıklamaların tek taraflı olması. Hamas’ın 7 Ekim günü masum bin 200 kişiyi katledip 130 kişiyi rehin almasına hiç değilmemesi. Gerçi festival direktörü Mariette Rissenbeek her iki tarafta çekilen acıları dile getirdi, ancak yeterli bulunmadı. Başbakan Olaf Scholz’un sözcüsü de tek taraflı alınan pozisyonlara sessiz kalınmaması gerektiğini belirtti.
YUVAL İLE BASEL’İN APARTHEID HİKAYESİ
Dört kişilik İsrail-Filistin aktivist kolektifinden Yuval Abraham ve Basel Adra’nın Berlinale’de belgesel ödülünü alan yapımı “No Other Land” aslında o gece yapılan konuşmaların ardındaki hakikati anlatıyor: Batı Şeria’daki 12 köyü kapsayan Masafer Yatta’da yerinden yurdundan sürülen Filistinlilerin hikayesi. “Gazze’de binlerce insan katledilirken bu ödüle sevinemiyorum” diyor ve Almanya’nın İsrail’e silah satışını durdurması çağrısında bulunuyor Adra. İsrailli ortağı Yuval Abraham ise Apartheid’ın yakıcı gerçekliğini vurguluyor: İsrail vatandaşı olarak Filistinli Adra’dan çok farklı haklara sahip olduğunu söylüyor.
Berlinale töreni öncesi Der Spiegel’de Abraham ile Adra söyleşisini okumuştum. No Other Land, farklı şartlarda yaşayan bir Filistinli ile İsraillinin dostluğunu anlatıyordu. Yuval Abraham’ın sözleriyle: “Hem de çok farklı şartlarda. Ben Kudüs’te sivil yönetim altında, Basel Batı Şeria’da askeri yönetim altında. Ben istediğim zaman Basel’in köyüne gidebiliyorum, o bana asla gelemiyor. Ama ikimizin de hayatı İsrail devletinin kontrolü altında, sapına kadar ayrımcı bir Apartheid sistemi. Bu eşitsizlik bana acı veriyor. İkimiz de film yapıyoruz ve aynı yaştayız. Benim sahip olduğum imtiyaz ve haklara neden Basel de sahip değil?”
Fakat “No Other Land” gerçekliğine kulaklar sağır. “Antisemitizm skandalı”na tepki yağdıran partilerden gelen açıklamalar da tek taraflı. SPD’nin sözcüsü, “İnsanlar benim ülkemde İsrail’i soykırımla suçlayabildiği için utanç duyuyorum” diyor. Hele Yeşiller’in kültür sözcüsü, Filistinli Basel Adra’nın sözlerini tek taraflı bulmuş; dayanılır gibi değilmiş, Hamas’ın terör saldırısından tek söz etmemiş. Kimin ne söyleyeceğine onlar karar veriyor.
FİLM FESTİVALİNE SORUŞTURMA AÇMAK
Sanatın özgür ruhunu dinamitleyen önceki vakalar nedeniyle Almanya’ya sanat boykotu uygulanması için başlatılan “Strike Germany” inisiyatifine binlerce imza verildi. Filistin’le dayanışma açıklamalarına karşı McCarthy tarzı baskıcı bir sindirme politikası uygulayan Almanya’daki kültür kurumlarını boykot etmeleri isteniyordu uluslararası sanatçılardan.
Çünkü Filistin’e destek anlamına gelebilecek her türlü kültür eylemini ekarte etmişlerdi. Frankfurt kitap fuarında Filistinli yazar Adania Şibli’nin ödülünü iptalden başlayıp, Amerikalı-Rus gazeteci Masha Gessen'e Gazze desteğinden ötürü uygulanan muameleyle devam ederek ve sonunda Berlinale gecesine soruşturma gibi bir garabete sürüklendiler.
Haksız bir savaşta barış tarafgirliğiyle ateşkes istemek herhalde hiç bu kadar affedilmez bir cürüme dönüşmemişti. Ve muhtemelen modern tarihte ilk kez demokratik bir devletin sınırları içinde, hem de uluslararası çapta bir film festivali için soruşturma açıldı; adli değil ama işin aslı soruşturma! İsrail eleştirilerine gelen tepkiler ve istifa çağrıları üzerine Kültür Bakanı Claudia Roth açıkladı; “Ödül törenindeki konuşmalar tek taraflı ve derin bir İsrail nefreti yüklüydü. Bu kabul edilemez. Berlin Belediye Başkanı Kai Wegner ve Berlin Senatosu ile birlikte Berlinale’de yaşanan olayları araştırıyoruz. Berlinale farklı perspektiflerle diyalog ve çeşitliliğin hakim olduğu bir platforma dönüşebildi mi, buna bakıyoruz. Ve gelecekte nefret, ajitasyon, antisemitizm, ırkçılık, İslam karşıtlığı ve insan düşmanlığından arınmış bir ortamı güvence altına almaya çalışıyoruz.”
ALKIŞLARDAN ÜRKMEK
Aslında gerginlik yaratan mesele ödül alanların İsrail’i kınaması ve Filistinlinin yaşam hakkını savunmasından çok salonda kopan alkışlardı – itirazsız destek alkışları. Meydanlara taşan Filistin desteğinin yüksek profilli seçkin ortamda firesiz yankılanması kızdırmıştı. Yahudi Merkez Konseyi’nin X’teki paylaşımından bu anlaşılıyordu: “İsrail’e karşı nefret tiradlarına alkış, antisemitik paylaşımlar ve antisiyonist yıkıcı eylemler…”
İsrail’in Berlin Büyükelçisi Ron Prosor daha da ileri giderek Alman kültür çevrelerini İsrail karşıtı açıklamalara alkış tutmakla suçladı: “Sanatsal özgürlük kisvesi altında antisemitik ve İsrail düşmanı retoriği kutladılar. İsrail’i gayrı meşru göstermeye çalışan sanatçıların ayaklarına kırmızı halı serdiler. Kültür eliti, grotesk maskaralığa karşı ses yükseltmelidir, aksi takdirde bu utanç verici mirasın parçası olurlar.”
Alman medyasının büyükelçiye küçük bir itirazı vardı; salonda bulunanlar sadece yerli seçkinler değil, kalabalık bir uluslararası topluluktu. Bazı yayın organları “Politik mesajların tek taraflı olmaması için önceden ayarlama yapılabilirdi” diye yazdı.
Ama sanatın politik akışını kontrol altına almak pek mümkün değil. Oscar törenlerinde Marlon Brando’nun yerli hakları adına ödülü reddetmesinden, Michael Moore’un Irak işgali nedeniyle “Shame on you Mr. Bush” çıkışına kadar yığınla vakaya tanık olundu; sıkıntılı seslerle tepkiler de oldu. Hatta yuhalamalar…
New York Times’ın “Akademi tarihindeki en politik tören” diye nitelediği 1978’deki Oscar töreninde “Julia”daki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alan Vanessa Redgrave, aşırı sağcı Yahudi örgütü JDL’yi (Jewish Defence League) hedef alarak “Siyonist serseriler” içerikli bir konuşma yapmış ve salondan yuh sesleri yükselmişti.
Redgrave o törenden bir yıl önce iki ev satarak Filistin mücadelesini kendi seslendirmesiyle anlattığı “The Palestinian” belgeselini çekmiş, “Julia” ile Oscar’a aday gösterilince JDL’nin tehditlerine maruz kalmıştı. Ortodoks haham Meir Kahane’nin kurduğu örgüt ayrıca Redgrave’e ödül verilmesi halinde Akademi’yi de hedef alacağı tehditleri savurmuş, oyuncunun başına ödül koyup “Arafat’ın o…..su” hakaretiyle kuklasını yakmışlardı. Neticede Redgrave, “siyonist serserilerin tehditlerine boyun eğmediği için” Akademi’ye teşekkür ediyordu. Yuh seslerinden sonra kurduğu cümle şöyleydi: “… Onların davranışı, faşizm ve baskılara karşı kahramanca direnen dünyanın dört bir yanındaki Yahudilerin itibarına hakarettir.” Kendisinin de faşizm ve antisemitizmle mücadelenin parçası olduğunu söylemesine rağmen akıllarda kalan “siyonist serseriler” oldu.
Tarih, Redgrave’e yuh seslerini haksız çıkaracak şekilde aktı. Saldırı eylemleri nedeniyle Jewish Defence League 2001 yılında FBI tarafından aşırı sağcı terörist örgütler listesine alındı.
- İyi haber: Avrupa'da aşırı sağ yükseliyor ama aralarında geçimsizlik var3 gün önce
- Olimpiyat sıcağında vantilatör endeksi4 gün önce
- Traktör paradoksu1 hafta önce
- Yapay zekayla Refah resmi, ölen gazetecilerin anısına hakaret1 hafta önce
- Avrupa seçimlerinde rot-balans sağa çekiyor2 hafta önce
- Cate Blanchett orta sınıfsa biz neyiz2 hafta önce
- Taziyenin haddi3 hafta önce
- İstikamet Ruanda, saatler Paris-Londra3 hafta önce
- Filistin ve iklim davaları nasıl birleşti4 hafta önce
- Tasarruf testeresi ve gnocchi memurları...1 ay önce