Netanyahu hükümeti Gazze kıyımını nereye kadar götürecek, hangi noktada Hamas karşısında gafil avlanmışlığın öcünü almış sayarak insanlık suçuyla kazanılmış zaferini ilan edecek, orası belirsiz. Ancak Bibi içerideki ilk muharebesini çoktan kaybetti. Netanyahu’nun aşırı sağcı ve milliyetçi ortodoks kaolisyon hükümetine öfke büyük, sadece sol liberaller değil sağ kesimden de istifa isteyen geniş bir koro var. Kuvvetler ayrılığını sona erdirecek yargı reformuyla ülkeyi nasıl böldüğü zaten görülmüştü, geçtiğimiz haftalarda protestolar sürerken askerler ve istihbarat, yargı reformunun İsrail’i zayıflattığı, düşmanların bu zafiyetten yararlanıp saldırıda bulunacağı yolunda defalarca uyarıda bulunmuştu. Ancak Netanyahu hiçbirini dinlemedi, hapis yolu bile görünen yolsuzluk dosyalarından paçayı sıyırmak için bildiğini okudu.
Ve neticede Hamas’ın saldırısı geldi, her bir vatandaşın güvenliği esasına dayanan İsrail devletinin taahhüdü yerle bir oldu; 1945’ten bu yana aynı gün içinde hiç bu kadar çok Yahudi ölmemişti. Kendine “Mr. Security” lakabını yakıştıran Netanyahu şimdi şahsi bekası uğruna ülke güvenliğini feda etmekle suçlanıyor.
Muhalefeti yanına alarak ulusal birlik hükümeti açılımının da etkisiyle Netanyahu’nun bu savaşı avantaja çevireceği yorumları pek de gerçeği yansıtmıyor. Her cenahtan “Bibi gitsin” sesleri geliyor, “Crime Minister” pankartları açılıyor. Kayıpların cenaze törenlerinde topyekün hükümete yönelik “Siz İsrail’e ihanet ettiniz” çığlıkları yükseliyor. Jerusalem Post’un anketine göre halkın yüzde 80’i Hamas saldırısından hükümeti sorumlu tutuyor. Savunma Bakanı Yoav Gallant, başbakandan sonra kabinenin en hedefteki adamı.
İç istihbarat servisi Şin Bet’in Başkanı Ronen Bar dün, sürpriz saldırı için yeterli uyarıyı yapamadıklarını söyleyerek sorumluluk üstlenmeye çalıştı, “Savaş sonrası soruşturmaya hazırım” mesajı da verdi ama hükümete yönelik öfkeyi ne kadar dindirir, çünkü Bibi’nin başka kusurları da var.
Çok fazla ortalıkta görünmeyen Netanyahu ara sıra kameralar önünde Hamas’ı bitirme tiradları atmakla yetiniyor, ağzından tek bir sıcak söz çıkmıyor, ölenler ve rehineler için duygudaşlık göstermiyor. Oysa ABD Başkanı Biden, Gazze’de rehin tutulanların aileleriyle iki saat geçiriyor. İsrail’in başbakanı ise ne ölenlerin ne de kaçırılan vatandaşların aileleriyle görüşüyor. Bakanların kayıp yakınlarını ve hastanelerdeki yaralı ziyaretlerini gösteren videolar dolaşıyor sosyal medyada, hepsinde reaksiyon hakim. Ekonomi Bakanı Nir Barkat, Tel Aviv’deki bir hastanede; ailesinden üç kişi ölü ya da kayıp olan adam “Siz bu ülkeyi batırdınız, kurumlarını yok ettiniz” diye bağırıyor. Ortodoks kanattan Çevre Bakanı İdit Silman da yine bir hastane önünden “defol” sözleriyle kovuluyor. Rehinelerden çifte vatandaş olanların aileleri Macron veya Biden’dan yardım istiyor. Netanyahu hükümetinden kimsenin bir şey beklediği yok.
Hükümet, silah altına çağırdığı ihtiyat askerlerini üslere ulaştırmaktan bize aciz. Çünkü Ulaştırma Bakanı Miri Regev Fas’ta tatildeyken patlıyor savaş ve makamına yeterince hakim olamadığı için toplu sevk aracı yok, askerlerin çoğu kendi özel araçlarıyla üslere intikal ediyor. Bakan Regev tatil dönüşü hastane ziyaretine yelteniyor ama aracına kahve fincanı fırlatılıyor, “O….” diye sövüyorlar Miri Regev'e (altta).
Önce güvenlik açığı, ardından bu beceriksizlikler silsilesi nedeniyle en yandaş medya bile Netanyahu’yu eleştiriyor, savaş sonrası gidici gözüyle bakıyor. Çünkü aldığı kararlar halktan ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Mesela her asker cenazesine bakan göndermeme kararı; çünkü sayıları çok fazla.
HARİCİYENİN KİMLİK BUNALIMI
Savaşı bitirmek için yürüyen diplomasi trafiğinde de tarafgirliğin ağır bastığı şuurdan yoksun bir beceriksizlik hakim.
Biz dış haberciler, evvel eskiden beri dışişleri bakanlarını ülkelerin baş diplomatları, siyaset üstü müzakere ustaları olarak biliriz. Ancak şu anda Filistin-İsrail sorununda başkentler arası mekik dokuyan bakanlar değil baş, son diplomat olabilecek kalibre bile gösteremiyor.
Mesela Antony Blinken; Tel Aviv’de “Ben buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı değil, aynı zamanda bir Yahudi olarak geldim” sözü yüzünden çok tepki çekti. Gazze’de canlar giderken, Rus kıyımından kaçan ve toplama kamplarından kurtulan atalarını anlatması abesle iştigaldi. Krizi yatıştıracak bir baş diplomat performansı değildi. Nitekim Mısır’da Sisi’yi ziyaretinde “Buraya insan olarak geldim” diyerek hatasını düzeltmeye çalıştı, ancak yine öldüren taraf olarak sadece Hamas’ın adını andı. İnsaniyet tabii ki olacak, esas mesele taraflardan sadee birini katliamla suçlamadan baş diplomat olabilmekte.
İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverly, Gazze’deki rehineler arasında on İngiliz vatandaşının bulunduğunu söylerken “Hamas, Müslüman dünya ile dünyanın diğer yarısı arasında savaş çıkarmak istiyor” diyerek soyadıyla müsemma “akıllıca” bir açıklama yapmamış oldu.
Diyelim ki, Blinken’in kimlik vurgusu Yahudi olması bakımından mazur görülebilir. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un İsrail’e dayanışma ziyaretinde söyledikleri daha şaşırtıcıydı. Mevkidaşı Eli Cohen ile Gazze sınırı yakınındaki buluşmasında (üstte), “Bu korkunç günlerde sizden tarafız. Bugün hepimiz İsrailliyiz… İsrail’i ihtiyacı olan herşeyle destekleyeceğiz” dedi Baerbock. Üstelik de feminist dış politikaya geçiş kararı almış koalisyonun Yeşiller kanadından bir kadın bakan olarak çıktı bu sözler ağzından. Peki Gazze’de kadınlar ve çocuklar ölürken o dış politika feminizme ayarlı kalabilecek mi?
Ursula von der Leyen de uluslararası hukuk ve insan hakları vurgusu yapmadan kayıtsız şartsız İsrail desteğiyle tepki çekti. Gerçi AB’nin dış politika temsilcisi değil, kendisi komisyon başkanı ama uluslararası sahadaki her sözüyle AB üyesi 27 ülkeyi temsil ediyor. 7 Ekim’deki ilk sosyal medya mesajından, Tel Aviv ziyaretine kadar sürekli “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır… Avrupa İsrail’in yanındadır… Kendi insanlarını savunmak İsrail’in görevidir” fikrini işledi ve bu tavrıyla AB başkentlerini, özellikle de ezeli düşmanı AB Konsey Başkanı Charles Michel’i sinirlendirdiği söyleniyor. (İkisi arasında Ankara’da yaşanan ‘Sofagate’ krizini hatırlarsınız. Michel, Beştepe’de kanepeye oturtulmuş, Von der Leyen ayakta kalmıştı).
İsrail, Gazze’nin elektriğini, suyunu, gıdasını ve yakıtını keserken insan haklarından söz edilmemesi dayanılır gibi değildi. Eleştirilere göre Von der Leyen, krizi kendi gövde gösterisi için kullanıyor, üye ülkelerin görüşleriyle katiyen ilgilenmiyor ve İsrail adına tek taraflı tutumuyla AB’nin dış politikadaki çıkarlarına zarar veriyordu. Sonunda Von der Leyen çark etti, Filistinlilere insani yardımı üç kat artırıp 75 milyon Euro’ya çıkardı ve mesajını ekledi; “İsrail’in uluslararası hukuk ve insan haklarına tam riayet ederek kendini savunma hakkı vardır.”
İŞTE O GUERNICA OLUYOR…
Ursula von der Leyen’in de Alman olması bakımından, aslında dert başka diyebiliriz. Almanya’da aşırı sağ eksenden yükselen antisemitizm dalgası esas dert. Bu nedenle düğmeye basılmış gibi otomatik reaksiyonlar gösteriliyor. Asıl problem, İslamofobinin yanı sıra Yahudi düşmanlığı da güden radikal sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin eyalet seçimlerinde giderek yükselişi olduğu halde, şimdi İsrail’e gösterilen tepkiler nedeniyle sanki Müslüman toplumunda sistemli bir antisemitik hareket varmış gibi bir hava yaratılıyor.
Bu bağlamda Baerbock’a “Hepimiz İsrailliyiz” demek serbest, Almanya’da “Hepimiz Filistinliyiz” diyenler arızalı! Berlin’de Türklerin de yoğun olduğu Neukölln semtinde Hamas’ın insanları öldürüp kaçırmasını kutlayanlar elbette arızalı. Alman kamuoyunun bu kutlamalar nedeniyle irite olması da anlaşılabilir.
Koalisyonun yine Yeşiller kanadından Tarım Bakanı Cem Özdemir de “Hamas’ın saldırısına neden sadece Yahudi toplumu tepki gösteriyor” diyerek Almanya’nın her kesimini kapsayan bir protesto hareketi olmamasını sorguluyor.
Almanya’da Yahudi düşmanlığının yükseldiği bir gerçek. Geçen yıl 1500 antiemitik suç vakası kayıtlara geçti. Yahudi Merkez Konseyi’ne göre tehlike istatistiklerin gösterdiğinden daha büyük, antisemitizm bilim ve sanata da bulaşmış durumda. Bu yüzden geçen yıl patlayan “Documenta Skandalı” ülkeyi derinden sarstı, tartışması aylarca sürdü.
Skandal etkisi yapan olay, Kassel kentinde beş yılda bir düzenlenen çağdaş sanat sergisi Documenta’da yer alan bir eserin antisemitik motifler taşımasıydı. Endonezyalı sanat kolektifi Taring Padi’nin çalışması, Nazi yayınlarında da görülen büyük burunlu Yahudi karikatürleri içeriyordu. Berlin’deki İsrail büyükelçiliği “Sergide Alman tarihinin en karanlık dönemini yansıtan Goebbels propagandası yapılıyor. Kırmızı çizgiler aşılmakla kalmadı yerle bir edildi” diye çıkıştı. Organizatörler Endonezya’daki yolsuzluklara eleştiri niteliğinde olduğunu söylese de tepkilerin büyümesi üzerine eser sergiden kaldırıldı.
Aradan bir yıl geçti, bugün hala antisemitizm tehlikesi tartışılırken Documenta atıfı yapılıyor.
Documenta’da bir başka eser daha tartışmalara neden oldu: Picasso’nun Guernica’sına göndermeyle “Guernica Gaza” başlıklı resimler serisi arasından bir eser. “The Question of Funding” adlı Filistinli sanatçı grubuna ait çalışmada, Filistinli köylüler ve onlara saldırmaya hazırlanan duvar ardına gizlenmiş ağır silahlı İsrail askerleri görülüyordu. Jean-François Millet’nin Tevrat’taki “Rut ile Boaz”ın hikayesinden esinlenerek yaptığı tablodaki iki figür çıkarılmış, yerini İsrail askerleri almıştı. Arka plandaki tank, ölümün pusuda olduğunu gösteriyordu.
Kompozisyona tepki büyüktü, çünkü “Guernica göndermesi, Gazze’ye askeri operasyon düzenleyen İsrail ordusunu Bask ülkesini bombalayan Wehrmacht yerine koymak, İsrail devletini de Hitler rejimiyle bir tutmak anlamına geliyordu. Guernica böyle bir sapkınlığa alet edildiği için Picasso mezarında ters dönebilirdi!”
Picasso, gelmiş geçmiş en güçlü savaş karşıtı eserlerden biri olarak tanımlanan Guernica’yı, kentin İspanya iç savaşı sırasında Nazi Almanyası’yla faşist İtalya tarafından bombalanmasından sonra yapmıştı. Şiddet ve acıyı yansıtan tablo Madrid’deki Kraliçe Sofia Müzesi’nde.
Ancak daha iyi bilinen versiyonu, Rockefeller ailesinden ödünç alınmış duvar halısı şeklinde, dünyada barış ve güvenliğin sağlanmasından sorumlu BM Güvenlik Konseyi’nin girişinde duruyor. İki yıl önce aileye iade edilmişti, ancak BM diplomatlarının tepkisi üzerine geçen yıl yeniden yerine asıldı.
BM Genel Sekreteri Guterres duvar halısını teslim alırken, “Guernica, barış ve güvenliğe duyulan acil ihtiyacı dünyaya anlatıyor. Bu ikonik eserin mesajı bize ilham verecektir” diye yazmıştı.
O ilham dünyaya bir türlü gelemedi, Guernica’daki şiddet, kaos ve acılar Gazze’de yaşandı, yaşanıyor.