Suudi Arabistan nereye gidiyor?
SUUDİ Arabistan Kralı Abdullah’ın ölüm haberini alınca geçen sene çekilen skandal bir fotoğrafı hatırladım. Fotoğrafta kral burnunda solunum cihazı takılı haldeyken ABD Başkanı Obama’yla görüşüyordu.
Kulaktan kulağa dolaşan bir hastalık dedikodusu ilk kez bu fotoğrafla doğrulanmıştı. Kral gerçekten de ölüm döşeğindeydi. Ancak fotoğrafı skandala çeviren şey, hastalık değildi. Skandalın asıl nedeni yönetimde zafiyet havası veren fotoğrafın Suud yönetiminden habersiz şekilde basına servis edilmiş olmasıydı. Fotoğrafın sızdırılması talimatını veren ise ABD yönetimiydi.
Bu fotoğraf, Amerikan ve Suud yönetimleri arasındaki bir krizin son göstergesi olarak geçti kayıtlara.
Obama, Suud yönetiminin dayatmalarından rahatsızdı. Suud yönetimi ise Obama’nın Ortadoğu politikasına muhalefet ediyordu.
Bir fotoğrafla su yüzüne çıkan kriz aşıldı mı bilinmez. Bugün asıl merak edilen şey Arap dünyasının en zengin ülkesinin yeni kralı Selman’ın idaresinde yoluna nasıl devam edeceği.
Hayati meseleler yeni kralı bekliyor.
Son iki yıldaki çizgisine bakıldığında; Suudi Arabistan’ın meseleleri sessiz sedasız halletmeye odaklı geleneksel dış politikasından vazgeçtiği anlaşılıyor.
Suud yönetimi, geçtiğimiz yıl BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği’ni elde ettiği bir hak olmasına rağmen geri çevirmişti. Bu agresif tavır Riyad’ın artık aktif bir dış politika izlemeye başladığının cümle âleme ilanıydı.
İzlenen agresif dış politikanın yansımaları Suriye’de ve Mısır’da rahatlıkla gözlemleniyor.
Riyad yönetimi, iki kırmızı çizgiyi hararetle savunduğu bir kavganın içine girmiş bulunuyor.
Birinci kırmızı çizgi monarşi karşıtı hareket ve ideolojileri kapsıyor... El Kaide ve IŞİD gibi radikal örgütler, Arap Baharı, Müslüman Kardeşler bu kırmızı çizgi ekseninde ele alınıyor. İslam dünyasında sandığı önemseyen demokratik hareketlere de yine bu kırmızı çizgi nedeniyle kem gözle bakılıyor. Suud yönetimi, bu “tehlikeleri” hangi İslam ülkesinde ortaya çıkarlarsa çıksınlar bertaraf etmeye odaklanıyor. Bunun için her türlü uluslararası ittifaka adeta balıklama atlıyor.
Suud yönetiminin ikinci kırmızı çizgisi ise İran... Ölen Kral 2005 yılında İran’ı “Suudi Arabistan’ın en büyük düşmanı” ve “başı ezilmesi gereken bir yılan” olarak tanımlamıştı. İran’ın düşman ilan edilmesinin sebepleri oldukça fazla. Ancak en önemlisi İran’ın Şiiliği kılıf olarak kullanan emperyal çizgisi. Riyad yönetimi, İran’ın ülkesindeki Şii halkı kendisine karşı isyana teşvik etmesinden çekiniyor. Bunun için de güçlü bir İran ihtimali, Suudi Arabistan için büyük felaket anlamına geliyor.
İran’ın uydusu olması nedeniyle Suriye’deki Esad rejimi de tehdit unsuru olarak görülüyor. Riyad’ın hayalinde; emirlik sisteminin kurulduğu veya Mısır’daki gibi diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir Suriye yatıyor.
Suud yönetiminin arzı yüksek tutarak petrol fiyatlarını düşürmeye yönelik stratejisi bu ikinci kırmızı çizgiden kaynaklanıyor.
Böylece bir taşla üç kuş birlikte vuruluyor:
Birincisi İran’ın petrol gelirlerinin azaltılarak ABD’yle yapılan nükleer görüşmelere taş konulması.
İkincisi Suriye’de Esad’a destek veren Rusya’nın yüksek petrol gelirinden mahrum bırakılarak cezalandırılması.
Üçüncü ise Rusya’ya vurulan darbeyle, ABD ve AB’nin ihya edilmesi.
Elbette meseleye bu minvalden bakınca Suud yönetiminin başarılı olduğu düşünülebilir.
Ancak Suudi Arabistan’ın yanı başındaki Yemen’de son bir haftada yaşananlar bu manzaranın aldatıcı olduğuna işaret ediyor. İran destekli Şii Hutiler, kralın öldüğü gün Yemen’de yönetime el koydular.
Bir tehlike de içeride büyüyor. Artan yolsuzluk ve bunaltan adaletsizlik gerçeği Suudi Arabistan’ın ufkunu karartıyor. Ufuktaki bu karanlığın daha ne kadar uzakta kalacağı ise bilinmiyor.