İran kararıyla yaklaşan fırtına
ABD başkentinde bir süredir yaşanan gelişmeler, yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi. Başkan Donald Trump son dönemde Beyaz Saray’da İran’la 2015’te yapılan anlaşma konusunda farklı düşünen ne kadar isim varsa bir bir yönetimden uzaklaştırmıştı. Bununla birlikte Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı ve CIA Başkanlığı’na getirilenlerin tamamı da İran’la yapılan nükleer anlaşmaya karşı çıkan isimlerdi.
Tüm bu gelişmeleri Trump’ın iç politikada aleyhine işleyen meseleler karşısında yaşadığı sıkışıklıktan ayrı okumak da mümkün değil. Trump’ı iç politikada yaşadığı sıkışıklıktan kurtaracak en önemli hamle, İsrail lobisini arkasına almak olabilirdi. Elbette ki bunu dış politikada mümkün kılacak en önemli adım da İsrail’in ezeli düşman olarak gördüğü İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çekilmekti.
Nitekim Trump da dün İran’la yapılan anlaşmadan çekilerek tam da kendisine dayatılan baskıyla uyumlu şekilde davrandı.
Dünkü son derece sert sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Amerikan yönetimi bundan sonra aldığı karar doğrultusunda İran’a yeniden sert yaptırımlar uygulama yoluna gidecek. Trump bu adımları atarken de İsrail ve bölgedeki ezeli İran düşmanı ülkeleri arkasına alacak. Ancak ekonomik yaptırımları uygularken ABD’nin 2015’e oranla çok daha yalnız kaldığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacak.
Zira Amerikan yönetimi bu anlaşmadan çekilerek sadece İran’ı karşısına almakla kalmıyor. Anlaşmanın tarafları olan İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin bu kararı alan Amerikan yönetimini yalnız bırakacaklarını halihazırda ilan etmiş durumdalar. Bu ülkelerin tavrı “duygusal” da üstelik. Pek çok Avrupa ülkesinin yanı sıra Rusya ve Çin de geçen 2 yıl içinde anlaşmanın etkisiyle gevşetilen yaptırımları fırsat bilerek İran’la çok sayıda ticari anlaşma yaptı. ABD imzalanan bu ticari anlaşmaları bir çırpıda yok ederken bu güçlü ülkelerin süreci öylece eli kolu bağlı şekilde izlemelerini beklemek naiflik olur.
Bu ülkelerin ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını ne kadar etkisiz hale getirebileceklerini de zaman gösterecek. ABD’nin alacağı yaptırım kararları özellikle Avrupa ülkelerini fiilen anlaşmaları uygulayamaz hale de getirebilir. Bunun çarpıcı bir örneği olarak Avrupa uçak şirketlerinin İran’la filoların yenilenmesi konusunda yaptıkları yaklaşık 38 milyar dolarlık anlaşmalar gösterilebilir. Avrupa ülkeleri anlaşmaya bağlı kalsalar bile bu anlaşmaların işlemesi teknik olarak imkânsız olabilir. Çünkü sipariş edilecek yolcu uçaklarının parçalarının minimum yüzde 10’u ABD’deki fabrikalarda üretiliyor. Haliyle Amerikan topraklarındaki şirketler de oradaki devletin alacağı yaptırım kararına uymak zorunda kalacaklar.
TÜRKİYE’NİN TAVRI
Vaziyet böyle olmakla birlikte 2015’te imzalanan nükleer anlaşmanın halen İran için bir diplomatik zafer olduğu öne sürülebilir. Zira Amerikan yönetimi başta onaylayıp sonra çekilme kararı aldığı bu anlaşmayla İran karşısındaki diplomatik gücünü büyük ölçüde kaybetti. Batı bloku iki yıl öncesi yapılan bu anlaşma sayesinde İran konusunda bugün çıkarlar ekseninde ABD’ye karşı cephe almış durumda. ABD bu şartlar altında BM Güvenlik Konseyi’nden İran’ı cezalandıracak bir yaptırım kararı alamaz. BMGK’sız alınacak yeni yaptırım kararları zaten yeterince kırılgan bir görünüm arz eden İran ekonomisine bazı ağır darbeler indirebilir elbette. Ancak bu da neticede içeride rejimin daha fazla güçlendiği bir durumun ortaya çıkmasına yol açabilir.
Bu şartlar altında ABD’nin İran karşısındaki stratejisinin ağırlıklı olarak bundan sonra rejimin bölgedeki gücünü kırmak üzerine şekilleneceği söylenebilir. İsrail ve Arap rejimlerinin ABD desteğiyle Suriye ve Lübnan’da İran’a yakın örgütleri hedef aldığı bir çatışmanın yakın olduğu söyleniyor. Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin böylesi bir strateji karşısında takınacakları tutum böyle bir durumda çok büyük önem taşıyacak. Kendisine yönelik bir tehdit olarak algılamazsa İran’ın Lübnan ve Suriye’deki gücünün kırılmasından Türkiye’nin rahatsız olmasını beklememek lazım. Ancak bu stratejinin kirli oyunlarla İran’da rejim değişikliği yönünde işlemesi halinde de Türkiye’nin bundan hoşnut olması beklenmemeli. Başından beri İran’la yaşanan nükleer sorunun diplomatik yoldan çözülmesinden yana olan Türkiye’nin, böylesi bir senaryonun kendisine çıkaracağı faturanın da bilincinde olarak yıkıcı her türlü senaryoya itiraz etmesi beklenir. Ankara’nın yaklaşan fırtınaya şimdiden hazırlık yapması gerekir.