Kudüs, neyin, kimin kurbanı?
ABD daha önce aldığı kararın gereğini yaptı ve İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdı. Daha önce söyledim, yine söyleyeyim: ABD’deki Donald Trump yönetiminin bu kararı almasındaki en büyük pay İsrail’in değil Müslüman devletlerindir.
Şayet bugün İslam dünyası, Sünnilik- Şiilik, Araplık-Farslık, Türklük-Araplık ve Kürtlük üzerinden siyasete lime lime edilmeseydi ne İsrail böyle bir şey talep edebilir ne de ABD böyle bir cürette bulunabilirdi. Çünkü Ortadoğu’daki toplumlar bu kimlikler üzerinden bölündükleri ya da bölünmeyi tercih ettikleri günden beri, Filistin’de ve daha nice mekânımızda kendi kimliklerini tek bir pota altında buluşturmayı başaran Batılı hegemonik güçlerin borusu ötüyor. Hem hukuki, hem siyasi hem de dini açıdan Filistin davasının kalbi olan Kudüs’e de ne yazık ki bugün bu tarihi hatanın bedelini ödemek kalıyor.
ABD’nin Filistin davasının ve uluslararası hukukun kalbine hançer saplama cüretinin temelinde, bu bölünmenin verdiği cesaret yatıyor. Dolayısıyla bu fitnede payı bulunan herkesin de gelinen noktadan sorumlu olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi, mümkünse utanması gerekiyor.
Filistin meselesi yıllarca Arap rejimleri tarafından birbirlerine karşı silah olarak kullanılmadı mı? Kullanıldı elbette. Filistin davası devletler arası meselelerde adeta bir siyasi sömürü malzemesine dönüştürüldü. Ortadoğu diktatörleri kendi halklarına yaptıkları aymazlıkları, zulümleri, Filistin davası üzerinden sergiledikleri riyakâr ve nafile duyarlılıklarla gizlediler.
İşte bu yüzden Filistin davası İsrail’in ve Batı’nın zulmünün olduğu kadar İslam dünyasındaki siyasi sahtekârlıkların da en eski tanığıdır diyorum. İsrail’i güya tanımayan, katıldıkları toplantılarda bir İsrailli görünce ortamı terk eden nice sözde Filistin dostu Müslüman lider, İsrail’le yıllar boyu gizli dostane ilişkiler geliştirdiler. İsrailliler ile görüşmeyi münafıklık zannedenlerin bu davranışları münafıklığın âlâsı değil miydi?
FIRTINANIN HABERCİSİ
Dolayısıyla bugün gelinen durumda da fazla şaşılacak bir şey yok aslında. 1.5 milyarlık İslam dünyasının omuzlaması gereken Kudüs davasının tüm ağırlığının bir avuç Filistinlinin sırtına yüklenmesi olsa olsa utanç verici bir realite olarak tanımlanabilir.
Bununla birlikte ABD’nin bu kararının hazin ama olumlu taraflarının olduğunu da söylemek zorundayım. Kudüs’ün en azından bugün için sadece Filistin’in ve Filistinlilerin davası olduğu hakikati netleşmiş oluyor. ABD de tarafsız arabuluculukla ilgili yalanını elçiliğini Kudüs’e taşıyarak nihayet tüketmiş bulunuyor. İsrail’in esasında ABD’nin başkenti olduğu, Washington’un da İsrail’in payitahtı olduğu gerçeği şimdi tüm dünya tarafından görülüyor. Müslümanlar da devletlerinin Filistin davasını sattıkları gerçeğini artık gayet iyi biliyor.
Buna rağmen İslam dünyasına hâkim olan derin sessizliği de er ya da geç patlayıp, yüz yıllık tarihi tersinden estirecek fırtınanın habercisi olarak okumak gerekiyor. Başkenti İsrail’i ileride kopacak bu fırtınadan korumak istiyorsa ABD de bu yükü daha fazla taşıyamaz. Ortadoğu’daki paraya ve makama tapan satılık dostları ona derlerse desinler, Müslümanların, tüm vicdan sahibi Yahudilerin ve Hıristiyanların Filistinliler’in, abluka altındaki Gazze’nin yanında olduğunu, dolayısıyla bu kirli oyunu ilanihaye sürdüremeyeceğini ABD de biliyor olmalı. Aynı şekilde avucuna alarak Kudüs’e ihanet ettirdiği sahtekâr rejimlerin halklarıyla aralarındaki köprülerin tümüyle çökmeye yakın olduğunu da CIA’dan gelen raporlardan biliyor olmalı ABD yönetimi.
ABD bu realiteleri görüp gereğini yapmazsa sırtındaki İsrail yükünü de daha fazla taşıyamaz. Hal böyle olduğu için de sınırları belli, başkenti Doğu Kudüs, hava-kara ve deniz kuvvetleri, kendi parlamentosu olan ve kendi parasını basabilen tam bağımsız Filistin devletini vakit kaybetmeden tanıması hem İsrail hem de kendisi için tek mantıklı yol gibi görünüyor.