Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Deniz Baykal kaset komplosu sonrası CHP genel başkanlığından istifa ettiğinde gözler o günlerde siyasette yıldızı parlayan Kemal Kılıçdaroğlu’na çevrilmişti. Açıkladığı birkaç dosyayla adını duyuran, televizyonlara davet edilen, İstanbul belediye seçimlerinde aday olan Kılıçdaroğlu medyanın ve partililerin gözünde Baykal’ın yerini alacak doğal adaydı. Özellikle de medyanın gözünde ama. “Leydi’nin topuk sesi”ne benzer “Gandhi’nin ayak sesleri” manşetleri atılıyordu. Ama bir tek o isteksiz görünüyordu.

        “Aday değilim,” dedi. O gün Kılıçdaroğlu’nu arayıp neden böyle dediğini sordum. “Bu cümlenin bir de devamı var,” diye açıkladı. Aslında tamamı “Bu aşamada hiç kimse ‘ben adayım’ diyemez, buna ancak partililer karar verir,” olan cümlesiyle açık kapı bırakıyordu; bana “O cümlenin bir de devamı var,” diyerek bunu kastetmişti. Kemal Kılıçdaroğlu ustaca aday olduğunu aday değilmiş gibi söylüyordu. Onu pek de hafife almamak gerektiğini daha o gün anladım. Kılıçdaroğlu siyaset oyununu sandığımızdan daha iyi biliyor. Koltuğu ve koltuğun getirdiği gücü de sandığımızdan daha çok seviyor. Bugün ülkenin geleceğine mal olabilecek bir seçimde adaylıkta ısrar etmesini de 2010’daki koltuk mücadelesi ışığında düşünmek gerek. Tek bir fark var: O zamanlar isteksizce istekliydi, şimdi fazlasıyla hevesli.

        REKLAM

        GÜÇ ÇEKİCİDİR

        Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kendi çıkarları için destekleyen partililer de var elbette: muhalefetle yetinmek, parti içindeki iktidarı sürdürmek, pastadan pay kapmak… Ama bir de samimiyetle onun kazanabileceğine, dahası hiçbir siyasi hırsı olmadan dönüşümü tamamlayıp bırakıp evine çekilecek tek lider olduğunu düşünenler var.

        Bugüne kadar evine çekildiğini ya da evine çekilme niyeti gösterdiğini görmedim. Genel başkan seçildiğinden beri evine çekilmesi için önünde birçok fırsat vardı halbuki. Siyasette buna seçim sınavı deniyor ve Kılıçdaroğlu hepsini kaybetti. Ama evine çekilmek yerine koltuğuna daha sıkı sıkıya sarıldı.

        Güç çekicidir, tatlı gelir ve yoldan çıkarır. CHP genel başkanlığı gibi sınırlı güce sahip bir koltuğu bile bırakmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun hiçbir demokratik rejimde eşi görülmemiş yetkilerle donatılmış Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamını hem de kendi rızasıyla bırakacağı ihtimali bana inandırıcı gelmiyor. Hepimiz insanız ve zaaflarımız var. Bin odalı Saray, tek bir liderin istediğini yapabilmesi kime çekici gelmez? Kılıçdaroğlu’nun da dünyanın en fedakar insanı olduğunu zannetmiyorum.

        CHP’de onun adaylığını destekleyenlerin temel tezi iki sene içinde eski rejime dönüleceği, hasarlı sistemin onarılacağı ve liderin de hiçbir şahsi siyasi hırsının kalmayışı. Ama ne CHP ne de Kılıçdaroğlu bu konuda kamuoyunu ikna edebildi. Pek çoğumuz Kemal Kılıçdaroğlu’nun devlet memuru görüntüsüne, mutfaktaki atletli haline bakarak kişisel hırsı olmadığını varsayıyoruz. Oysa bu bir reklamcılık başarısı olabilir.

        REKLAM

        Seçilirse Kılıçdaroğlu da mevcut sistemin aksayan birkaç yerine yama ve sıva yaparak beş yıl koltuğunu korumayı tercih edebilir. Bugün Kılıçdaroğlu’nun neden aday olması gerektiğini satanlar da o gün neden o koltuktan kalkmaması gerektiğini anlatır.

        Bütün bunlar hayali senaryolar. Önce kazanması gerek. Ama seçmenin de yarışa gidecek adayların oyun planı, atacakları adımlar hakkında net bir bilgi sahibi olması şart. Daha şimdiden oyu olmayan partilere bakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı vaat eden Kılıçdaroğlu’nun oyun planını sadece kendisi biliyor.

        YİNE BAYKAL YİNE GİZLİ GÖRÜŞME

        Deniz Baykal hayatının hatasını yaptı ve Kılıçdaroğlu’nu bir kere hafife aldı. Ve o gün siyaset sahnesinden silindi. Yılların kurduydu ama kendi parlattığı yıldızın sakin konuşmasına, kibarlığına, isteksiz görüntüsüne aldanmıştı. İnönü de Bülent Ecevit’ten “Et tu, Brute?” hamlesi beklemiyordu ama yaşadı. Deniz Baykal da “onurlu istifa” görüntüsünün ardından partisinin onu sahiplenmesi, geri çağırması, yola aynen devam etmesiydi. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa sakin yürüyüşünü fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti.

        Tam bu yüzden birbirinden ta 2010 yılının bahar aylarından beri hiç hoşlanmayan bu iki ismin geçtiğimiz haftalarda bir araya gelmesi dikkat çekiciydi. Medya Baykal-Kılıçdaroğlu buluşmasını Aslı Baykal’ın açıklamaları, Ataç Baykal’ın potansiyel milletvekili adaylığı gibi sıradan, yüzeysel bir başlığa indirdi. Baykal’ın çocuklarının kim olduğundan, ne dediğinden veya ne yapmak istediğinden kime ne? Belli ki bu kimi gazetecilere sunulmuş kullanışlı bir kılıf.

        Yakın tarihten biliyoruz ki Deniz Baykal kritik zamanlarda birileriyle buluştuğunda tarihin akışı değişiyor. Tayyip Erdoğan’la Beylerbeyi’nde yaptığı görüşme, 2015’te Davutoğlu’nun AK Parti’si CHP ile koalisyona sıcak bakarken hiçbir görevi ve fonksiyonu kalmamışken bir anda ortaya çıkıp yine Erdoğan’la görüşmesi, şimdi de bütün muhalif seçmeni karamsarlığa sürükleyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusuyken gerçekleşen bu içeriğini bilmediğimiz buluşma. Gözümüzün önünde bir şey oldu. Veya artık siyaset literatürüne geçen ifadeyle “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu.”

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar