Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu durumu pandemiden hemen önce gözlemledim. Geceleri belli bir saati geçince eve dönmeye çekinmeye başladım. Hatta iyice gecikeceksem hiç çıkmaz oldum. Bir ara, 2020’nin başlarında kendi kendime New York’tan ne kadar bıktığımı söyleyip isyan ediyordum. Dayanacak halim yoktu, bırakıp gitmeyi düşünüyordum. Hiç kimseyle görüşmemeye başlamış, sosyal hayatımı neredeyse sıfıra indirmiştim. Öfkemin, bıkkınlığımın ve başlangıç aşamasındaki münzeviliğimin tek bir müsebbibi vardı: New York metrosu.

        Gece oldu mu trene binmek işkenceye dönüştü. Metro vagonunda tuvaletini yapan, mastürbasyonla kendisini tatmin eden, bağıra bağıra konuşan ve anlaşılamaz bir konuda durmadan isyan eden, bir koca vagonu kokutacak kadar pisliğin içinden çıkmış, etrafını hiç umursamadan tren banklarında uzanan tiplerin yırtık kıyafetlerini, çıplak ayaklarını görmekten, yaktıkları sigarının dumanına maruz kalmaktan ya da seslerini duymaktan bıktım. Mücadele edecek gücüm zaten yok, tahammül de edemez oldum. Metro şehrin kalbiydi ve ele geçirmişlerdi. Onlara karşı kazanacak gücüm yoktu, tek seçeneğim eve kapanmaktı.

        New York metrosunun son yıllarda giderek bir problem olmaya başladığını fark eden sadece ben değilim tabii ki. Belediye başkanı ve vali son zamanlarda giderek saldırganlaşan metrodaki evsizler ya da sapkınlarla mücadele etmeye çalışıyor ama hiç başarılı olamıyor. New York’ta yaşayanlar bilir: Boş vagon gördünüz mü sakın binmeyin, boş olmasının—çok zaman iğrenç—bir nedeni vardır. Şimdi bir de metroda ateş açıldığını gördük. Ama insanların metroya binmeme ihtimalleri yok, nitekim saldırının ertesi günü New Yorklu rutinine döndü. Metro bu şehirde bir mecburiyet.

        REKLAM

        *

        Eskiden derlerdi ki bir büyük güç Amerika’yı California üstte kalacak şekilde bir ucundan tutup şöyle bir sallamış ve bütün deliler, sapkınlar Manhattan adasına düşmüş. Jean Baudrillard’a göre New York’ta “deliler serbest bırakılmış.” Hafızalara suç şehri Gotham olarak kazınan New York’ta her dakika sokakta kendi kendisine bağırarak konuşan bir deliye rastlamak şaşırtıcı değil. Bazen o delilerin nüfusu o kadar artıyor ki sıradan insana yaşam alanı kalmıyor.

        New York’un bir suç şehri olarak anıldığı romanları, filmleri nostaljiye hayranlığımla hep izlerdim. Kendimin de çok normal olmadığını düşündüğümden ilk kez ait olduğum bir şehir bulduğumu düşünür, başka deliler, yoldan çıkmışlar, isyankarlar, sanatçılar, sapkınlar ve sıradan dünyaya alışamayanların yanında tuhaf bir huzur bulurdum.

        O dönemin filmlerinden üzerinde graffiti olan tren vagonlarının kırık camlarıyla gittiğini görüyoruz. Uzun yıllar New York’ta yaşayanların metroya binmekten çekindiği, metro istasyonlarının ya da vagonların birer suç mahalli olduğu tarihten ilginç bir yaprak değil, tehlikeli bir dönemin izi.

        New York epeydir böyle bir suç şehri değil. Hatta istatistiklerde ABD’deki başka şehirlerin gerisinde. Metro çok uzun zamandır güvenli. Son bir-iki yıldır acaba eski günlere dönüyor muyuz endişesi var. Eskiden geceleri piyango gibi vururdu bir sapkın ya da bir evsiz; şimdi her gece belli bir saatten sonra her vagonda rastlamak mümkün. Benim sadece onlar için—sessiz vagon gibi—ayrılacak bir bölümün olduğu metro projem var; her trenin ilk aracı mesela onların olsun.

        REKLAM

        Eskiden bu tipler şehir terörünün bir parçasıydı, sonradan küçük birer ilginçliğe dönüştüler ve kendi aralarında takılmaya başladılar. Son bir-iki yıldır dışarıya da bulaşmaya başladılar.

        Deliler serbest bırakıldı ve çok öfkeliler.

        *

        Bana hala neden New York’ta yaşıyorsun diye soranlara hemen hemen hep aynı cevabı veriyorum. Hem kendim hem de istediğim herhangi bir başkası olmakta özgür olduğum için.

        Serdar Turgut bir keresinde bana o en karanlık yıllarında sokaklarında dolaştığı New York’ta o dönem ben olsam bugün kesinlikle hayatta olmayacağımı söylemişti. Birkaç ay önce Paris’te 80’li yılları New York’ta azılacak en azgın şekilde geçiren bir baletle tanıştım, “Bütün arkadaşlarım öldü ama ben hayatta kaldım,” dedi bana. “İşin ilginci onlar ne yapıyorsa ben de o dönem aynısını yapıyordum.”

        New York’a yerleşip bir süre sonra New York’tan şikayet etmeye başlamak ama yine de New York’u bırakamamak tipik bir New Yorklu davranışı. Kimi ölçümlere göre “New Yorker” olmanın kriteri burada 10 seneyi tamamlamak. Bana göre bu şehirde okula gitmiş—temel eğitime, yüksek lisansa değil—asıl belirleyici. Başkalarına göre New Yorklu sayılacak kadar çok yaşadım burada. Bir de “Ah o eski New York yok mu,” diyenlerden oldum. 10 sene önce gittiğimiz lokantalar artık yok, yüzüne bakmadığımız sokaklardaki evleri kiralamaya bütçem yetmiyor. Ama 10 sene önce New York’ta metroya binmek birkaç senedir tanık olduğum gibi bir işkence değildi.

        *

        Evsizlerin, yolunu kaybetmişlerin, sistemin dışladıkları kendi hayatlarından da mı sorumlu yoksa onları bu hale getiren düzene mi isyan etmemiz gerekiyor? Sokak köpekleri gibi hepsini uyuşturup bir kamyona toplamanın imkanı yok. Dahası, kamyon yetmiyor.

        Ben burada yaşamaya başladığımdan beri sık sık evsiz yurtlarının kapasiteyi zorladığı, yatak sayısının yetmediği, insanların mecburen kapının önüne konulduğuna dair haberler çıkıyor. Pandemi sırasında sokaklarda bir kakasını yapan evsizler vardı, bir de hayatın eve sığmayacağını düşünen ben.

        REKLAM

        New York’ta yaşamanın bedeli ağır. Artık bu sokaklardan Basquiat çıkmıyor çünkü kirayı ödeyecek kadar çok kazanmıyor yeni yaratıcı sınıf. Her gün hayat biraz daha pahalanıyor, her gün birileri daha evinden atılıyor. New York’u terk edip başka bir şehre gidemeyecek insanların tek adresi sokaklar, sokaklardan atıldıklarında da 24 saat işleyen metro evleri.

        *

        Vietnam gazilerinin yurtlardan, psikolojik kliniklerden, barınaklardan, tımarhanelerden bir süre sonra çaktırmadan sokağa atıldıklarına dair pek çok yaşanmış hikaye var. Sistem travma geçiren bu insanlara yardımcı olamıyor, bir süre sonra imkanlar tükeniyor. Terapinin herhangi bir ortalama insan için dört-beş senede sonuç vereceğine dair psikologlar arasında yaygın bir inanış var. Savaş görmüş bu insanların çok daha yoğun yardıma ihtiyacı var kuşkusuz ama bunu karşılayacak ne bütçe var ne insan kaynakları.

        Amerikan rüyası burada tıkanıveriyor işte. Burası zalim bir ülke. Matematik dehası ya da günde iki kitap bitiren evsizlerin çadırlarda yaşadığına tanık olmak şaşırtıcı değil; sistem onları rehabilite edip içine katmaktansa yalnızlaştırmayı tercih ediyor. Los Angeles’ta arabayı park ettiğimde sokak lambasının altında kitap okuyan bir evsiz kadın bana Google’ın bölgeyi dönüştürme projesinden bahsediyordu birkaç yaz önce.

        Önceki sabah metroda ateş açan zanlının biyografisini okudum. O kadar tanıdık bir tipoloji ki. Sistemin reddettiği, çözüm yolu bulamayan tiplerden biri. Yaptığını hafifletmiyor. Ama patolojik derecede yalnız, tutunamamış, sisteme isyan ediyor, öfkeli. Bu tipler gidip alışveriş merkezinde ateş açıyor, otel balkonundan kalabalığı tarıyor, gençlerse okulda öğrenci arkadaşlarını ve öğretmenlerini öldürüyorlar. Amerika yalnız ve güzel ülke. Amerika acı vatan. Amerika çoktandır kendisini hep sunmayı sevdiği gibi “great” olmayı bıraktı.

        Seri katillik ve kitlesel eylem ABD’nin şeceresinde sık sık göze çarpıyor. Yeri ve zamanı değişiyor, tartışmalar aynı kalıyor. Sistemin yabancılaştırması ve silah satışının kolaylığı konuşuyor, hiç kimse çarpıklığı yok etmek için adım atmıyor. Değiştirilmesini gerekeninin somut problemler değil, Amerikan sisteminin kendisini, ruhu olduğunu bildiklerinden hiç bulaşmak istemiyorlar sanki. Zaman zaman sistem böyle aksaklıklarla yoluna öyle ya da böyle devam edebiliyor işte.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar