Çocukluğumuzun hesabını kime soracağız?
TRT Arşiv zaten uyku sorunu çeken bana bahane oldu. Kendimi tutamıyorum, yine geçenlerde o karanlık dehlizlere daldım ve saatlerce çıkamadım.
Bu sefer tuhaf isimli “Beş Yıl Önce On Yıl Sonra” grubunun video’larını izlemeye başladım. 80’lerde televizyon izleyenlere hiç yabancı gelmeyen, daima ekranda olan bu grup çocukluk hatırlarım arasında aslında iyi iz bırakanlar arasındaydı. Keşke TRT Arşiv’e girmeseydim ve hep iyi hatırlasaydım onları…
Gerçekten bunu iyi diye bize neden sundular ve beyinlerimize yıkadılar acaba?
Bu “çakma” ABBA bir kere baştan görüntüde kaybediyor. Herhangi bir şirkette orta-alt kademede çalışan elemanları andıran ikisi kadın ikisi erkek bu dörtlü sanki hafta sonları buldukları yerel bir dernekte hobi olarak şarkı söylüyorlar. Biri öğretmen, diğeri muhasebeci de olabilirmiş…
İnsanın şarkıcılığa özenmesinin bir zararı yok elbette, ama her hobiye heveskar eden de milyonlarca insana dayatılması gerekmiyor.
Yaşını başını almış bu üyeler gerek sesleri, gerek kostümleri, gerek görüntüleriyle son derece sıradan. Zaten günümüze kalmamalarında da göze çarpıcı herhangi bir özellikleri olmaması bir etken olmalı. TRT’nin egemenliği bitince onlar da tarihe gömüldü. Sonraki yıllarda çeşitli otellerde hala şarkı söylüyorlardı sanırım; ilgilenen birkaç yüz kişiye.
VASATIN YÜCELTİLMESİ
Başından beri Akçay’da bir çay bahçesinde sahneye çıksalar kimsenin itiraz etmeyebileceği bu dörtlüyü ekrana taşıyanlar ne düşünüyorlardı acaba? Her değerin katledildiği 1980 darbesinden sonraki yüzeysel iklime uygundu bu grup. 70’lerde yaratıcılığın sınırlarını zorlayan ses ve sözde alışılmadık eşikleri aşan Türk müzisyenleri sürgüne gönderip bu kalitesizliğe yer veren tektipçi zihniyete uygun fon müziğini oluşturdular.
Aslında en büyük yetenekleri zararsız oluşları. Gündelik hayatta gördüğümüz, kolaylıkla kalabalığa karışacak karakter. Zaten göze batmamak, kendini belli etmemek, boyun eğmek ve hizaya girmek de 80’lerin dike ettiği davranış biçimleri. Ne yazık ki o günden bugüne sıradanlığın ve vasatın yüceltilmesi bir norm haline geldi.
Eskiden 80’ler nostaljisiyle eğlenirdim, yıllar geçtikçe giderek daha fazla öfkeleniyorum. 12 Eylül’ün hesabını sormak, darbecileri yargılamak falan bir ara modaydı ama kültürel çürümenin hesabını hiç sormadık. “Beş Yıl Önce On Yıl Sonra” bu yüzden sadece bir müzik grubu değil, tam da bu sığlaşmanın simgeleri.
Hayatımıza bu vasatı sokanlar, gelişmemizi engelleyenler, ulaşılacak mertebe olarak bu grubu gösterenler aslında çocukluğumuzu da mahvetti. Bugün bile alışılmış olanın dışında bir şeyler yapanları, yaratıcı bir-iki söz söyleyenleri ya eziyoruz ya da anomali olarak değerlendiriyoruz.
Toplumların tarihleriyle hesaplaşmaları ilerlemeleri için kaçınılmaz. Gerektiğinde mezarlarını kazarak da geçmişin hesabını sormalıyız. TRT Arşiv bu hesaplaşma için dolu dolu bir delil dosyası barındırıyor.
***
Jane Fonda’dan neler öğrendim
Kendi hayatı konusunda her zaman açık sözlü olan Jane Fonda hakkındaki “Jane Fonda in Five Acts” diye bir belgesel kendi kategorisinin klasikleri olmaya aday. Geçtiğimiz hafta sonu HBO’da yayınlanan belgesel ünlü yıldızın hayatını beş perdeye ayırıyor. İlk dört perde hayatına giren erkeklerle ilgili, başta da inişli-çıkışlı ilişkisinin bir yansımasını “On Golden Pond” filminde izlediğimiz babası Henry Fonda.
Henry-Jane Fonda 'On Golden Pond' filminde.Jane Fonda ancak beşinci perdede kendi kimliğini buluyor, zaten bunu da gizlemiyor. Hayatını bugüne kadar hep erkeklerin şekillendirmesine izin vermiş. Vietnam Savaşı’nın en göz önündeki muhaliflerinden biriydi mesela, ama bu konulara ancak kocası sayesinde eğildiğini ve itiraz etmekte geç bile kaldığını söylüyor.
CNN’in kurucusu Ted Turner’la evliliği boyunca oyunculuğu bıraktığını, tek başına kalamayan eşinin yanında olmak için kendi hayatından feragat ettiğini anlatıyor. Birçok sosyal projeye ancak evdeki büyük uzlaşmalar sonucu dahil oluyormuş, mücadelesini sonuna kadar da götüremiyormuş. Yalnız bırakılmak, sevilmemek ve beğenilmemek en büyük korkuları.
ESTETİKLERDEN PİŞMAN
Jane Fonda’nın bile kendisini güzel bulmadığını, özgüveninin eksik olduğunu anladım. Yaptırdığı estetik ameliyatlardan dolayı pişman şimdi; Vanessa Redgrave’inki gibi yaşanmış bir yüzü olmayı tercih edermiş. “Ama ben onun kadar cesur olamadım” diyor.
Fonda’nın hayatından çıkarılan en büyük ders ise “En büyük pişmanlığım” dediği fotoğraf karesi… Vietnam Savaşı sırasında Hanoi’ye gidip düşman asker tankında poz vermişti. Bugün hala savaş gazileri tarafından gündeme getirilen bu fotoğraf o dönemde Başkan Nixon’ın da öfkesini toplamıştı. Fonda yıllar içinde bu hatadan dolayı özür diledi, bunun bir aptallık olduğunu söyledi.
Jane Fonda Hanoi'de.Yine de uzun vadede bu hatadan hiç yara almadan bir efsane olarak hatırlanmasının sebebi ne acaba? Vietnam Savaşı haksız bir savaştı. Fonda’nın hatası bu savaşın yanlışlığını örtmedi ve sonuçta tarihin doğru yerinde durdu.
***
Yargıcın bir erkek olarak kısa portresi
Dün saatlerce Amerikan Anayasa Mahkemesi’ne atanması beklenen yargıç Brett Kavanaugh’un senatörler tarafından sorgulanmasını izledim. Yargıç üç ayrı cinsel taciz suçlamasıyla karşı karşıya ve kendisinin masum olduğunu söyleyip duruyor.
Brett KavanaughSuçlar hep 16-17 yaşına dayanıyor ve muhafazakarlar “Canım o yaşta hepimiz neler yapmadık ki” diye kendini savunuyor.
Kavanaugh hakikaten masum olabilir. Ama dün saatlerce verdiği ifadesinde çok çirkin bir yüzünü gösterdi: Beyaz erkek şımarıklığını. Kadınlara nasıl davrandığı senatörlerle iletişimden belliydi. Ayrıcalıklı geçmişini ve konumunun her şeyin kendisine hak sağladığını belli eden bir özgüven; tepeden bakan, alaycı, karşısındaki küçümseyen bir yaklaşım. Agresif, terbiyesiz, güven teşkil etmeyen bir tip ama “çoğunluk” böyle ne yazık ki.
O gözyaşlarına ise hiç kanmadım.
Çok iyi tanıdığımız erkek davranışları bunlar… O en yüce mahkemeye seçilebilir hala. Ama erkek olmanın en çirkin yüzünü temsil ettiği gerçeği hiçbir zaman değişmeyecek.