Bu filmi daha önce görmüştük
Abdullah Öcalan yüzünden 90’larda İtalya’yla yaşadığımız süreç de bugünküne biraz benzerdi. Öcalan’ı iade etmekte direnen İtalya’yı boykot etmek isteyen halkımız işi Fiat patentli Tofaş arabaları yakmaya kadar götürmüştü. Fabrikası Türkiye’de olan, Türk işçilerinin alın terinin ürünü otomobillerle yine Türkiye yapımı İtalyan marka beyaz eşyaların kaderi aynı olmuştu. İtalya’nın canını yakmış mıydı bu gösteriler, sanmıyorum ama halkın belli bir kısmını gaza getirdiğine kuşku yoktu.
Özel televizyon haberciliğinin en çığırından çıkmış o yıllarında aklımdan çıkmayan sahnelerden biri önemli bir muhabirin İtalya’dan makarna hakkındaki önemli tespitlerini halkımıza aktarmasıydı. Fazla hamur işi yediklerinden İtalyanların kafalarının pek çalışmadığını, krizin de bu yüzden tırmandığını anlatmıştı muhabir. Daha sonra da kameraların karşısında çatalına dolayarak bir güzel midesine indirmişti aynı makarnaları.
O dönem milliyetçi patlamanın da etkisiyle iş İtalyan Lisesi’ne giden öğrencilere tacize kadar varmıştı. Neyse ki devreye futbol girip Hakan Şükür’ün Juventus'atransfer olacağı haberleri, Fiat’ın sahibi Agnelli ailesinin manevrasıyla çıkınca milliyetçi tepkiler ufak bir sarsıntı geçirmişti: İtalya’yı boykota devam mı, yoksa “Boğaz’ın boğası” dönemin yıldızıyla gurur duyup boykotu askıya almak mı?
Bir süre sonra İtalya protestoları unutuldu, daha sonra iki ülkenin de karizmayı çizdirmesine gerek kalmadan “Apo krizi” çözüldü.
GÖSTERİ TOPLUMU
Şimdi ABD’ye yönelik kitleler ne bir zamanların İtalya boykotu ne de Fransa protestoları gibi kitlesel. Amerikan şirketleri yenilemeyecek kadar büyük olduklarından bir-iki iPhone’un yakılması canlarını yakmıyor. Hatta imaj olarak bile zedelemiyor. Zaten kitabı veya albümü yakılan sanatçı da gizli gizli bundan mutlu olur, sonuçta yakmak için bir kere parasını verip alma şartı var.
Ama bu gibi protestoların toplumların gazını alan bir gösteri boyutu var. Medyanın da yer yer ateşe yangınla gittiği bu gibi dönemlerde abartılı davranışlar yer yer komedi unsuru, yer yer de milliyetçilik patlaması olarak bire bin katılarak toplumun önüne konur. Gösteri toplumunda bu gibi yapay protestoların amacı da izleyeni oyalamaktır; toplum oyalanırken pazarlık masasında oturanlar da zaman kazanır.
Kapitalist sistemde ekonomisi birbirinin içine girmiş ülkelerin kendi içlerinde krizler sanaldır çoğunlukla. Sonuçta iki tarafın da kendine göre eli güçlü ve kaybedecek çok şeyleri var. Bir dolu yabancı yatırımcının olduğu, dışarıdan giren paranın döndürdüğü Türkiye’nin çökmesine kim razı olacak?
KRİZ ÇÖZÜLECEK
ABD’yle kriz de iPhone yakılarak değil, kapalı kapılar ardında, biz iPhone yakan milletvekili video’sunu izleyip gülerken çözülecek. Tıpkı Öcalan’ın iade sürecinde olduğu gibi iki ülkenin de imajının zarar görmeyeceği bir formül bulunduğu anda Türkiye üzerindeki rahip yükünden de kurtulacak.
Öcalan’ın iadesi nasıl PKK’yı bitirmediyse ABD’yle sorunlar da rahiple sona ermeyecek gibi görünüyor ama. Dünyanın çeşitli ülkelerini istediği gibi parmağında oynatmaya alışmış, türlü manipülasyonlarla bu ülkelerle oyuncak gibi oynayan bir dünya devi var sonuçta. Önemli olan ABD’ye benzer bir fırsatı vermemek, bunun da yolu kırılgan ve iniş-çıkışlı bir ekonomik modelden üretim ekonomisine geçmek. Zorlu, hepimiz için sancılı bir süreç olacağı ve öyle kısa sürede de çözülmeyeceği ortada. Ama sonunda değecek.
***
Aretha Franklin’in ölümü Türkler için ne anlama geliyor?
Aretha Franklin yıllardır hastaydı ve bu herkesin bildiği ama asla resmen açıklanmayan bir sırdı. Yeryüzünün görüp görebileceği en büyük yeteneklerden biri olan Franklin aynı zamanda eksantrik bir kişilikti de. Uçağa binmekten korktuğu için (ya da öyle dediği için) yıllardır dünya turnesine çıkmıyordu mesela. İKSV, İstanbul’da tek bir konser vermesi için ne kadar uğraşmıştı…
Son yıllarda basına da konuşmuyordu. New York Times Magazine’e kırk yılın başında söyleşi vermiş, hastalığına dair bütün iddiaları reddetmişti. Aşırı kilo kaybını rejimle açıklamıştı. Eskiden iki sosisli sandviç yermiş, sonra bir tane yemeye başlamış ve böyle böyle zayıflamış.
Aretha Franklin belki hiç Türkiye’de konser veremedi ama hayatında bir Türk’ün çok önemli etkisi oldu. Amerikan müzik tarihine damga vurmuş “Atlantic sound”un yaratıcılarından Arif Mardin prodüktör olarak birçok Aretha Franklin şarkısının ardındaki isimdi.
Arif Mardin’in kendisi gibi müzisyen olan oğlu Joe’nun 2010 tarihli “Greatest Ears in Town” belgeselinde konuşmak için tam iki sene uğraştırmış. Sonunda bir gün “Merhaba ben Aretha” diye telefonla arayıp kameranın karşısına geçmiş.
Hayatınızda hiç Aretha Franklin şarkısı duymadıysanız en azından bir kere Obama’yı bile ağlatan “(You Make Me Feel Like A) Natural Woman” performansını izleyin ve gerçek efsane nasıl olur görün. Hele o kürkünü sırtından yere atışı yok mu…
O PİYANONUN DİBİNDE
Geçen hafta New York’ta Joe Mardin’le buluşmak için sözleştiğimizde ortada Aretha Franklin’in sağlık duruma dair hiçbir haber yoktu. Bir anda artık ölümünün kaçınılmaz olduğuna dair haberler çıkmaya başladı, hatta sosyal medyada birkaç kere ölüp ölüp dirildi Franklin.
Çarşamba akşamı Joe’nun Chelsea’daki NuNoise müzik stüdyosuna gittiğimde Franklin’i kaybetmemiz an meselesiydi.
“Her seferinde babam tekrar tekrar ölüyormuş gibi geliyor,” diyordu Joe. Müzik tarihine şöyle bir daldığınızda bile bir dönem her yerde Arif Mardin’in izine rastlamamak imkansız. Amerika’da siyah-beyaz ayrımının en keskin günlerinde kültürün en büyük dayanağı siyahların müziğinin gelişmesine, yayılmasına aracı olan, o unutulmaz hit’lerin arkasındaki isim bir Türk’tü.
NuNoise stüdyosunda bir piyano duruyor, meğerse Arif Mardin’in evindeki piyanosuymuş. Piyanoya bir-iki adım mesafede dururken tarihe bu kadar yakınlaşmaktan tüylerim diken diken oldu. Müzelerde çaktırmadan sanat eserlerine dokunanlar misali Arif Mardin piyanosuna parmağımın ucuyla dokundum. “İstersen çalabilirsin,” dedi Joe. O tuşlara dokunmuş efsane parmaklara saygısızlık etmek haddim olmadığından cüret etmedim bile.
O piyanoyu çalanlar arasında Aretha Franklin de vardı. Ertesi sabah uyandığımda ölüm haberi geldi. Evren hakikaten bir tuhaf işliyor.
BİR DUYURU
Kasım ayının başında Londra’da olacağım. Arif Mardin hakkında yapılan “Greatest Ears in Town” 5 Kasım Pazartesi günü Phillips’in Berkeley Square’deki galerisinde gösterilecek, ardından da tamamı Türk bir orkestra Mardin’in eserlerinden bir konser verecek.
***
Twitter nedir?
Geçenlerde Jimmy Fallon’ın talk-show’unda komedyen Michael Che bugüne kadar Twitter’a dair duyduğum en iyi tespiti yaptı: “Nefret ettiğinizin herkesin telefonun numaranızı bilmesi gibi.”
Üstelik bu muameleye gönüllü olarak maruz kalıyoruz.