Onlar
BAŞKA derdin mi kalmadı? Meral Akşener’in evlilik eşitliği, Muharrem İnce’nin yasal marihuana konusunda ne düşündüğünü sorguladığımda sağdan soldan herkes küfürlerin arasında böyle diyordu bana geçenlerde. Bir sorum daha vardı: Birkaç sene sonra, söz gelimi İzmir’de trans bireylerin hangi tuvaleti kullanacağı tartışılınca Türkiye’yi yönetmeye talip siyasetçiler ne kadar hazırlıklı?
Birkaç seneye kalmadı, Türkiye’de bu tartışmanın kıvılcımı geçenlerde Nihat Hatipoğlu’nun ramazan programında alevlendi. Bursa’dan çok cesur bir insan, Nihat Hatipoğlu’nun programına katıldı ve “Doğuştan (kadın) olarak gelmişim ama kendimi erkek gibi hissediyorum, (kadınlardan) hoşlanıyorum” diyor. “Bunun tedavisi var mı?” (“Bayan” sözcüğünü ben değiştirdim.)
Hatipoğlu bilindik ezberlerle yanıt veriyor, nefse hâkim olmaktan bahsediyor, tedavisi olduğunu söylüyor.
LEZBİYEN DEĞİL
Terminoloji önemlidir. Hatipoğlu kadar sansasyon yaratmaya çalışan, soruyu soran kişiyi “lezbiyen” olarak etiketlendiren medya da bu basit gibi görünen sorunun altında yatan derin karmaşadan bihaber.
Dilimizde erkek-kadın ayrımı olmasa da soruyu soran konuktan erkek ya da kadın diye bahsetmiyorum. Çünkü kendisini nasıl tanımladığını bilmiyorum; belli ki kendisi de bilmiyor ve bu yüzden de yanlış adreste de olsa yanıt arıyor.
Doğumda konumlandırıldıkları cinsiyetinin dışında bir hayatı olan bireyler, İngilizce’deki “he-she” gibi cinsiyet belirten “o” zamiri yerine “onlar” anlamına gelen ve cinsiyet vurgusu olmayan “they” kelimesiyle hitap edilmek istiyor. Bu “bağlayıcı olmayan” cinsiyetin (non-binding gender) tanımlanmasının ilk adımı. Okullarda, iş dünyasında giderek kendilerine hangi zamirle hitap edilmesi gerektiğini söyleyen insanlar karşımıza çıkıyor.
Hatipoğlu’nun konuğu bildiğimiz anlamda eşcinsel değil; sadece kadınlardan hoşlanan bir kadın değil karşımızdaki. Kendisini doğduğunun aksine başka bir cinsiyete ait hisseden “queer” bir şahıs.
AMELİYAT PEKİ?
Bülent Ersoy kendi cinsel kimliğini sorgulayanlara defalarca “Kadınım” diye yanıt verdi, hatta “Devletin verdiği pembe nüfus kâğıdım var” bile dedi. Türkiye’nin en büyük cinsiyet devrimcisi olan Ersoy doğduğunda konumlandırıldığı cinsiyetin aksine kendisini kadın olarak tanımladığı için kadındı ve onu öyle kabul ettik. Zeki Müren ise şov için giydiği kıyafetleriyle erkeklerden hoşlanan bir erkekti.
Ancak artık yeni cinsiyet öğretilerinde “ameliyatın” da tanımlayıcı bir rolü yok. “Orada” ne olup olmadığı ne cinsel kimliği belirliyor, ne de başkasını ilgilendiriyor. Giderek kabul gören bir anlayış cinselliğin bir spektrum olduğu ve akışkanlığı.
Ona “Homofobik” damgası yapıştıran LGBT aktivistlerinin aksine ben Nihat Hatipoğlu’na kızmıyorum. Hatta Papa’nın “Ben kimim ki yargılayayım” sözünü andıran “Tabii ki sizi kınamıyoruz” cümlesi takdiri hak ediyor. Ama karşısındakinin cinselliğine “Psikolojik bir olay” diyerek yanılıyor, çünkü bilmiyor. Doğrusu, hepimiz için yeni bir konu bu. Ancak er geç bu konuyu yüksek sesle konuşmamız gerekiyor.
***********
TUVALET TARTIŞMASI
BİRKAÇ yıldır ABD’nin en saçma ama en çok ses getiren tartışma konularından biri daha görünür olmaya başlayan trans bireylerin hangi tuvalete gireceği.
Tutucu eyaletlerde erkekler, trans bireylerin kendi tuvaletlerine girmesini istemiyor mesela. Öte yandan New York ya da Los Angeles gibi ilerici şehirlerde artık lokantaların tuvaletinde kadın-erkek ayrımı bile yok. Bizdeki balıkçılarda falan rastlanan kapıdaki pipo, topuklu ayakkabı gibi güya cinsiyet belirten kapı çıkartmaları tarihe karıştı. (Sahi, 80’lerde pipolu entelektüel imajına bürünen Sezen Aksu böyle bir tuvalet kapısında nereye aitti acaba?)
PRATİK ÇÖZÜM
“Caitlyn Jenner bir gün Trump Tower’a gelse hangi tuvaleti kullanır” sorusuna Donald Trump bile “Hangisini istiyorsa onu” diye yanıt verdi. Muhafazakârların oylarıyla seçilmiş olmasına rağmen pratikliğiyle ünlü Başkan yeni tuvalet inşa etmenin, binaların yapısını değiştirmenin imkânsızlığından bahsetti.
Bazen çok karmaşık gibi görünen sorulara en doğru yanıt pratik çözümdür.
***********
#MALUMATFURUŞ
BEYAZ TAKIMIN SIRRI
ERTUĞRUL Özkök de moda haftası yolcusu; Milano’ya gidiyor. Geçen hafta hayatını kaybeden Tom Wolfe’un “dandy” tarzından esinlenen beyaz bir takım elbise diktiriyormuş, bir de üzerine şapka yakıştıracakmış.
Wolfe öldükten sonra hakkında yazılanları, eski söyleşileri okudum ve dinledim. Beyaz takım konusu da pek çok yerde açıldı. Tom Wolfe’un kendisiyle özdeşleşen bu kostümün altında bir gazetecilik tercihi yatıyormuş meğer, bilmiyordum.
MARSLI GİBİ
Kamusal alanda bir Marslı gibi görünmek için böyle giyiniyormuş. Pek çok farklı ortama girip çıkan, Amerika’nın çeşitli şehirlerinde uzun süre kalarak gazetecilik yapan Wolfe nereye gitse bu kıyafetiyle insanların ilgisini çekiyor, hemen ona yaklaşıp sohbet etmeye başlıyorlarmış.
Kıyafetle başlayan sohbeti usta bir gazetecinin nereye götüreceğini, insanların ağzından nasıl laf alacağını ve sonunda bir laboratuvar olarak gittiği şehrin nasıl bir fotoğrafını çektiğini tahmin edersiniz.
Romanlarında bile Wolfe aşırı detaycı bir haberci kimliğinden hiç ödün vermedi ve bu yüzden de her dönemin mükemmel bir gözlemcisi oldu.
Meğerse o beyaz takım bir Superman kostümüymüş. Özkök’ün de herhangi bir yerde Marslı olarak gezmekten çekineceğini sanmıyorum.
***********
BECKHAM NEDEN BU KADAR ŞIK?
BU sene erkek modası sarsıldı. Louis Vuitton’ın erkek bölümünün başındaki Kim Jones görevinden ayrılıp Dior’a geçti, Dior’un başındaki Kris Van Asshe ise Berluti’ye. Amerikalı siyah tasarımcı Virgil Abloh ise Louis Vuitton’da Kim Jones’dan boşalan koltuğa yerleşti.
Haziranda Paris Erkek Moda Haftası’nda bu üç tasarımcı, yeni markaları için ilk koleksiyonlarını gösterecek. Biz seçim atmosferindeyken Paris erkek modasında krallığa kimin oturacağını seçecek.
ÇOK BEĞENİLDİ
Bildiğimiz tek ipucu Dior’un nasıl bir çizgiye evrileceği. Kim Jones müthiş bir hamle yaparak “yılın düğünü”nde David Beckham’ı giydirdi. O takım pazar gününden beri konuşuluyor. Hatta “Defileye ne gerek var, koleksiyonunu düğünde gösterdi” yorumları bile yapılıyor Jones için.