Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak’la ilgili yapılan çirkin paylaşımlara yönelik ortaya koyduğu haklı sert tepkinin ardından dile getirdiği sosyal medyaya düzenleme getirme meselesi yıllardır dünya çapında konuşulan bir mesele.

Teorik olarak ifade özgürlüğünün genişlemesi ve demokrasinin bir kazanımı olarak ortaya çıkan sosyal medya maalesef dünyadaki totaliterleşmesinin önünü açıcı bir faktör haline geldi.

Batı akademiyasında da sosyal medya denilen olgunun özgürlüklere ve demokrasiye katkı sağladığını düşünen tek bir itibarlı profesör yok.

Maalesef örgütlü güçler ve özellikle kimi devletler bu alanı kin ve nefret dolu aşırıcı ideolojilere hizmet ettirecek şekilde yönlendiriyorlar.

Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg de bu açıdan tarihe utançla geçecek bir isim.

İngiltere bunu Brexit olayında yaşadı. BluTV’de yayınlanan Brexit filmini lütfen izleyin.

Sosyal medya manipülasyonları yoluyla İngiltere gibi aşırıcı ideolojilerin en az olduğu Batı içindeki en mutedil toplumun bile nasıl mahvedildiğini anlatıyor bu film.

Sosyal medya manipülasyonları olmasaydı İngiltere’de dikkatle üzeri örtülmüş faşizm ve ırkçılık bu kadar hortlayamazdı. Bu konuda tüm makul ve mantıklı İngiliz aydınları hemfikir.

Sosyal medya ile dünya bir iftira, tahrik, fesatlık nefret ve terör bataklığına döndü.

Elbette verilmek istenen mesajı hızlandırmak, iletişimi artırmak ve insanları birbirine yakınlaştırmak gibi olumlu işlevleri de var twitter, facebook, instagram gibi platformların.

Özellikle korona döneminde yalnızlık ve klostrofobiye panzehir oldu fakat olumsuz etkileri de giderek artıyor.

Daha önce de yazmış ve söylemiştim: Türkiye’de sosyal medya özgürlüklerin önünü açmadı.

Tam aksine ifade özgürlüğünü daraltan bir mahalle baskısı oluşturma platformuna döndü.

Mevcut kutuplaşma ortamını daha da derinleştirdi. İki tarafın radikallerinin oyun sahasına dönüştü.

"Sosyal medyada linç yemek" diye bir olgu var artık hayatlarımızda.

Twitter’ın politik olarak farklı yerlerde duruyor gibi görünseler de öz itibarı ile aynı olan, kendi fikirleri dışındakilere hayat hakkı tanımayan azgın totaliter güruhların organize olduğu, saldırı başlattığı, iftira attığı bir platform haline geldiği bir gerçek.

Bu nedenle avanguard ve cesur fikirlerin birçoğu seslendirilemez oldu bu ülkede.

Özgürlükçü olduğunu bildiğimiz birçok isim "Aman bana bulaşmasınlar" diyerek sosyal medya faşizmi nedeniyle susar oldular…

Netflix, Bluetv, AppleTv gibi içerik sağlayıcı platformları bu tartışmanın dışında tutuyorum.

Bugün bu platformlar çeşitlilik ve hız konusunda devrim yarattılar, medya konseptini değiştirdiler, film endüstrisinin tiranlarını titrettiler.

Izleyiciyi belirleyici konuma taşıdılar. İkonoklast sıfatını hak ediyorlar. Bence artık kimse bu modelin önünde duramaz.

Ama zaten mesele onlar değil.

Mesele twitter ve facebook’ta sahte kimliklere gizlenerek iftira atan, linç örgütleyen, hedef gösteren, teröre destek çıkan binlerce hesap…

Bu hesaplar yüzünden kirlenen koskoca bir dünya…

Peki ne yapmalı?

Çözüm sosyal medyayı toptan yasaklamak mı?

Benzer sorunlar yalnızca bizde değil, bütün dünyada uzun zamandır tartışılıyor.

Meclis'te, Cumhurbaşkanı'nın dünkü çıkışından çok önce başlayan bir çalışma var.

O çalışmadan ne çıkacak bilmiyorum ancak bence Devlet Bahçeli’nin dile getirdiği gibi yalnızca kimlik bilgileri üzerinden gerçek isimlerle hesap açma zorunluluğu getirilmesi doğru bir öneri.

Twitter'daki kirlenmenin önüne geçmenin tek yolu sahte kimliklerin önüne geçmek. Bu platformlara kullanıcı şeffaflığın getirilmesi şart.

Böyle bir zorunluluk, devletin herkesi izlemesi, kayıt tutması, fişlemesini doğurur gibi haklı kaygıları anlıyorum.

O nedenle bunu yaparken ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletmemiz gerekiyor.

Herkes ismi ve cismiyle ortada olsun ama kimse de şiddet, hedef gösterme, nefret suçu gibi bir içerik olmadığı müddetçe yargılanmasın, tutuklanmasın…

Esra Albayrak, Başak Demirtaş gibi bariz örneklerde görüldüğü gibi kadına karşı şiddet, hakaret, iftiranın ifade özgürlüğü olmadığı, suç olduğu konusunda mutabık kalınsın.

Öte yandan hakaret içermediği müddetçe sert siyasi muhalefet içeren mesajlar da hangi kesimden gelirse gelsin ifade özgürlüğünün bir parçasıdır anlayışı yerleşsin. İdeolojik tabular üzerinden suç tanımı yapılamasın.

Herkesin kendini ifade edebildiği bir Türkiye’yi hedeflersek yalnızca manipulatör ve spekülatörler kendini gizleme ihtiyacı duyarlar.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar