Geçtiğimiz cumartesi günü Hamas’ın saldırıları ile uyanan devasa canavar beni 2006 yılına götürdü. O yıl Hizbullah İsrail askerlerini öldürmüş ve yine İsrail’in kuzeyine füze atarak sivil kayıplara yol açmıştı. Boyutu geçtiğimiz cumartesi ile ölçülemeyecek kadar küçüktü ama saldırı saldırıydı ve İsrail tabii ki Lübnan’ı bombalamaya başladı.
Bundan 17 yıl önce yaşanan savaş bir ay kadar sürdü.
Beyrut’un Şii bölgesi Dahiyeh’nin nasıl acımasızca vurulduğunun en yakın tanıklarından biriyim zira savaşı Lübnan’ın başkentinde bir gazeteci olarak takip etmiştim.
Hizbullah’ın sözcüsü İbrahim Musavi ile bombardımanın en sert olduğu günlerde yaptığımız röportajı unutmam mümkün değil. Hedef olmamak için bize uluslararası medyanın üs kurduğu zincir otelde randevu vermiş yani bir nevi bütün yabancı gazetecileri kendine kalkan yapmıştı. Olabilecek en güvenli yeri seçmişti.
Ardından dönemin Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud ile röportaja gittiğimi anımsıyorum.
Talihsiz Beyrut’un bir kısmında taş taş üzerinde kalmazken Lahud son derece sakin ve tasasız bir hava ile ofisinde bizi karşılamış, sohbet esnasında her gün yüzdüğünden bahsetmişti!
Ortadoğu’da topyekûn bir savaş olur mu?
Bu kez tablo, üzerinden henüz 6 gün geçmiş olmasına rağmen çok daha ağır.
Suriye kaynaklarının bildirdiğine göre İsrail, Şam ve Halep havalimanlarını da vurarak ölçeği genişletti.
Gazze’de ise yaşama dair hiçbir kalıntı bırakmamayı amaçlarcasına saldırıyor.
Elektrik, su, gıda yok.
Bir buçuk milyon insan yokluğun tam ortasında.
Açık söyleyeyim, orada olamamaktan dolayı içim içimi yiyor. Bu dramı önlemek için bir şey yapamayız ama en azından işlenen insanlık suçunu dünyaya haykırabilmek için bir nebze de olsa katkı sunabiliriz…
Fakat bu yaşananları sadece İsrail’e lanet ederek anlatamayız.
Eksik olur, yanlış olur.
Elbette İsrail Başbakanı Netanyahu’nun sorumluluğu çok büyük. İsrail’in itibarlı ve sağduyulu tüm gazetecileri bu konuda hemfikirler.
İsrail’in vicdanlı sesleri
Ülkede vicdanlı sesler giderek daha çok kendi hükümetlerini eleştirmek için haykırıyorlar.
Ancak Netanyahu ne kadar provokatif, adaletten uzak ve yanlış politikalar izlemiş olursa olsun bunlar Hamas’ın başlattığı saldırıları haklı çıkarmıyor.
Filistinliler yine ölüyor. Bu kez öyle hızlı, öyle öngörülemez bir akışla ölüyorlar ki üstelik…
Sadece Filistinliler değil, İsrailliler de ölüyor. Tıpkı Filistinli masum çocuklar, yaşlılar ve kadınlar gibi İsrailli masum çocuklar, yaşlılar ve kadınlar ölüyor.
Madalyonun bu iki yüzünü görmezsek gerçeği görmüş olmayız. İsrail’in acımasız ve zorba bir devlet olduğu apaçık.
Ama bu zorba devlete karşı Hamas’ın yönteminin en çok Filistinlilere zarar verdiği de apaçık.
Batı televizyonlarını özellikle de Amerikan kanallarını yakından takip ediyorum. İsrail’deki sağduyulu sesler gibi objektif değiller. Maalesef bir çok meselede olduğu gibi yine sadece İsrail’in sivil kayıplarını görüyorlar. Sadece madalyonun bir yüzüne gözleri açık.
Bizde ise bazı çevreler aynı refleksi sadece Filistinliler için gösteriyorlar. Sanki İsrail’de sivil kayıp yok…
Halbuki Netanyahu’nun zalim politikaları masum İsrailli çocukların ölümünü aklamıyor.
Tıpkı Hamas’ın sivilleri hedef alan saldırgan çizgisinin Filistinli çocukların ölümünü aklamadığı gibi.
Batı, İskoçya’nın First Lady’sini duyuyor mu?
Bence bu savaşı bitirebilmenin yolu resmin tamamını görebilmekten geçiyor. Bunun için de en çarpıcı örnek İskoçya’nın ilk Müslüman Başbakanı Hamza Yusuf’un eşi Nadya el Nakla.
Filistin kökenli Nakla’nın anne ve babası Gazze’de mahsur kaldılar. First Lady ailesinden haber alamıyor.
Gazze’yi toptan terörist olarak gören, 1,5 milyon sivile elektrik, su ve gıda erişimini kesen İsrail’i durdurmak için Batı’dan Gazze’ye yükselen bu çığlık etkili olabilir.
Türkiye’nin kıymetli çizgisi
Bence el Nakla’nın çığlığı tam da Türkiye’nin iki tarafa itidal telkin eden kıymetli çizgisi açısından önemli.
Türkiye çokça eleştirilen Hamas ile ilişkilerini bu savaşı bitirmek ve esirleri kurtarmak için kullanıyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan çoklu temas diplomasisi ile tam da ihtiyaç duyulan barış siyasetini yürütüyor.