Unuttuğumuz huzuru onun fotoğraflarında bulurduk
Ara Güler vefat etti…
Haberi işitince hem “sanatçı” unvânını hakkı ile kazanmış büyük bir fotoğrafçı aramızdan ayrıldığı, hem de babamın arkadaşı olan, çocukluğumdan itibaren tanıdığım, daha doğrusu benim çocukluğumu bilen bir dost göçüp gittiği için üzüldüm.
Ara Ağabey’in ardından şimdi çok şeyler yazılacak, “Şöyle büyük sanatçı idi, ah ne güzel resimler çekmişti, fotoğraf şimdi öksüz kaldı” gibisinden sözler edilecek. Belki de bir caddeye yahut sokağa isminin verilmesi yahut adına fotoğraf yarışmaları düzenlenmesi teklif edilecek ve tabii fotoğrafçılıktaki maharetinden de bol bol bahsedilecek…
Hattâ, bundan üç sene önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki evine gidip ailesi ile fotoğraflarını çektiği için hakkında utanmaz bir linç kampanyası başlatanlar bile, eminim, bugünden itibaren rakkaseden de mükemmel şekilde dönüp “Amam, ne büyük sanatkârdı!” diyecekler…
Bu övgüleri ve ağıtları erbâbına bırakarak Ara Ağabey hakkında kendi kanaatimi söyleyeyim: Biz, Ara Güler ile beraber imparatorluk renklerinin en önemli sanatkârlarından birini kaybettik.
Edirne’de, Eski Cami’deki kadınlar… Ara Güler, deklânşörün sesi ile irkilip fotoğraflarının çekildiğini anlayan kadınlardan birinin fırlatttğı takunyanın kafasına isabetini son anda savuşturmuştu…
Çektiği resimleri bilenlere “Ara Güler’in hatırınızda kalan fotoğrafları nelerdir?” diye sorduğunuz takdirde, ekseriyetinin vereceği cevap onun Leica dönemindeki siyah-beyaz İstanbul resimleri, portreleri ve insanlı manzara fotoğrafları olur… Karlar altındaki Galatasaray, Edirne’deki Eski Cami ve Eminönü’nün ilerisindeki hamallar gibi fotoğrafları… Bu resimlerin ortak özellikleri hepimizin içinde vârolan nostaljiyi ve artık kaybettiğimiz imparatorluk devirlerine ait aidiyet duygusunu bugünlere nakletmeleridir.
İş bekleyen hammallar.
GÜZEL GÜNLERE KAÇIŞ İMKÂNI…
Bugün, eski senelerde çekilmiş siyah-beyaz Türk filmlerinin tahminlerden de fazla meraklısı vardır ve meraklılardan biri de, benim…
Eski filmleri severiz; zira şehirlerin, özellikle de İstanbul’un fakir olmasına fakir, hem de çok fakir ama pitoresk, yani tabloyu andıran güzelliklerini kaybetmediği devirlerdeki hâlini sergiler ve Türkçe’nin güzel ve düzgün olduğu günlerdeki âhengini işitmenize imkân verirler. Boğaziçi’nin, Suriçi İstanbulu’nun, Maçka’nın arka mahallelerinin, “karşı tarafın” yani Üsküdar’ın yıkılacak gibi duran ama eski zamanların güzel anlarını her bakımdan aksettiren ahşap evlerinin resmigeçidi belki de yaşanan andan bunalanlara maziye sığınma duygusu ile bir anlığına huzur verir.
Suların akmadığı fakir İstanbul’da su almaya giden çocuklar.
Ara Ağabey’in fotoğrafları da işte böyle idi; bakıldığında aynı tesiri yapardı; o resimlerde zenginlikten ve rahattan zerre kadar nasibini alamamış eski fukara ama huzurlu İstanbul’u hissederdiniz. Bir tarafa eğilmiş ve kış geldi mi her tarafı akmaya başlayan ahşap evlerin, üstü-başı perişan ama riya ile henüz tanışmamış hammalların ve toz-toprak içerisinde dünyadan bîhaber hoplayıp zıplayan çocukların görüntülerinde hep o huzur vardı. Çektiği portrelerdeki buruşmuş, kat kat olmuş çehreler bile mutluluk ile kanaatin izlerini taşır; sadeliğe, güzelliğe ve huzura bir anlığına da olsa kaçış imkânı verirdi.
Ücra İstanbul’un sokak satıcısı.
Türkiye’nin ilk fotoğrafçılarının neredeyse tamamı gayrımüslim idiler. Hemen her dine mensup halkın yaşadığı kozmopolit imparatorluğun Türk ve Müslüman ağırlıklı payitahtının, yani İstanbul’un ve diğer büyük şehirlerinin Müslüman havasının görüntüleri bugünlere onlar sayesinde geldi…
Yoğurtçu.
Ara Güler cumhuriyet devrinin çocuğu ama sanatı ile “imparatorluk nesli” fotoğrafçıların sonuncusu idi… Edirne’deki Eski Cami’de 1950’li senelerde çektiği ve duvarda asırlar öncesinden kalma “Allah” yazısı ile altında çarşaflı kadınların göründüğü meşhur fotoğrafına dikkatle baktığınızda, bunu hemen hissedersiniz.
Toprağı bol olsun…