Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kendini Amerikalı sayan bir Anadolulu, Rum sayan bir Türk, Türk sayan bir Rum, Anadolulu sayan bir Amerikalı, New Yorklu sayan bir göçmen, göçmen sayan bir New Yorklu. Hem hepsi, hem hiçbiri. Üst üste binmiş kimliklerin çoğaltırken azalttığı, güçlendirirken zayıflattığı bir adam. Adı Elia. İlya, İlyas, Aliya. Soyadı Kazancıoğlu. Kazan.” Zülfü Livaneli’nin Amerikalı yönetmen Elia Kazan’la arkadaşlığını anlattığı “Elia ile Yolculuk”, Karakarga Yayınları’ndan çıktı

        Zülfü Livaneli güzel anlatıyor: “Kendini Amerikalı sayan bir Anadolulu, Rum sayan bir Türk, Türk sayan bir Rum, Anadolulu sayan bir Amerikalı, New Yorklu sayan bir göçmen, göçmen sayan bir New Yorklu. Belki de hiçbiri. Hem hepsi, hem hiçbiri. Üst üste binmiş kimliklerin çoğaltırken azalttığı, güçlendirirken zayıflattığı bir adam. Adı Elia. İlya, İlyas, Aliya. Soyadı Kazancıoğlu. Kazan. Annesi, Athena Şişmanoğlu. Evindeki üç Oscar heykelciğine rağmen hâlâ ‘Acaba Amerikalı mıyım?’ diye düşünüp duran 90 yaşında bir adam. Anadolu’da bu yaştaki insanlara ‘Çınar’ derler, New York’ta ne derler acaba?”

        Sinemanın büyük ustası, yönetmen ve yazar Elia Kazan sadece cennetini değil, cehennemini de kendi yaratan bir büyük sanatçı, tartışmalı bir karakterdi. 4 yaşındayken ailesiyle New York’a göçmüş ama kendini hiçbir zaman Amerikalı gibi hissetmemiş, Anadolulu kalmış. Hatta denen o ki dünyanın en ünlü aktörleriyle aktrislerini “Anadolu gülüşü” denen yeteneğiyle ikna ediyormuş birlikte çalışmaya. Başarıları saymakla bitmez: “Arzu Tramvayı”nı önce tiyatro, sonra sinema için ve her ikisinde de son derece radikal bir seçimle yorumlayarak, Tennessee Williams’ın keşfedilmesini sağlayan adam oldu. Dahası dünyanın en büyük aktörü Marlon Brando’yu yarattı, şekillendirdi, ona hayatı boyunca hem baba hem yol gösterici oldu. “Cennetin Doğusu”, “Rıhtımlar Üzerinde”, “Viva Zapata”, “Splendour in the Grass” filmlerini yönetti. Senaryolarının yanı sıra romanlar yazdı. Jean Jacques Rousseau’nun “İtiraflar”ından esinlenerek kaleme aldığı “A Life”ta (Hayatım) yaşamını acımasız bir üslupla aktardı, en karanlık duygularını, hayattaki en çirkin eylemlerini saklamadan itiraf etti. Mesela kendini başta ilk karısı Molly olmak üzere hayatına giren tüm sarışın, zengin kadınlara beğendirmek için olmadığı birine dönüştürmesini, mesela rekabet uğruna yapabildiklerini, amansız kindarlığını, doymak bilmez iştahını...

        Zülfü Livaneli, Elia Kazan’a İstanbul’u gezdiriyor.

        Bunlar da yetebilirdi ama onu tartışmalı yapan esas şey başka: Kazan, 1940’larda “işbirlikçiliği” seçmiş ve Hollywood’daki arkadaşlarını, birlikte çalıştığı birçok sinemacıyı senatör McCarthy ve FBI başkanı J. Edgar Hoover’ın kurduğu Amerika Karşıtı Faaliyetleri Soruşturma Komitesi’ne ihbar etmişti. Komünist oldukları gerekçesiyle... Onun boşboğazlığı, korkaklığı veya fırsatçılığı yüzünden birçok sanatçı hapis yattı. 10 binlerce kişinin işsiz kalmasına yol açan cadı avının boyutlarına dair şu örneği vermek isterim: O yıllarda bir filmde “red” yani “kızıl” kelimesi geçemezdi, geçerse de filmin yaratıcıları komünizm propagandası yapmak suçundan cezalandırılırdı. Aslında dünya iki süper gücün, ABD ile SSCB’nin savaşına şahit oluyordu ve kimileri bu savaştan çıkar elde etmenin yolunu böyle bulmuştu.

        Dalton Trumbo gibi bence çok büyük bazı yaratıcı sanatçılara onurları yıllar sonra iade edildi. (“Trumbo” filmini hatırlayın.)

        Oscar’lar ya da büyük prodüksiyon filmlerle ödüllendirilen Hollywood muhbirlerine ise hep hoşnutsuzlukla bakıldı. İnsanın en yakınlarını ama yalan ama doğru gammazlamasından ve adının “muhbir”e çıkmasından daha kötü ne olabilir? Elia Kazan otobiyografisinde bunu şöyle anlatıyor: “İhbarları yaptığım an, gerçek kendimi bulmuştum. Meğer öncesindeki 17 yıl, boş gezenin boş kalfasından başka bir şey değilmişim. Hakikaten orijinal, parlak ve iyi filmlerimi hep o ihbarları yaptıktan sonra çekmeye başladım.”

        Bilmiyorum bu konuda içinde ne fırtınalar yaşadı ya da yaşadı mı? Hayatının son demlerinde annesinin doğup büyüdüğü Kayseri yollarına düşmesinin sebebi belki de bir tür arınma arzusuydu. Annesinin kucağına koşan bir çocuk gibi koşmuştu Kayseri’ye. Ona eşlik edense müzisyen Zülfü Livaneli’ydi. İşte elimizdeki kitap, bu yolculuğun hikâyesi.

        Elia ile Yolculuk - Zülfü Livaneli - Karakarga Yayınları

        Zülfü Livaneli bu muhbirlik meselesini kısa geçiyor kitapta ve şunları söylemekle yetiniyor: “Hatasının -küçültmeye çalışmıyorum, ihanet de diyebilirsiniz- bir adamı ölene kadar, yarım yüzyıldan fazla kovalaması gerçek bir Yunan trajedisi bence. Kurtuluş yok, af yok, dönüş yok; sadece bu suçla ölmek var. Üzücü bir durum, değil mi? Dürüst bir adamın hayatındaki tek ‘ihanet’in yarattığı trajedi. Yazık!” Livaneli arkadaşına kıyamıyor belki de. Çoğu zaman öyle olmaz mı? “Zeki, huzursuz ve dürüst” diye tanımladığı Elia Kazan için, “Kendini onun kadar hırpalayan, zayıflıklarını, ruhundaki gölgeli noktaları acımasızca gözleyen, neredeyse kendi kendinin yargıcı ve celladı olan bir başka kişi tanımadım” diyor; onun uzun sanatçı ömrünü tek bir hatayla damgalayanlara karşı çıkıyor ve bu kişilerin Kazan’ın üstün yaratıcılığının öcünü almak istediğini söylüyor,

        Ben Dalton Trumbo’cuyum. Kazan’ın yazar ve yönetmen olarak ustalığına, otobiyografisindeki keskin ve acımasız diline hayran olmakla birlikte, yaptığının “bir hata” denip geçilecek iş olmadığını düşünüyorum. Diğer yandan Livaneli’nin göçüp gitmiş bir dostu için kullandığı ihtimamlı dili de anlıyorum. Özetle, elimizde ilgiye değer bir anılar kitabı var. En güzel yanı da M.K. Perker’in muhteşem illüstrasyonları. O çizimlerde Kazan kendinden bile daha zeki ve dürüst. Yazımı Kazan’dan Livaneli’ye bir tavsiyeyle bitireyim: “Sakın ola hiçbir şey için üzülme. Bol bol kız, öfkelen, dövüş, savaş, küfret ama üzülme, çünkü üzüntü insanı çürütür.” Bunu hem kendime hem de size bir tavsiye sayıyorum.

        **************

        FRANCES KAZAN’IN HALİDE’Sİ

        Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde İstanbul. Fırtınalı bir toplumsal arka plan. Bir ailenin sırlarla örülü hikâyesi. Kahramanlarımız iki genç kız; Sultan Abdülhamid’in özel kaleminin kızları. Biri cesur, haşarı ve özgür fikirli; diğeriyse utangaç ve hayalci. Birbirlerine bağlılar ama hayatla ilgili seçimleri öyle farklı ki zaman içinde ister istemez farklı yönlere savruluyorlar. (Onlar Halide ile Belkıs. Sonradan Halide Edib Adıvar ve Belkıs Sami Boyar olarak tanınacaklar. Biri eserleriyle dünya çapında ün kazanacak, diğeri 2017’ye, yani “Aşkımı Öldürdüm” romanı yeniden yayınlanana kadar unutulacak.)

        Dev yönetmen George Lucas’ın bir Halide belgeseli çektiğini daha önce yazmıştım. Pop kültürün Halide Edib Adıvar’a duyduğu hayranlığın bir diğer örneği de Frances Kazan’ın yazdığı roman. Büyük yönetmen Elia Kazan’ın üçüncü karısı Frances’ın bu romanı, ‘Halide’s Gift’ (Halide’nin Hüneri) adını taşıyor. Frances, Elia Kazan’dan önce Rolling Stones ve Lynyrd Skynyrd gibi grupların menajeri Peter Rudge’la evliymiş, sonra ondan 40 yaş büyük Elia’ya âşık olmuş. Livaneli Elia’nın Anadolu köylü şivesiyle, “Delidir ama iyi kızdır. Bu yaşımda bana bir yuva yarattı” dediğini anlatıyor.

        Halide - Frances Kazan - Galata Yayınları

        Kazan’ın 3 romanı var. İlki “Good Night Little Sister”. Uyuşturucu ve seksin hüküm sürdüğü rock dünyasında geçiyor. Halide’den sonra yazdığı “The Dervish” ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da geçen esrarlı bir hikâye. Yazar, “Üniversitedeyken Halide Edip’in anılarını okumuş ve çok etkilenmiştim” diyor. “Ardından yoğun bir tutkuyla, adeta aşkla, ateşle yazılmış romanlarına geldi sıra. İki radikal dünya, yani siyaset ve dişilik arasında parçalanmış olduğunu hissettiğim bu kadının çelişkileri beni büyüledi.”

        **************

        YAKIN TARİH

        Çin ekonomisi, ülkelerarası fiyat farklılıklarını hesaba katarsak, 2015 yılına ABD’nin önünde dünyanın en büyük ekonomisi olarak girdi. 80’lerde ekonomisi olsa olsa Türkiye’yle karşılaştırılabilir büyüklükte olan Çin, günümüzde dünyanın en büyük ihracatçısı, ikinci büyük ithalatçısı ve en büyük döviz rezervlerine sahip ülkesi konumunda. Ayrıca dünyanın en büyük araba üreticisi ve pazarı, en büyük televizyon üreticisi ve pazarı, en büyük demir-çelik üreticisi ve pazarı. Bitmedi, en çok internet kullanıcısı olan ülkesi, en büyük elektronik ticaret hacmine sahip ülkesi. Dahası da var: Bugüne dek “azla yetinen fakir ve tutumlu insanların ülkesi” diye bildiğimiz Çin, bugün dünyanın en çok lüks mal tüketilen ülkesi. Fatih Oktay’ın kitabı, her yıl ortalama yüzde 10 büyüyen Çin’in son 35 yılının gerçek hikâyesi. Ekonomi ve siyasetle ilgilenen herkese tavsiye edilir.

        Çin - Fatih Oktay - İş Bankası Kültür Yayınları

        **************

        HAFTANIN YENİLERİ

        Kapak tasarımlarını hiç sevmesem de şahane proje. Bir zamanlar tefrika edilmiş eserler bugün yeniden, kitap olarak yayınlanıyor.

        Aşkımı Öldürdüm - Belkıs Sami Boyar - Koç Üniversitesi Yayınları

        Orta Malı - Selahattin Enis - Koç Üniversitesi Yayınları

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar