Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sinema dergisi Rabarba’nın baskıya gitmeden hemen önce okuduğum ekim sayısı bizi büyük romancımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yayınlanmamış senaryolarıyla buluşturuyor. Hafta sonundan itibaren siz de okuyabilirsiniz. Ama öncesinde Tanpınar’ın araştırmacı yazar Handan İnci ve ekibi tarafından gün ışığına çıkarılan senaryolarına, film eleştirilerine HT CUMARTESİ’de kısaca göz atmaya ne dersiniz?

        Haberi sinema dergisi Rabarba’dan Kürşat Saygılı ile konuşurken aldım: İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nde yıllardır bekleyen Tanpınar arşivleri, bir süredir Handan İnci ve ekibi tarafından sayfa sayfa, satır satır okunup dijitalize ediliyordu. Bir nevi arkeolojik kazı diyebileceğimiz bu çalışmanın ekip için en sürprizli kısmıysa, arada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sinema yazıları ve senaryolarının da çıkması oldu.

        Defterlerinden, günlüklerinden, notlarından da anlaşıldığı üzere Tanpınar sinemaya seyirci olarak da ilgi duyuyordu. Ayrıca bu sanat dalı üzerine fazlasıyla düşünmüş, fikir üretmiş, dahası Sergei M. Eisenstein, Charles Chaplin, Ingmar Bergman, JeanLuc Godard gibi yönetmenlerin filmleri üzerine zaman zaman sivri dilli olmaktan çekinmeyen özgün eleştiriler kaleme almış, üç de senaryo yazmıştı. İlki, kendi romanı “Sahnenin Dışındakiler”i uyarladığı “İki Ateş Arasında”, ikincisi Nabizade Nâzım’ın romanı “Zehra”yı uyarladığı “İki Sevgi Arasında”, üçüncüsüyse daha en baştan sinema için yazılmış olan orijinal polisiye hikâye “Yüzük”tü. Gelin şimdi de dergiye ve Tanpınar’ın senaryolarına bakalım.

        Araştırma ekibini yöneten Handan İnci, şu cümlelerle başlıyor Tanpınar’ın sinemayla olan ilişkisini anlatmaya: “Onun kadar gözleriyle yaşayan, dış dünyayı büyük bir iştahla seyreden, resim sanatıyla yakından ilgilenen, romanlarında, hikâyelerinde manzara duygusunu kuvvetle hissettiren bir yazarın önünde sonunda sinema alanına girmesi kaçınılmazdı.” Ve devam ediyor: “Günlüğünü, mektuplarını dolduran notlardan da anlaşıldığı gibi sinemayı seven, ciddi ve dikkatli bir seyirci var karşımızda. Ömrünün sonuna doğru gerçekleştirebildiği Avrupa seyahatlerinden sonra sinemaya duyduğu ilginin artması, fotoğraf makinesinin sunduğu imkânlardan etkilenmesi, görselleştirmenin büyüsüne kapılması, derslerinde sık sık sinemanın büyük örneklerinden söz etmesi, Tanpınar’ın sanatında izlenmesi gereken bir süreçtir.” (Tanpınar’ın “gecikmiş” Avrupa seyahatlerinden söz edilmesi boşuna değil, zira seyahatlerinden birinde amacının Paris’teki Filmoloji Kongresi’ni izlemek olduğunu öğreniyoruz.)

        Gelelim senaryo taslaklarına...Söylediğim gibi, ilki “İki Ateş Arasında”. İkincisi, Nabizade Nâzım uyarlaması “İki Sevgi Arasında”. Üçüncüsüyse “Yüzük”. (Bu mükerrer “arasında”lar Tanpınar’ın zihninin arafla, alacakaranlıkla, yersiz yurtsuzlukla, arada kalmışlıkla fazlasıyla alakadar olduğunun açık göstergesi sanırım. Hem zaten kendi de hayat boyu çekmemiş mi bu arada kalmışlık denen illetten!)

        Handan İnci’ye göre “Nabizade Nâzım’ın romanı, birini erotik tutkuyla, diğerini psikolojik saiklerle sevdiği iki kadın arasında savrulan iyi yetişmiş bir erkeğin bir sokak serserisine dönüşmesini anlatıyor. “Derslerde, senaristlerin aşk, tutku, intikam, cinayet temalı bu romana neden ilgi göstermediğini şakayla karışık hep konuşurduk” diyor İnci. “Tanpınar da bizim gibi düşünmüş olmalı ki muhtemelen para kazanmak için yaptığı senaryo uyarlamasında, ‘aşkın bir çeşit sadizm olduğu’ bu elverişli hikâyeden yararlanmak istemiş.”

        “Yüzük” daha heyecan verici bir çalışma. Tanpınar’a bir polisiye senaryo sipariş edildiğini, onun da çok önceden başladığı bir taslağı geliştirmeye karar verdiğini günlüğünün 21 Kasım 1961 tarihli sayfasından öğreniyoruz. Handan İnci, “Tanpınar sadece bir hikâye anlatmakla yetinmemiş, kameranın atmosfer yaratmak için hangi açılarda hareket edeceğine, kişilerin yüzünde hangi psikolojilerin yakalanması gerektiğine, gerilimi yönlendirecek melodinin devreye nasıl gireceğine dair ayrıntılı notlar da almış” diyor.

        “Bir Boğaziçi polisiyesi” diyebileceğimiz senaryodaki esas karakter, fotoğraf çeken, sinemaya, tarihe ilgi duyan İbrahim Görgeç. Beylerbeyi’nde oturuyor ve Tanpınar’ın deyişiyle, “sakin, biraz romanesk, balığa düşkün, etrafında olup bitene meraklı biri.” En önemlisi, senaryo yazarak geçinmeyi aklına koymuş. İbrahim, bir sonbahar akşamı Beylerbeyi’ne dönmek için bindiği Boğaz vapurunda oturacak yer ararken, çalıştığı kütüphanelerde sık sık karşılaştığı “durgun ve kibar adam” Sezai Bey’in yanında boş yer olduğunu fark eder. Oturmadan önce de trençkotunu çıkarır ve fark etmeden hemen hemen aynı renkte iki trençkotun arasına asar. Karşısında ise biraz korkmuşa, üzülmüşe benzeyen Ümran oturmaktadır. “Çok hırpalanmış, güzel kadın” der Tanpınar onun için. “Ömrünün meselelerinden hiç çıkamamış bir insan. Onlardan kurtulduğu zaman hayatı adeta yeni bir şey gibi keşfedecektir. Bunu bilir, özler. Asıl güzelliği de belki bu hasretten gelir.” İbrahim, “her bekâr gibi sevebileceğini sandığı bir kadını gördüğü için mesut ve hülyalı” görünür, bir yandan da Ümran’ın, yazmakta olduğu korku senaryosuna ne kadar uygun olduğunu geçirir aklından.

        Handan İnci’nin ayrıntılı yazısıyla birlikte dergide adeta yutarak okuduğum bir başka bölümse, Kürşat Saygılı’nın sinemamızın çağdaş ustası Derviş Zaim’le röportajı oldu. Zaim, “Tanpınar’ı anlayıp onun sinemaya tercüme edilmesini sağlayacak bir dilin peşine düşmek lazım” diyordu. “Kitabını alıp motamot bir şekilde filme çekerseniz ne et olur ne de balık. Üstelik düzyazı lezzeti de uçup gideceği için, hiçbir şeye benzemeyen, büyüsü kaçmış bir ürün çıkar ortaya. O zihni sinemaya tercüme edecek bir metodoloji bulmalıyız.” Katılmamak ne mümkün! Dergide, Mehmet Samsakçı, Fatih Özgüven, Tomris Giritlioğlu, Murat Gülsoy ve Beşir Ayvazoğlu gibi yazarların makalelerini de kaçırmamanızı tavsiye ederim. Tanpınar’ın film eleştirilerine gelince, yanda parçalarını okuyacaksınız; işte onlar bence hepsinin en şahanesi, pastanın kreması.

        ‘Yüzük’ senaryosundan

        “Üsküdar ve Kuzguncuk iskelelerinde kamera vapurun içinde girenler, çıkanlar üzerinde çalışacak, Beylerbeyi iskelesinde bu çalışma daha geniş tutulacaktır. Yolcular: Memurlar, küçük esnaf, daktilolar, bir-iki düşkün kadın, genç talebeler, fakir insanlar. Kamera vapurun salonunda ve iskelede ayrı ayrı çalışacak; tipik çehre, yorgunluk, eve girmek korkusu, evine erişmek saadeti gibi ifadeler arayacaktır. Bir küçük çocuk tespit edilir. Rejisör ve operatör bu iskelede karanlık sudan bir manzara yakalamağa çalışacaktır. Bu manzara sembol gibi filmin jeneriğinde de kullanılacaktır. Bu manzaranın ifadesi, bilinmez dediğimiz şey ve onun emrindeki insan kaderidir. İskelenin iki yanında Beylerbeyi kahvesinin önünde birkaç sandal. Rıhtımda bir yerde balık ağları.”

        Tanpınar’ın film eleştirilerinden

        Serseri Âşıklar, Jean-Luc Godard, 1960

        “Modern bir ‘Romeo ve Juliet’. Fena değil hatta belkemiği çarpık olmasa harikulade tarafları var. Camus’nün ‘Etranger’sinin başka türlüsü. Belki de hiç benzemiyor. Fakat entelektüeller modern hayatı bu gözle görmeyi tercih ediyorlar. İlla ki bütün değerleri iflas etmiş olsun! Mamafih dediğim gibi fena değildi.”

        Orfe’nin Vasiyetnamesi, Jean Cocteau, 1950

        “Bu geceyi ‘Orfee’de geçirdim. Film tam manasıyla Cocteau idi. Picasso ve Stravinsky müziği, bir İspanyol takımı. Hülasa fantastik bir yığın sabun köpüğü, asır başı modernizmi, kendi havası, kendi deseni. Komik sahnelerine, insicamsızlığına, irreel taraflarına rağmen insanı yakalıyor. Cocteau’nun kitapları gibi, her an bırakabilirsiniz. Fakat bırakmıyorsunuz. Sonunda da Cocteau’nun yalan ve hakikati tek probleminiz oluyor. Ne reddedilecek tarafı, ne kabul imkânı var. Elma gibi, herhangi bir şey gibi.”

        Korkunç Ivan, Sergei M. Eisenstein, 1945

        “Çok uzun. Üç saat sürü- yor. Barbar, zengin hatta aç gözlü, hiçbir ekonomisi olmayan, romantik bir eser. İhtilal nazariyesi, tarih hatası, iyi niyet, hesaplı romantizm, hakiki deha ve buluş gırla gidiyor. Teferruatının hemen hepsi güzel başka film bilmem var mıdır? Fakat Ivan’ın şahsiyetinin mübalağası ve o romantik jestler hepsini mahvediyor. Sanki herif ‘Queen Christina’nın Garbo’suna imrenmiş”.

        BU HAFTA NE OKUSAK?

        İlk kitap, Tanpınar’ın kuramcı yönüyle tanışmaya hazırlık adına mükemmel seçim. İkincisiyse, yazarın yarım kalmış ama araştırmacı Handan İnci’ye göre “film yapılsın diye yazılmış hissi veren” romanı.

        On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyat Tarihi Ahmet Hamdi Tanpınar Dergah Yayınları

        Aydaki Kadın Ahmet Hamdi Tanpınar Dergah Yayınları

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar