'Âkıl' adamlar, 'âkıle' kadınlar ve 'makul' bir barış
TÜRKÇE'de kullandığımız, başka dillere çevirmekte zorlandığımız kilit kelimeler var. Öyle kelimeler ki az harfle çok şey söylüyorlar bu topraklar hakkında. "Gurbet" mesela. İngilizce'de hiçbir kelime düşünemiyorum ki tam olarak karşılasın "gurbet"in anlamını, tınısını. "Sürgün" desen değil, "uzak" desen yetmiyor, "göçmen/göçebe/gezgin..." hiçbiri olmuyor. Ancak tarihi boyunca nice vatandaşı gurbetlerde yaşamış bir kültür çıkarabilir böyle bir kelimeyi....
Yahut "helalleşmek" fiili. Tam olarak "barışmak" değil, "uzlaşmak" değil, "anlaşmak" değil ama bunların hepsini kapsıyor. Daha öte, daha derin, daha duygusal bir boyut var "helalleşmek" fiilinde. Her şeye rağmen gelen bir bahar adeta. Kürtler ve Türkler için şimdi aslında helalleşme zamanı.
Lakin helalleşmek hemen olmuyor, kolay gerçekleşmiyor. Çaba istiyor, emek istiyor, dikkat istiyor. Bu ideali bizden evvel yakalayan/yakalayamayan ülkelerin tecrübelerinden öğrenecek çok şeyimiz var muhakkak.
Güney Afrika geçtiğimiz yüzyılın en kanlı bölünmelerinden birine mekân idi. Siyahlar ve beyazları iki apayrı ve uzlaşmaz insan türü kabul eden "Apartheid" sadece utanç verici ve sistematik bir politika değil, maalesef binlerce insanın inandığı ve içselleştirdiği bir ırkçılık felsefesiydi. Barışa uzanan çetin yolda, 1995'te Cape Town'da "Hakikat Komisyonları" kuruldu.
O zamanlar henüz muhalefet lideri olan Nelson Mandela da bunlara büyük destek verdi. Üyeleri başta dini lider Desmond Tutu olmak üzere toplumun içinden seçilmiş "âkıl adamlar ve âkıle kadınlar"dı. (Bu arada Murat Bardakçı'nın yerinde müdahalesi sonucu basın mensuplarının ellerinde Osmanlıca sözlükler görüyorum, müthiş hoşuma gidiyor. Hepimizin başucunda olmalı zaten Osmanlıca bir lügat. Benim favorim öteden beri Ferit Devellioğlu'nunkidir, söylemeden geçemedim.)
*
Güney Afrika "âkıl adamlar ve âkıle kadınlar" rehberliğinde, birbirinden düşündürücü, üzücü ama son tahlilde gerçek insan hikâyeleri dinledi. Maksat yaraları deşmek değildi; acıları konuşmak ve paylaşmak suretiyle azaltabilmekti. Yası ve matemi, acıyı ve hüznü ortaya koyabilmek ve ardından zor da olsa "affedebilmek" yahut yeni bir mevsime geçebilmek için helalleşebilmek umuduyla...
Yedi binden fazla başvuru oldu komisyonlara seneler içinde. Bunlardan binlercesi kamuya açık paylaşımlara dönüştü. Güney Afrika bu sayede az zamanda inanılmaz bir mesafe kat etti. Birbirine düşman iki halk, ortak bir söylem, ortak bir demokrasi inancı etrafında kenetlendi.
Oğullarını faili meçhul cinayetlerde kaybeden aileler, analar, eşler, sevgililer... Gelip anlattılar birer birer: Kâh polisin, kâh derin devletin, kâh aşırı görüşlü ırkçı çetelerin yaptıklarını. Bunlardan kimileri affedildi, kimileri affedilmedi. Ama sırlar kalktı ortadan. Bir esrar perdesi aralandı. Ve en önemlisi, derin acılar yaşamış insanlar, kimselerin yanında dökemedikleri gözyaşlarını dökme fırsatı buldular.
Türkiye bir barış sürecinden geçiyor. Bu memleketi seven herkesin dilinde ve kalbinde bir özlemdir barış. Ve huzur. Ve çoksesli bir demokrasi. Nice insan hikâyesi var tarihimizin sayfaları arasında bekleyen ama bir türlü kabuk tutmayan, kurumayan. Bunların anlatılması, yazılması, paylaşılması da önemli.
İntikam için değil, husumet için değil, körü körüne bir hafıza uğruna değil; gerçek bir barış ve huzurun sağlanması ve devam etmesi için. Aslında, helalleşebilmek için. Şimdi hem Türklerin hem Kürtlerin, hem Ermenilerin, hem Musevilerin, hem Zazaların... Velhasıl her kimliğin hikâyesini aktarabilme özgürlüğü olmalı. Empati olmadan barış da olmaz. Empatinin yeşermesi içinse evvela insan hikâyelerine kulak vermeli...