Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Can Yücel, Türkçe’nin en güzel küfreden şairidir. Onun küfürleri ile Meclis kürsülerinden işitilen küfürlerin ne doğası ne de insanlar üzerindeki etkisi aynıdır. Kelimenin ne olduğu kadar nasıl söylendiği de önemlidir işte

        Elinizde sihirli bir değnek olsa yahut olağanüstü bir yetki, küfrü topyekûn yasaklar mısınız? Kaldırır mısınız büsbütün tedavülden? Çıkartır mısınız tekmil küfürbaz ve hakaretamiz ve ağulu ve öfkeperest kelimeleri sözlüklerimizden?

        Hayal gücü bu ya, gelin, düşünelim bir anlığına da olsa. Farz edelim mevcut böyle mükemmel bir silgi. Siler misiniz her nevi küfrü ve kem sözü bir toplumun gündelik hayatından? Bir yanım içten içe "Evet" demeye meyyal olsa da, benim cevabım: "Hayır."

        Küfür var, küfür var. İşin aslı, galiba küfrün bir değil, tam üç hali var. Biri diğerine benzemez zinhar.

        Küfrün kati hali: En beteri, en vahimi, en çok yaralayan ve geride hasar bırakanı. Yol ortasında arabaları birbirine çarptı diye tekme tokat kavgaya tutuşan iki yabancı; üniversitelerde ideolojik bölünmelerde taşlı sopalı birbirine girişen gençler; stadyumlarda hakeme lanet yağdıran taraftarlar; yahut Meclis'te rakip parti temsilcilerinin üzerine yürüyen ve hepimizi utandıran siyasetçiler...

        Tüm bu ve benzeri bağlamlarda, her zaman olduğu gibi hep analar ve bacılardır küfürlerin öznesi, şaşmaz hedefi. Birbirlerini "düşman" belleyen erkekler ağız dolusu küfürler yağdırırken teğet geçer kelimeler onları, gene kadınlar incinir. En çok kadınlar incinir bu ülkede.

        Masuro Emoto, Japon bir sanatçı. "Su damlalarına hayat veren fotoğrafçı" olarak biliniyor. Senelerdir farklı ülkelerden su kristallerini alıp dijital ortamda görüntülüyor. Sonra bunları karşılaştırıyor. Su kristallerine müzik dinletiyor mesela. Bach dinleyen bir damla ile heavy metal dinleyen damlanın enerjileri farklı oluyor. Ama daha ilginci, bazı su kristallerine sevgi dolu sözler dinletiyor; bazılarına da hakaret ve küfür içerikli laflar.

        İkinci gruptakilerin fotoğrafları çekildiğinde ekrana yansıyan enerji karman çorman, soğuk ve itici bir keşmekeş. Sevgi gören damlalar ise ahenkli ve dengeli bir bütün olarak beliriyor, ışıklı bir o kadar. Diyor ki sanatçı, şayet küfür bir su damlasına bu kadar zarar veriyorsa, yüzde 70'i su olan insana neler yaptığını düşünün. Yahut yüzde 70'i su olan dünyaya....

        Bilimsel araştırmalar benzer bulgular ortaya koyuyor. Küfreden veya küfür dinleyen insanlarda fiziksel-kimyasal değişimler yaşandığı biliniyor. Ellerde terleme, yüzde yeni çizgiler, katlanarak artan bir anksiyete ve gerginlik. Negatif bir enerji bulutu.

        Lakin bir de küfrün ikinci hali var ki birinciden alabildiğine farklı. Bundan uzun seneler önceydi. Pılımı pırtımı toplayıp İstanbul'a yeni varmışım; bu şehrin içten içe beni -keza tüm kabına sığmaz, kendine yetmez şaşkınları- çağırdığına inanmışım.

        Zihnimde hikâyeler, parmak uçlarımda kelimeler. Saçlarımdan harf topladığım, rüyalarımda roman karakterleriyle dans ettiğim günler. Hep İstanbul'u dinliyorum o dönem; gözlerim kapalı ve yürek gözüm açık. Sokaklardan duvar yazıları topluyor, insan suretlerinde anıları yakalıyorum. Öyle delişmen bir dönem.

        Yeni taşınmışım mini minnacık bir eve. Mobilyam filan yok henüz. Üst üste kitap dolu kutular var. Gece geç saatte, pencereden bakıyorum. Tek başına, sarhoş bir travesti iniyor Kazancı Yokuşu'ndan. Ayakkabılarından birinin topuğu kırılmış. Küfrediyor kendi kendine. Şehre, cümle erkeklere, böyle gelmiş böyle giderciliğe, belki de son tahlilde kimseye, bir tek kendine küfrediyor.

        Ve ben pencereden bakıyorum. Buruk bir tebessüm dudağımda. O sahne çıkmıyor aklımdan. Yazılarıma sızıyor senelerdir. Şimdi ben o travestinin "hedefsiz" ve "kanadı kırık" küfürleri ile küfrün katı ve saldırgan halini nasıl aynı kefeye koyabilirim?

        Gelelim küfrün üçüncü ve gaz haline. Uçar. Bulutumsudur ya ağırlık yapmaz. Kafa kırmaz. Kalp de. Mizahtır. Zekâdır. Söylenmeyenin dışavurumudur. Baskıya karşı isyandır. Serzeniştir. Tek tipleşmeye rağmen bireysel duruştur. Asidir. Yaramazdır. Haylazdır. "Yanlış"tır ama kötü niyetli değil...

        Can Yücel, Türkçe'nin en güzel küfreden şairidir bu anlamda. Onun küfürleri ile Meclis kürsülerinden işitilen küfürlerin ne doğası ne de insanlar üzerindeki etkisi aynıdır. Kelimenin ne olduğu kadar nasıl söylendiği de önemlidir işte...

        Velhasıl küfrün katı haline karşıyım toptan. Hele Meclis çatısı altında duymak istemiyoruz bu lafları.

        Ama küfrün sıvı halini anlıyor yüreğim, yargılamıyor.

        Küfrün gaz halini ise "rindane" buluyorum çoğu zaman. Lakin bir boyut var ki değişmiyor kolay kolay. Sıvı, katı ya da gaz... Küfürler hep erkeklerin ağzından yazılmış ve hep kadınları büyüteç altına almış. Ve biz, bazen "entelektüellik", bazen "liberallik", bazen "harbi ve cool olmak" adına bunu eleştirmiyoruz ya, sinmiyor içime.

        Öyleyse ne küfre toptan alerji duymak, ne küfrü romantikleştirmekten yanayım. Ne yasaklamaya kalkmak kelimeleri, (kelimeler ki onlara özgürlük yaraşır), ne de yüceltmek. Arada bir yerde, gene arafta kalmış yüreğim...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar