Irkçılığın takımı var mı?
ÖNÜMDE The Guardian Gazetesi... Didier Drogba ve Emmanuel Eboue'nin, İstanbul derbisinde maruz kaldıkları hakaretlerle ilgili yorumları okuyorum. Hem İngiliz, hem dünya basını hadiseleri yakından takip etti. Drogba, Facebook sayfasından güçlü bir yanıt verdi yaşananlara. Sözleri tepkili, sesi öfkeliydi, haklı olarak. "Seni sevindiren o iki golü de benim maymun kardeşim attı" unutulacak bir cümle değil. Yer etti zihinlerde.
Ardından Galatasaray taraftar grubu Ultraslan'ın mesajı dönmeye başladı internette. "Irkçılığa Hayır! Say No To Racism!" başlığıyla yayınlanan bildiriyi açıkçası ben merakla okudum. Futbolla ilgili olalım olmayalım, ilginç ve düşündürücü bir çıkıştı. Zira sadece bugünle sınırlı kalmadan, geçmişten de somut örnekler vererek bir çerçeve çiziyor, bir duruş sergiliyordu.
Ben futbol taraftarlarının, yorumcularının ve yöneticilerinin, şiddete, ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe HAYIR diyebilmelerini, bunu netlikle ifade etmelerini son derece önemli buluyorum. Öte yandan ince bir çizgi var galiba. Bütün futbol ve spor camiasına hâkim olan ayrımcı söylemleri ve tutumları konuşabilmek gerek. Aksi takdirde iş, tek bir takımı büyüteç altına alıp onu suçlamaya ya da onda adeta "yapısal" bir bozukluk olduğunu ima etmeye dönüyor ki, bunun da tek bir sonucu olabilir: Karşıt tepki.
*
Nitekim ben bu satırları yazarken Fenerbahçe Kulübü bir basın toplantısı düzenliyordu. Irkçılık yaptığı suçlamasıyla gündeme gelen taraftarın da katıldığı bir toplantı. Fotoğrafı çeken foto muhabiri, iki takımın da o esnada sahada olmadıklarını söyleyerek başka bir boyut kazandırdı tartışmaya.
Dikkatimi çeken nokta, "Türk kültüründe olmayan bir suçlama" ile karşı karşıya kaldıklarını dile getirdiler. Günceli bir kenara bırakırsak bir an için, gönül isterdi ki ırkçılık ve ayrımcılığın ne tarihimizde, ne toplumsal dokumuzda mevcut olduğunu söyleyebilelim. Ama doğru değil. Meseleyi bir insanın derisinin rengine indirgemeden bakarsak, yani kendine benzemeyeni ötelemek, ötekileştirmek olarak algılayabilirsek, ne yazık ki tarihimizden de bugünümüzden de pek çok örnek bulabiliriz.
Azınlıklara, farklılıklara, kendimize benzemeyen ve bizim gibi düşünmeyenlere yönelik tutumumuzda karnemizde kırıklarla dolu değil mi?
Ben hiçbir takımı tutmuyorum. Eşim fanatik Fenerbahçeli, dostlarım ise Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzon ve Gençlerbirliği arasında fena halde bölünmüş durumdalar. Yani, birçoğumuzun çevresinde olduğu gibi.
Maçlara sürekli giden arkadaşlarımla konuşuyorum. Biraz mahcubane, gözlerini kaçırarak, biraz da şakaya vurarak, "Eh oluyor böyle aralarda; laflar, sloganlar, küfürler çıkıveriyor o anki adrenalinle" diyorlar. Ürkütücü bir "normalleştirme" var bu söylemde. "O anki adrenalinle" açıklamasında.
*
Şüphesiz ki futbola yayılan ırkçılık bir-iki Fenerbahçe taraftarıyla sınırlı değil. Ve şunu da unutmamalı ki, sadece Türkiye'nin meselesi değil. Dünya futbolunda ırkçılık sürekli gündemde. Lakin fark şurada: Başka ülkeler bu konuda somut, net ve yapıcı adımlar atıyor. Bu tür üzücü hadiselerin yaşanmaması, insanların bilinçlendirilmesi, gerekirse cezalar kesilmesi için.
Bizlerse daha ziyade iki eğilim sergiliyoruz. Ya bir şekilde geçiştiriyoruz, hani şu malum "adrenalin" açıklamasına sığınarak ya da meseleleri alıp, büyüteç altına koyup, karşıt takıma yüklenmek için adeta bahane olarak kullanıyoruz. Her iki halde de gerçekleri konuşmuyor, kendi içimize sinen ayrımcılık ve cinsiyetçilikle yüzleşmiyoruz.
"Muz hadisesinde" hakikat nedir bilmiyorum. Ama bir kenara bırakırsak, kaçımız samimiyetle iddia edebiliriz Türkiye'de futbolun önyargılardan ve şiddetten arınmış olduğunu. 19 yaşında bir genç öldürüldü. Bıçaklanarak. Hiçbir şey bunu değiştirmiyor.
Keşke takımlar ortak hareket edebilseler. Keşke bir ortak duruş sergileyebilseler. Ama beraber. Irkçı ve cinsiyetçi ve söylemsel/fiziksel şiddete geçit vermeyeceklerine dair bize bir vaatte bulunsalar. Ve tutsalar sözlerini. Çünkü şiddetin takımı yok.