Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Tasavvuf Nedir?

        Tasavvuf, İslam dininin zahir ve batın hükümlerinin birlikte yaşandığı manevi, rûhani ve derûni hayat tarzının ve buna ait ilmin genel adıdır. 

        Manevi, rûhani ve mistik hayat, insan tabiatının gereği olarak, genel manada bütün dinlerde var olan bir olgudur. Tasavvuf, İslami ilimlerin özü ve zirve noktası olarak değerlendirilir. Cibril hadisinde "İslam ve iman"dan sonra anlatılan "ihsan"a ermenin usulünü öğreten ilmin; ve bunun yollarını gösteren kurumun adıdır. Tasavvuf, İslam'ın ruhani hayatı ve İslam Peygamberi'nin şahsında temsil ettiği manevi otoritenin kurumsallaşarak yaygınlaşan şeklidir.

        Manevi ve ruhani hayat, Hz. Peygamber'in saadet çağında "ihsan" olarak anılmış; "takva, tezkiye, nefs ile mücahede ve zühd" şeklinde yaşanmıştır. Hz. Peygamber'in etrafında ve ona gönülden bağlı, dini ve manevi duyguları onunla birlikte nezih bir biçimde yaşamaya çalışan saadet neslinin adı "sahabe"dir. Hz. Peygamber'e yakınlık, onları "sahabe"den başka bir ad ve sıfatla anılmaktan müstağni kılmıştır. Sahabilere yetişenler "tabi'i", tabi'ine yetişenlerde "tebe-i tabi'i" olarak bilinir. 

        Saadet çağından sonra refah, lüks ve israfın yaygınlaşması üzerine bazı duyarlı kimseler, zahidane rûhani hayatı özleyerek, dünyaya ait ilgi ve sevgiyi terkedip zühdi hayata yöneldi. Dünyanın cazibe ve tuzaklarından kendini korumaya çalışan bu kimseler "zahid/dünyaya değer vermeyen", "abid/ibadete düşkün", "nasik/münzevi" ve "bekka/çok ağlayan, gözü yaşlı" gibi isimlerle anıldı. Hicri ikinci asırdan sonra farklı mezheplere bağlı zahid ve abidler içinde tevazu göstergesi bir elbise sayılan suf/yün giymeyi şiar edinen ehl-i sünnet mensuplarına sûfi adı verilmeye başlandığı bilinmektedir. Tasavvuf, "sûfi" kelimesinden türetilmiştir. Kelimenin "ashab-ı suffe", "safa/safvet", "sofia" ve "sûf" köklerinden geldiği öne sürülmüşse de, en çok kabul gören sûf/yün kökünden türetildiğidir. Hicri ikinci asırdan itibaren İslam'ın ruhi ve manevi hayatını derinlemesine yaşamaya çalışanlara genellikle sûfi, onların ilim ve yollarına tasavvuf adı verilmiştir.

        Peygamberimiz'in Allah ile ilişkilerinde yaşadığı haşyet duygusu, yaratılmışlarla irtibatında egemen olan merhamet, dünya nimetlerine karşı tavrındaki zühd, tasavvufun nebevi temelleridir. Hz. Peygamber (s.a.v.) saadet çağında henüz adı konulmamış tasavvufi hayatın örneklerini bu çerçevede yaşamış ve yaşatmıştır. Tasavvufun yaşamak ve tatmakla anlaşılan "hal ilmi" olma özelliği ruhi tecrübeye dayanmakta ve bazen "irfan" adıyla anılmaktadır. Bu yüzden Temel İslam İlimleri olarak bilinen Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Kelam'dan farklı olarak Tasavvuf, bilgiden çok duygu ve manevi hali ifade etmektedir. 

        Tasavvufun hal olması, onu kitaptan öğrenmek yerine bir mürşidden uygulamalı olarak öğrenmeyi gerekli kılmaktadır. Tasavvufun hal boyutu, Hz. Peygamber'e ulaşan bir silsileye sahip bir mürşid-i kamilin nezdinde seyr u sülûk ile halinden ahz-ı feyz etmekle gerçekleşir. 

        Tasavvuf, hal olduğu kadar bir ilimdir. Çünkü hicri II. asırdan itibaren yazılmaya başlayan Kitabu'z-zühdler ve ardından kaleme alınan tasavvufa dair eserlerle tasavvuf klasikleri ve külliyatı, tasavvufu zengin müktesebata varis kılarak İslami İlimler arasında yer almasını sağlamıştır. Kur'an ve hadis dışındaki İslami İlimlerin ortak adı önceleri fıkıh idi. Fıkh-ı ekber denilince akaid, fıkh-ı batın ve fıkh-ı vicdani denilince tasavvuf ve ahlak, fıkh-ı zahir ya da sadece fıkıh denilince ibadet, muamelat, ukubat ve hukuk bilgisi anlaşılırdı. 

        Tasavvufi hayat başlangıçtan günümüze zühd, tasavvuf ve tarikat olmak üzere belli başlı üç dönemden geçmiştir. Zühd dönemi, saadet çağından itibaren sufi ve tasavvuf kelimelerinin kullanılıp yaygınlaşmaya başladığı ilk iki hicri asrı içine alır. Zühd hareketinin muhtelif bölgelerde yaygınlaştığı, muhaddis-zahidlerle zahid-sufilerin kitabü'z-zühd ve benzeri eserler kaleme almaya başladığı dönemdir. Tasavvuf dönemi, sufi ve tasavvuf kelimelerinin kullanılıp yaygınlaştığı, tasavvuf kavramlarının oluşmaya başladığı hicri üçüncü asrın başından tasavvufun tarikatlar olarak kurumsallaştığı VI. hicri asra kadar olan dönemdir. Tarikat dönemi ise VI. hicri/XII. miladi asırdan günüze kadar geçen süreçtir.

        Tasavvufun konusu Allah, varlık ve insandır. Allah'ı keşf, ıyan, vecd ve vicdan itibarıyla zat, sıfat, şüûn ve fiilleriyle tanımaktır. Buna ma'rifet-i ilahiye denir. Ayrıca ruh ve nefs itibarıyla insanın yapısını tanımak ve tanıtmak; kalp tasfiyesi, nefs tezkiyesi ve ahlakın yüceltilmesi yollarını incelemektir. Tasavvufun konusu "tahalluk ve tahakkuk" olarak da özetlenmiştir. Tahalluk İslam ahlakını öğrenmek; tahakkuk bunu gerçekleştirerek ahlaki ve manevi yükseliş ile bazı tahkiki bilgilere ulaşmaktır. Bir başka ifade ile tasavvufun halka dönük olan tarafı tahalluk, Hakk'a dönük ciheti ise tahakkuktur. Seyr u sülûk için gerekli şartlar, manevi makam ve haller; vecd, istiğrak, aşk, sevgi, nefret ve kin gibi duygular ve bunlara dair bilgiler tasavvufun konusuna dahildir. 

        Tasavvufun amacı, insanı kötü ahlak ve çirkin huylardan uzaklaştırmak, güzel vasıflarla bezemek, Hz. Peygamber'e tam bir ittiba ile Allah ve Rasûlü'nün ahlakıyla ahlaklanmış "insan-ı kamil" yetiştirmektir. Bu ana gayede bütün mutasavvıflar ittifak halinde olmakla birlikte, gerçekleştirilmesi konusunda ön görülen vasıta ve yollar farklıdır. Bir kısım mutasavvıflar bu gayeye ibadet ve taatle; bir kısmı riyazetle; bir kısmı ise aşk ve vecdle erişileceğini ifade eder. Bu yolculuğun nihai sınırı vuslattır. Vuslata ermek, "üsve-i hasene" olan Allah Rasûlü'ne ittiba ile onun veraset-i maneviyesine sahip olmaktır.

        Zühd döneminde İslam dünyasının muhtelif yörelerinde farklı özelliklere sahip zühd mekteplerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Basra'da Hasan Basri (ö. 728)'nin temsil ettiği korku ve hüzne dayalı zühd mektebi ile Rabiatü'l-Adeviyye (ö. 801)'nin temsil ettiği muhabbet ve sevgiye dayalı zühd mektebi, en dikkat çekici olanlardır. Rabia "muhabbetullah"ı, aynı yüzyılda yaşayan Ma'ruf Kerhi (ö. 815-16) ise "ma'rifetullah"ı zühdün esası yaptı. İlk zahid sufilerinden Rabia ve Davud Tai (ö. 781) bekardır. Davud Tai kitaplarını nehre atarak riyazete yönelmişti.

        İlk iki asrın zahid-sûfileri genellikle Basra, Kûfe ve Horasan'dan yetiştikleri halde IX. ve X. Asrın mutasavvıfları İslam memleketlerinin hemen her tarafından, tasavvufun değişik boyutlarıyla temayüz etmişlerdir. Basra'da Sehl b. Abdullah Tüsteri (ö. 896), Kûfe'de İbn Semmak (ö. 799), Horasan'da Ahmed b. Harb (ö. 848), Hatim-i Esamm (ö. 851), tevekkül ve fütüvvet ağırlıklı Horasan tasavvufunun temsilcilerini oluşturur. 

        Bayezid Bistami (ö. 848), sekri sahvına, mahvı isbatına galip ve şatahat üslûbuyla konuşan bir sûfidir. Sözlerinde "fena fillah" ile benlikten geçmeyi ve sekr halini anlatır. Haris b. Esed Muhasibi (ö. 857), er-Riaye adlı eserinde sûfinin eğitim içinde geçireceği gelişmeleri, bu gelişmeler sırasında ortaya çıkabilecek hakikatleri ve tecelli edebilecek marifet ve bilgilerle maneviyat yolunun sıkıntılarını anlatır. Ona göre "batınını murakabe ve ihlasla doğrultan kimsenin zahirini Allah, mücahede ve sünnete ittiba ile süsler." Cüneyd Bağdadi (ö. 909) Bayezid Bistami'nin sekrine mukabil, "sahv ve temkin"in mümessili sayılır. Cüneyd, sahip olduğu sistematik kafa yapısı sebebiyle tasavvufun esaslarını yaymada etkin olmuş ve tesiri yıllar boyu sürmüştür. Hakim Tirmizi Ebû Abdullah Muhammed b. Ali (ö. 932) "Velayet" konusunda yazdığı Hatmu'l-evliya adlı eseriyle dikkat çekmiştir. 

        Muhasibi ile başlayan ve Hakim Tirmizi ile devam eden tasavvuf klasikleri, Ebu Nasr Serrac (ö. 988)'ın el-Lüma'ı, Ebû Bekir Kelabazi (ö. 990)'nin et-Taarruf'u, Ebû Talib Mekki (ö. 996)'nin Kûtü'l-kulûb'u, Abdülkerim Kuşeyri (ö. 1072)'nin er-Risale'si, Ali bin Osman Cüllabi Hücviri (ö. 1072)'nin Keşfü'l-Mahcûb'u, Muhammed Gazzali (ö. 1111)'nin İhyau ulûmi'd-din'i, Ebû Hafs Ömer Sühreverdi (ö. 1234)'nin Avarifu'l-maarif'i, Muhyiddin ibn Arabi (ö. 1240)'nin Fusûsu'l-hikem'i ve Mevlana Celaleddin Rûmi (ö. 1273)'nin Mesnevi'si ile tasavvufun sistematik bir ilim haline gelmesine katkılar sağladı. Özellikle Kuşeyri ve Gazzali sünni tasaavvufun sitemleşmesini gerçekleştiren önemli iki şahsiyettir.

        Gazzali sonrası tasavvuf bir yandan tarikatlar şeklinde kurumsallaşma sürecine girdi. Bağdad'da Abdülkadir Geylani (ö. 1165-66), Ortaasya'da Ahmed Yesevi (ö. 1166), Basra'da Ahmed Rifai (ö. 1182) ve Kuzey Afrika'da Ebu Medyen Mağribi (ö. 1198) ilk tarikat kurucuları arasında yer aldı. Ardından İslam ülkelerinin muhtelif bölgelerinde Sühreverdilik, Çiştilik, Şazelilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Bedevilik, Desûkilik, Nakşbendilik, Halvetilik ve Bayramilik gibi, sayıları yüzlerle ifade edilen tarikat ve şubesi kuruldu. Diğer yandan İbn Arabi vahdet-i vücud; İbnü'l-Farid (ö. 1234) aşk; Mevlana Allah, insan ve aşk konularında çığır açıcı eserler yazdı. Bu üçünün eserlerine yüzlerle ifade edilen şerhler yapıldı. Ahmed Yesevi ve Yunus Emre Türk tasavvufi halk edebiyatının gelişimine öncülük etti. Divan edebiyatı tasavvufi mazmunlarla derinlik kazandı. 

        Vahdet ve tevhid fikri, tasavvufi düşüncede varoluş yorumunun temelini oluşturur. Tasavvuf varlık konusunu "vahdet-i vücûd/varlığın birliği" ve "vahdet-i şühûd/görülenin birliği" adıyla inceler. Vahdet-i vücûd varlık birdir, o da Hakk'ın varlığından ibarettir. Ondan başka "kaim bi-nefsihi/varlığı kendinden" bir varlık yoktur. Diğer bütün varlıkların varlığı O'nun varlığına bağlıdır. Vahdet-i vücud anlayışı İbn Arabi ve talebeleri tarafından güçlü bir biçimde ifade edilmiş, İbn Arabi'nin bu vadideki eseri Füsûsu'l-hikem'e pek çok şerh yazılmıştır.

        İmam-ı Rabbani vahdet-i vücûd yerine vahdet-i şühûd kavramını kullarak ona farklı bir boyut kazandırmıştır. Vahdet-i şühûd, kulun alemde Hakk'ın tecellisinden başka bir şey görmemesi, masivanın büsbütün gözünden kaybolarak sadece Bir'i görür hale gelmesi, demektir. Bu durum güneş ışığı çıktığında yıldızların görünmez olmasına benzetilir. Aslında yıldızlar yerindedir, ama güneş ışığı onların görülmesine imkan vermemektedir.

        Tasavvufun geliştirdiği fütüvvet anlayışı, fütüvvet ve ahilik teşkilatının kurumsal kimlik kazanmasını sağladı. Abbasilerin son döneminde ortaya çıkan fütüvvet, Anadolu Selçuklularında Ahilik adıyla örgütlendi. Osmanlı'nın kuruluşunda Ahilik, Babailik, Yesevilik, Zeynilik ve Rifailik gibi tasavvuf grupları etkin olmuş, Anadolu ve Balkanların fethi ve İslamlaşmasında önemli rol oynamıştır.

        Tasavvufun dini bir hareket ve düşünce sistemi olarak başlangıçtan itibaren dini hayatın bireysel ve toplumsal olarak vecd ve coşku ile yaşanmasında; dinin yeni muhitlere, kişi ve kitlelere tanıtımı ile davet, irşad ve tebliğ hizmetinde önemli katkıları olmuştur. İslam'ın yayılması konusunda bazen ülke ve beldelerin fethinden önce, bazen de sonra, gönüllerin fethini gerçekleştiren "leşker-i dua/davet erleri" denilen tasavvuf mensuplarının önemli hizmetleri vardır.

        Bununla birlikte tarih boyunca tasavvufun muhalifleri de var olagelmiştir. Bazı selefi düşünce mensuplarıyla bazı kelamcılar, Osmanlı döneminde 17. yüzyılda Kadızadeliler, son yüzyıllarda ise Vahhabiler tasavvufa karşı çıkanların başlıcalarıdır.

        Kültür ve medeniyet inşası için gerekli olan incelik, estetik ve sanat algısının gelişiminde tekke ve tarikat gibi tasavvuf kurumları ile mensuplarının ayrı bir yeri vardır. Şiir, mûsiki, hat ve tezhip gibi güzel sanatlar tasavvuf muhitlerinde gelişip yaygınlaşma imkanı bulmuştur. 

        YAZAR

        Hasan Kamil Yılmaz

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa