Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Sosyoloji/Toplumbilim Nedir?

        Sosyoloji en genel anlamıyla, insan toplumlarını sistematik olarak inceleyen bilimdir. Bununlar birlikte sosyal bilimcilerin "toplum"un doğasına, toplumsal ilişkilerin nasıl kurulduğuna, toplumsal işleyişin nasıl gerçekleştiğine ve toplum-birey ilişkilerinin mahiyetine ilişkin yaklaşımlarına göre farklılık gösteren sosyoloji tanımları/anlayışları da mevcuttur. Örneğin toplumu bireylerin üzerinde zorlayıcı bir güç ve onlara dışsal bir gerçeklik olarak kavrayan Émile Durkheim'e (ö. 1917) göre sosyoloji "kurumların, onların ortaya çıkışının ve işleyişinin bilimi"dir. Max Weber (ö. 1920) ise oldukça muğlak olduğunu düşündüğü "sosyoloji"yi, "toplumsal eylemi yorumlayarak anlamakla ve dolayısıyla onun seyrinin ve sonuçlarının nedensel açıklamasıyla ilgilenen bir bilim" olarak tanımlar. Sosyal bilimcilerin topluma ve sosyolojiye ilişkin bu farklı tanımları, onların toplumu incelerken kullandıkları metodolojilerini de farklılaştırır. Sosyoloji kendine atfedilen tüm bu görevleri; toplumun özüne, doğasına, kapsamına, dinamiklerine, toplum içerisindeki bireyin rolüne ve bireylerin gerek birbirleriyle gerekse de kurum, norm, değer, grup ve toplumla ilişkilerinin mahiyetine dair sorular sorup cevaplarını aramak suretiyle yerine getirir. Soruların ve sorulma biçimlerinin kökenindeki farklılıklar; toplumun doğasının, dinamiklerinin, toplumsal değişimin istikametinin ve toplumsal yapının mahiyetine ilişkin cevapların da çeşitlilik göstermesini beraberinde getirir.

        Sosyoloji, erken dönemi itibarıyla, "modern sanayi toplumu"nu inceleyen bir disiplin olarak tasarlanmıştır. Temel olarak geleneksel toplumdan modern topluma geçişte yaşanan toplumsal krizleri ve altüst oluşları anlayabilmek, belirli bir çerçeveye oturtabilmek ve elbette çözümleyebilmek amacıyla 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Temel kavramları, kuramları, ilgi alanları, soruları ve yöntemleri bu toplumsal ve tarihsel ortam içerisinde şekillenmiştir. Çözümlemeye ve çözmeye çalıştığı pratik sorunlara bağlı olarak sosyolojik yaklaşımlar temelde modern toplumu meydana getiren dört temel sürecin ya da devrimin oluşturduğu entelektüel ve tarihsel birikimin izlerini taşır: doğa bilimlerindeki gelişmeler (bilimsel devrim), felsefe ve sanat alanında yaşanan gelişmeler (Reform ve Rönesans hareketleri, Aydınlanma felsefesi), Sanayi Devrimi ve siyasi devrimler. 

        18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Avrupa'da gerçekleşen hızlı ve köklü dönüşümleri ve bu dönüşüm sürecinde yaşanan toplumsal krizleri kavramaya, çözümlemeye ve yönünü belirlemeye çalışan Adam Ferguson (ö. 1816), Herbert Spencer (ö. 1903), Saint Simon (ö. 1825), Vico (ö. 1744), Pareto (ö. 1923) gibi pek çok isim sosyolojinin ön-tarihi içerisinde değerlendirilir. Le Play (ö. 1882), Worms (ö. 1926), Tarde (ö. 1904), Tönnies (ö. 1936), Simmel (ö. 1918) ve daha pek çok isim belli alanlara yoğunlaşmış çalışmaları ve özgün yaklaşımlarıyla sosyoloji tarihi içerisinde önemli bir konuma sahiptir. Ancak toplumu araştıracak "yeni" bir disiplinin kurumlaşmasını sağlayanlar; gerek bu disiplinin isim babalığını yapmaları gerekse disiplinin sınırlarını net ve kesin hatlarla belirlemeleri, bu yeni disiplinin inceleme nesnesini açıkça tanımlamaları ve diğer bilimlerin yetersiz kaldıkları noktalarda modern toplumun beklentilerini karşılayabilecek yeni yaklaşımlar ve açıklamalar getirmeleri nedeniyle Auguste Comte (ö. 1857), Émile Durkheim, Karl Marx (ö. 1883) ve Max Weber olarak kabul edilir. 1940'lar ve 1950'lerdeki çalışmalarıyla Talcott Parsons da benzer bir etkiyi ABD'de yapmıştır. "Klasik sosyal teori"nin kurucusu niteliğindeki bu isimler, post-endüstriyel toplumlarındaki yapısal dönüşümlerle birlikte belli eleştirilere maruz kalmışlarsa da klasikleşen eserleri ve kuramlarıyla çağdaş sosyal teori içerisinde varlıklarını sürdürmektedirler.

        Sosyolojinin kendisine inceleme konusu olarak seçtiği toplum, tarih boyunca ortaya çıkmış bütün insan birlikteliklerinden ziyade belli bir zamanda ve belli bir mekanda ortaya çıkmış özel ve tarihsel bir toplumdur. Sosyolojik araştırmanın gündemi ve ilgi alanları, Batı Avrupa'nın sanayileşme/modernleşme dönemi koşullarınca belirlenmiştir. Disiplini kateden bu tarihsellik, sosyolojinin -bizzat kendisinin doğasından, muhtevasından, yönteminden ve işlevinden başlayarak- kavramları ve açıklamaları üzerinde de mutlak bir mutabakatın oluşmasını engeller. 

        Sosyoloji; antropoloji, psikoloji, iktisat ve hukuk gibi bilimlerle karşılaştırıldığında görece geç bir tarihte ve mevcut disiplinlerin açıklamakta yetersiz kaldığı düşünülen toplumsal problemlere somut cevaplar üretebilmek amacıyla ortaya çıkar ve akademik bir disiplin olarak meşruiyetini sağlar. Bu nedenle sosyoloji, her biri bireyin ya da toplumsal hayatın belli bölümleri üzerinde uzmanlaşmış mezkûr disiplinlerle yakın ilişki içerisinde olan, onların kesişim noktasında iş gören bir kavşak-disiplindir. Sosyoloji; felsefeden antropolojiye, edebiyattan tarihe, iktisattan hukuka, işletmeden psikolojiye ve hatta doğa bilimlerine varıncaya dek birbirinden farklı pek çok disiplinin üretimlerinden, kavram ve araçlarından yoğun bir biçimde yararlanır. Belli ölçüde bu disiplinlerin üretimlerini derleyip toparlamak ve bir potada eritmek suretiyle toplumsal hayatın geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin değerlendirmelerde bulunur. Bu noktada sosyolojik incelemenin kapsamı; sokakta bireyler arasında gerçekleşen karşılaşmalardan aile kurumundaki çağdaş değişimlere, toplumsal cinsiyet, kültür, kimlik ve teknolojik gelişmelerin toplumsal hayata etkisinden göç, suç, terör gibi ulusal ve küresel ölçekteki toplumsal süreçlere yayılacak denli geniştir. 

        Sosyolojik araştırma, yalnızca bilgi derlemek ve üretmekle de sınırlandırılmaz. Toplum içinde yaşayan birey dünyayı, hayat tecrübesinin (ya da Weber'in deyimiyle "hayat şansı"nın) ve sosyalleşme süreçlerinin ona kazandırdığı bakış açısıyla kavrar ve deneyimler. Sosyoloji, bireylere neden oldukları gibi olduklarını ve neden başka şekillerde değil de davranmakta oldukları gibi davrandıklarını anlamaya ilişkin çok geniş bir bakış açısı ve sorgulama becerisi kazandırır. Doğallaşmış ve neredeyse ikinci bir doğa haline gelmiş davranış kalıplarının büyük ölçüde tarihsellikle ve toplumsallıkla yüklü olduklarını öğretir. Sosyolojinin farklı toplum tecrübelerine ilişkin geliştirdiği tipolojiler, modeller, kavram ve araçlar, toplumların farklı şekillerde teşekkül ettiklerini ve edebileceklerini, değişim ve dönüşümün toplumsal hayata içkin olduğunu gösterir. 

        Günümüzde sosyolojinin anlaşılma biçimi, işlevi, kapsamı ve çalışma tarzı başlangıç dönemlerinde kendisine yönelik beklentiler ve gösterdiği özellikler ile mukayese edildiğinde önemli ölçüde farklılaşmıştır. Birbirlerinden oldukça farklı -ya da karşıt- iddiaya ve tanıma sahip olmalarına rağmen, ilk dönem sosyologlarının tamamının 'iyi bir toplum' arayışı/iddiası peşinde olduklarını söylemek mümkündür. Günümüzde ise bütün bir insanlık tarihini açıklayacak evrensel yasaları bulmaya ve insanlığa kurtuluş reçeteleri önermeye yönelik bu makro genellemeler yerini sosyolojinin (ve daha genelde de sosyal bilimlerin) daha mütevazı hedefler peşinde koşması gerektiğine dair bir anlayışa bırakmıştır. Sosyologlar, çok daha mikro alanlarda toplum içinde yaşayan bireyin mümkün eylem biçimlerinin, bu eylemlerin neden ve sonuçlarının peşine düşmekte ve yaptıkları analizlerden hareketle bugünü anlama/açıklama ve geleceği inşa konusunda daha güçlü bir konuma gelme çabasındadır.

        Başlangıcından itibaren pozitivist bir bilim olarak kabul edilen sosyoloji, insan eylemlerinin ve etkileşimlerinin toplumsallığını -genel kabul görmüş belli bilimsel prosedürlere bağlı kalmaya özen göstererek- anlama çabasındadır. Sosyoloji, hiçbir zaman, herkes tarafından genel geçer ve mutlak kabul edilen düşünceler bütününe sahip, iç tutarlılığı yüksek bir disiplin olmamıştır. Sosyologlar çoğu zaman kendi aralarında toplumsal ilişkilerin, toplumsal eylemin ve daha da genel olarak toplumun nasıl incelenmesi gerektiği konusunda tartışmıştır ve tartışmaya da devam etmektedirler. Doğa bilimleri tarzında bir "kesin bilim'" olarak kabul edilmemesi gerektiğine gerekçe olarak gösterilen "muğlak ve kesinlikten uzak bir araştırma alanı oluşu", bütünüyle inceleme nesnesinin dinamik ve değişken karakterinden kaynaklanır.

        Doğa bilimcilerinin gözlemleyip üzerine teori ürettiği olgular; işlenmemiş, herhangi bir etiketlenmeye maruz kalmamış ve verili tanımlardan uzak bir şekilde bulunurlar. Oysa sosyologların araştırdığı türden insan eylemleri ve etkileşimleri, ne kadar dağılmış, bölük pörçük olurlarsa olsunlar, hepsi o eylemi gerçekleştirenler [failler] tarafından adlandırılmış ve belli bir açıklamaya kavuşturulmuştur. Sosyologların kullanabilecekleri her terim "sıradan" insanların "sağduyu bilgisi" tarafından verilmiş anlamlar ile yüklüdür. Sosyolojik araştırmanın konusu olan olgular hakkında değerlendirmede bulunmak, onlara ilişkin belli soyutlamalar yapmak nihayetinde toplumsal eylem içerisindeki herkes için mümkündür. Bu konuda açıkça konulmuş aşılmaz sınırlar olmadığı gibi, toplumsal hayatın gerçekleri de bu türden sınırlar çizmeyi imkansız kılmaktadır. Ancak elbette belli bir sosyolojik perspektif ve "toplumbilimsel imgelem" sahibi olan sosyologlar söz konusu kavramlara, o toplumsal eylemleri gerçekleştiren faillerden farklı olarak daha nesnel, daha kapsamlı ve derin anlamlar yüklemekte ve daha uzun vadeli yorumlarda bulunmak suretiyle "sosyolojik bilgi"nin geçerliliğini sağlamaktadırlar.

        İki dünya savaşı arası dönemde Avrupa'da yaşanan toplumsal travmalar ve 2. Dünya Savaşı sonrasında sanayi toplumlarının yapısında meydana gelen iktisadi, teknolojik, toplumsal, kültürel, demografik ve siyasal değişmeler; klasik sosyolojik teorilerin temel kabullerinin ve kavramlarının çağdaş toplumları açıklamada ne ölçüde yeterli olduğunu tartışmaya açtı. Hatta bu tartışmalar kapsamında 1960'ların sonu itibarıyla "sosyolojinin sonu"ndan bahsedilir oldu. Ancak 19. yüzyıl koşullarının ürünü olan temel kabulleri ontolojik, epistemolojik ve metodolojik bakımlardan ciddi eleştirilere uğramasına karşın sosyoloji, çağdaş dünyanın ve post-endüstriyel toplumların dinamik yapısını merkeze alan bir perspektifle klasik sosyal teoriyle eleştirel bir etkileşime girmek ve -özellikle antropoloji gibi- diğer sosyal bilim disiplinleriyle daha yakın bir temas kurmak yoluyla ilgi alanlarını güncellemiş ve genişletmiş, metodolojisini zenginleştirmiş, çalışma tarzlarını ve açıklamalarını çeşitlendirmiş olarak günümüz koşullarında kendisini başarıyla yeniden üretmiş bir bilim olarak varlığını sürdürmektedir.

        YAZAR

        Yücel Bulut

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa