Gerçekçilik olarak Türkçeye çevrilen realizm, genel anlamı itibarıyla zihinde var olanların dışında zihinden ve zihindekilerdeki idelerden bağımsız olarak dış dünyada kendi başına var olan bir mevcudiyetin kabul edilmesidir. Felsefede yaygın biçimde kullanılan bir kavramdır. Felsefe dışında başka alanlarda, sanatta, edebiyatta ve sosyal bilimlerde de kullanıldığı gibi, güncel hayatta da bu kavrama sıklıkla başvurulur. Bu çok genel bir tanım olmakla birlikte yeterince açıklayıcı değildir; realizmin dış dünyada varlığı kabul edilen şeyin niteliğine ilişkin bir belirleme yapmaz, sadece zihin dışı bir mevcudiyeti kabul eden bir tutumu ifade eder. Gerçekte realizm asıl anlamını, reel olan şeyin ne olduğu sorusuna verilen cevapla kazanır.
Realizm/gerçekçilik, genel anlamı itibarıyla bir kabul tarzı, bir onaylama tutumu olmakla birlikte, bu tutum neyin onaylanacağı sorusundan ayrı düşülemez. Sadece varlığın gerçekliğinden söz edilemeyeceğine, somut gerçeklikten soyut gerçekliğe, öznel gerçeklikten nesnel gerçekliğe, tarihsel gerçeklikten zihinsel gerçekliğe, reel gerçeklikten sanal gerçekliğe kadar birçok gerçeklik biçimi söz konusu olduğuna göre, realite/gerçeklik farklılaştıkça realizm/gerçekçilik de farklılaşır. Realizm realiteye bağımlıdır. Bu da realizm kavramını hayli tartışmalı kılmaktadır.
Realizm felsefede "gerçekten var olanın ne olduğu" sorusuna cevap arandığında ortaya çıkar. İlkçağ felsefesinde Tümeller Problemi diye bilinen büyük tartışma, genel/tümel kavramların dış dünyada bilfiil var olup olmadıkları sorusuyla başlar. Katı/köktenci realistler bu kavramların dış dünyada gerçekten var olduğunu öne sürerler. Bu görüş Platon tarafından savunulur. Ona göre, tümel kavramlar zamandan ve mekandan bağımsız olarak idealar dünyasında bilfiil mevcuttur. Aristoteles ise ılımlı realist bir görüşü kabul eder. Ona göre tümel kavramlar dış dünyada birebir karşılığa sahip değildir, ama türün bütün fertlerinde gerçekleşir. Örneğin dış dünyada genel bir kavram olarak "insan" değil tekil bir varlık olarak "şu insan" vardır ve bilfiil gerçek olan odur. Ancak her tek insan ferdi genel bir kavram olan insan kavramının bireysel bir gerçekleştiricisidir. Bu görüşe kavram realizmi de denir. Bunların dışında ise tümel kavramların sadece birer isimden ibaret olduğunu savunan nominalistler (adcılar) vardır. Onlara göre tümel kavram zihinde veya dış dünyada herhangi bir gerçekliğe sahip değildir.
Zihnin dışında bir varlığı kabul eden realizm, ontolojik realizm diye adlandırılır. Gerçek olan, kendi değişmez varoluşu içinde ve kendi başına, ne ise o olarak mevcudiyetini sürdürmektedir. Onun var olmak için bilince, özne tarafından kabul edilmeye ihtiyacı yoktur. İşte nesnel varoluş budur. Bunu kabul eden kişi realist olarak adlandırılır. Ancak bu noktada, sözü edilen nesnel varoluştan neyin kastedildiği; bu var olanın somut mu soyut mu olduğu sorusu öne çıkar.
Realizm ile ilgili bazı değerlendirmelerde idealizm ile realizmin karşıt tezlere sahip olduğu öne sürülür. Oysa idea gibi soyut bir var olanın, soyut olsa da adeta nesne gibi dış dünyada varlığını sürdüren bir şeyin zihinden bağımsız olarak mevcut olduğunu kabul etmek de realist bir tutumdur. Platon'un ideaları gibi, bazı soyut varlıkların da var olduğu öne sürülebilir. Onlar soyut şeylerdir ve özneye bağlı olmaksızın var olabilirler. İdealizm böyle bir varlık anlayışına sahiptir. Bu durumda, ideaları savunan böyle bir anlayış realist bir tutuma sahip olmuş olur. Yani realizm ile idealizmin mutlak bir karşıtlığından söz edilemez. Çünkü realizm bir tutumu, öznenin bir tavrını; Platoncu anlamda idealizm ise bir varlık biçimini anlatmaktadır.
Bazı ideacı anlayışlar, örneğin Berkeley gibi filozoflar, gerçekten var olanın öznedeki ideler olduğunu öne sürmektedirler. İşte öznel idealizm diye de adlandırılan bu görüşler zihinden bağımsız bir gerçekliği kabul etmedikleri için, onların tutumuna realist denemez. Ancak onların tutumu, idealist de değildir. Çünkü idealist demekle, idea türünde bir var olanı kabul etmeyi kastetmekteyiz; ama bu idea dış dünyada değil öznede, zihindedir. Dolayısıyla bu görüşte öne sürülen tutum, öznelci bir tutumdur. Ontolojik açıdan düşününce, realizm ile karşıt olan düşüncenin idealizm değil öznelcilik olduğu ortaya çıkar. Yani realizm, sadece, öznedeki idenin varlığını kabul eden öznel idealizmin bu öznelci tutumunun karşıtıdır. Realizm nesnelci bir tutumu anlatır. O öznel idenin karşıtı olan bir şeyin varlığını kabul eder ama bunun ne ve nasıl bir şey olduğunu söylemez. Başka bir ifadeyle, realiteyi/gerçekliği ilk başta öznel ve nesnel gerçeklik olarak ikiye ayırdığımızda, realizmin hangi gerçekliğe dayandığı daha net anlaşılmaktadır. Realizm, algılansın veya algılanmasın, bir nesnel gerçekliğe dayanmayı ifade eder.
Buraya kadarki açıklamalar varlık sorusuna verilen cevapları, bizzat var olanları konu etmektedir. İnsan ise sadece "şimdi ve burada varolanlar"la sınırlı bir yaşantıya sahip değildir. O, geleceğe yönelik tasarılar yapar, birtakım kurgular oluşturur, bazı amaçlar koyar. İşte bu noktada, yaşama dünyasına inmiş, öznenin gelecek tasarımına sinmiş olan bir idealizmle, ontolojik idealizmde farklı bir idealizmle karşılaşılır. En mükemmel bir ilk örneği, tam ve eksiksiz olanı hedefleme, yaşama dünyasında ve yaşantı süreçlerinde mükemmelliği amaçlama anlamındaki idealizm, ontolojik idealizmden farklıdır. Zihninde kurgulayıp mükemmel niteliklerle donattığı bir amaca göre davranan kişinin tutumu da idealizm olarak adlandırılır. Bu manadaki idealizm de realizme karşıttır. Daha doğrusu, bazı kaynaklarda öne sürülen realizm-idealizm karşıtlığının diğer anlamı da budur. Kendi idealine, yani tam ve mükemmel kabul ettiği tasarımlarına uygun davranan kişi, kendi dışında mevcut olan ve kendi başına işleyen bir süreç oluşturan koşulları gözetmemiş olur. Oysa realizm öznenin ve öznedekinin dışında kalan koşulları da hesaba katmayı icap ettirir. Realizm kavramı, güncel hayatta, nesnel ve sabit bir gerçekliğin değil, kendi başına işleyen bir düzenin alınıp gözetilmesini ifade eder.
Realizm felsefenin dışındaki başka alanlarda da kullanılırken, buraya kadar sözü edilen temel ilkelere dayanılır. Örneğin sanatta realizm akımı, öznel bir gerçeklik olarak duygu dünyasından ve dünyaya duygusal bakıştan sıyrılmak, deneyimi ve gözlemi esas almak gerektiğini öne sürer. Duyguları ve duygusal pencereden görünenleri gerçeklik olarak öne çıkaran romantizme karşıt olarak, realizm, zihnin dışındaki bir gerçekliği kabul eden bir tutuma dayalı sanatsal eylem ve yönelimdir.
Realizm kavramı, genel tanımının dışında, realitenin ne olduğu sorusuna verilen cevap bağlamında ele alındığında, özellikle dijital çağda realitenin aldığı farklı biçimler söz konusu olunca, bir anlam bulanıklığı ortaya çıkar. Örneğin sanal gerçeklik, bilgisayar ortamında inşa edilen realitelerdir. Artırılmış gerçeklik veya çeşitlendirilmiş gerçeklik kavramı da dijital dünyada gerçekliğin varoluşsal yapısının değişimini anlatmaktadır. Bu yeni gerçeklikler karşısında, klasik anlamıyla realizm, özne ve nesne ilişkisini tam olarak ifade edememektedir. Yukarıda ifade edildiği gibi, realist bir tutumda, zihnin dışındaki nesnenin bilfiil ve kendi başına, nasılsa o şekilde var olduğu kabul edilir. Oysa sanal gerçeklik, özneye görünenden daha farklı bir ontolojik mevcudiyettir. Klasik anlamda realizm nesnenin kendinde ve kendisi olarak var olma kesinliğine dayanırken, hem sanal gerçeklik hem de artırılmış gerçeklik böyle bir kesinliği taşımadığı için, yeni çağdaki realizmin nesne dayanağı ortadan kalkmış olmaktadır. Dolayısıyla dijital çağın yeni realitelerine ilişkin bir realizm, eski çağlardaki realizmden kısmen farklılaşacak gibi görünmektedir.
YAZAR
Milay Köktürk