Kişinin özel alanı ile kamusal olan arasında mesafe üzerinden tanımlanabilecek olan mahremiyet, bireyin iradesi dışında paylaşıma açık olmayan kendine özgü ve sır olarak kalması gereken özel alanını yani kişisel dünyasının kamu karşısındaki bütünlüğüne ve aynı zamanda bu bütünlüğün sınırlarına ve özel hayatın gizliliği ile bunun kamusal güvencesine işaret eder.
Mahremiyet çoğunlukla kamusal alanda "özel"in yeri ve hukuku üzerinden konu edilmektedir. Lakin harem, harim, mahrem, namahrem gibi başka bir dil ve hakikat dünyasına ait kelimeler ile modern liberal dünyanın mülk üzerinden "özel" (private) kavramı ile eşitlenmemekte veya postmodern düşüncenin beden çerçevesine oturmamakta, kamusal bir dikkat üzerinden, onun bir izdüşümü gibi tartışılmaktadır.
Mahremiyet kelimesi harem kelimesi ile ancak anlaşılabilir. Harem, herkesin girmesine izin verilmeyen mekana işaret eder. Kabe'nin Allah'ın Haremi (Haremullah) adlandırması da böyledir; yasak ve kutsala ilişkindir. Mekke ve Medine için kullanılan haremeyn ifadesi de, hac ibadeti esnasında giyilen ihram ve ihramlı iken yasaklananlar da inancın fenomenolojisi açısından bu bağlamda düşünülmelidir. Burada yasak, bir mahrumiyeti/yoksunluğu değil, kutsal olan ile ilişkiyi ve onunla kutsanana ilişkin bir sınırı imler.
Mahremiyetin olduğu yerde sınır var. Kamusal alanın aleniliğine karşın "hane", mahremiyet alanımızdır. Evin mahremiyetinde kutsallığının yanında haneden olmayanlar için bir sınır ve hukuki olmasa da törel bir yasa/yasak bulunmaktadır. Bu anlamda harem, hane içinde özel/mahrem alana karşılık gelmektedir. Hane, hem fertlerinin özel alanı olarak bir haremlik, hem de konuklarını sağ-salim, güvende ve barışık olarak ağırladığı mekanı olarak selamlığa sahiptir. Ev/hane üzerinden konuşacak olursak, haremlik ve selamlık, kamusal ve özel olanın birleştiği ve ayrıldığı bir sınırdır. Zamanlar ve anlayışlar ile birlikte evin mahrem alanında daralmalar ve genişlemeler yaşansa da, onun içine girilemez mahrem olan bir tarafı kalacaktır.
Yine İslam hukukuna göre kendisiyle evlenilmesine müsaade edilmeyen birinci derecede akrabalar mahremdir, yani hanehalkıdır; şer'an kendisiyle evlenilmesi caiz olduğu ve nikah düştüğü için kadının yanına örtüsüz çıkmadığı kişi ise namahrem/yabancıdır. Buradan dünya-ev (Grekçe "oikon") ile ilişkiyi belirleyen ve bu ilişkiden kamusal olana ("polis") açılan bir anlam kapısı açılabilir; hem kendi mahreminden sorumlu olmak, hem de mahrem olmayandan korumak olarak. Burada yasağın amacı, kişiyi mahrum kılmak değil, "korunmak"tır. Bu anlamda harem korunan, korunaklı yer, korunması gereken mahaldir. Bedenimizin, hanemizin, hanehalkının, mabedimizin, ilişkili ve ilintili varlığımızın güvenliği için "nomos" (namus) için bedenimizi, hanemizi, mabedimizi namahremden korumak. "Namahrem eli değmemek" ifadesini bu manada düşünebiliriz.
Kamusallık hem bu korumanın güvencesidir, hem de bu güvence tikelliğimiz önünde bir tehdittir. Hannah Arendt, özel olanın doğallığına karşılık kamunun kurulan bir yapı olduğunu belirtir. Kamunun teşekkül ile birlikte, zamandan zamana, kültürden kültüre içerikler değişiyor olsa mahrem alanın korunması, kamusal alanın sınırlarının belirlenmesi hak ve hukuk yoluyladır.
Mahremiyetin tarihini, hanenin, mülkün mahrem oluşuna ilişkin açılmış ilk davalar üzerinden takip edebiliriz. Mahreme ilişkin yasak, bir yanıyla da yasa ve yasak arasındaki ilişkinin kendini dışsallaştırdığı, görünür kıldığı, gerilimini bütün varlığıyla yaşattığı yerdir de aynı zamanda. Bu sınır, zamanlar ve mekanlar içinde töreler, gelenekler ve hukukun etkisiyle birbiri içinde daralıp genişleyebilir. Eski zamanların haremlik ve selamlığı ile şeffaf toplumun özel ve kamusal ayrımı farklılaşabilir. Zira mahremiyetin töreler, gelenek ve hukuk içinde oluşmuş bir anlamı vardır. Doğal bir durum olarak özel alan ile sonradan ortaya çıkan kamusal olanın anlam ve sınırları da bu değişimle birlikte dönüşüme uğrar. Daha doğrusu mahremiyet ve kamusallık arasında birbirini etkileyen gelimli-gidimli bir süreç vardır. Dünyaya ilişkin kodlarımız değiştikçe, dünyayı oluşturan kodlar değiştikçe bu dünyaya ilişkin değerler ve etik kodlar da değişir ve bizler olguları bu kodlara göre yeniden değerlendiririz. Bu anlamda mahremin anlam ve sınırlarını, kamusallığın kodları oluşturup korumaktadır.
Kamusal ve özel arasındaki gerilim ve yer değiştirme içinde mahrem olan mükemmelleşme arzusu ile çoğunlukla "irrasyonalizm" ve estetizm" içinde saklanmıştır. Aslında tüm bu çabalar temelde, toplumsal kurum ve pratiklerimizi daha adil kılmak içindir. Ama yine de ortada aşılamaz durum kalmaktadır: Mahrem, paylaşılamaz ve tartışmaya uygun olmayan bir karakter arz eder, adalet ise zorunlu olarak kamusaldır ve paylaşmaya, tartışmaya ve alış-veriye açık bir alandır. Özellikle internetin akışkan yapısı şeffaflık toplumu meydana getirmekte ve mahrem olan alenileşmektedir. Mahremiyetin sınırlarının kaybolması öznenin şeffaflaşarak görünmez olmasına ve dahası adaletin sosyal medya üzerinden işlemesi ile bireyi kamu açısından daha korunaksız hale getirmesine yol açabilir.
YAZAR
Hakan Poyraz