Mısra sonlarında, anlam bakımından farklı kelimelerin kökünde yer alan benzer seslerin tekrarına denir. Kafiyeyi oluşturan seslerden sonra aynen tekrarlanan eklere ve kelimelere ise redif denir.
Kafiye, Türk edebiyatının ilk dönemlerinden itibaren, ahenk ögesi olarak şiirin vazgeçilmez unsurlarından biri olmuştur. ürk şiiri, İslamiyet öncesinde şekil bakımından ölçü ve kafiyeye riayet edilen gelişmiş bir şiir olmakla birlikte, yazılı değil; daha ziyade sözlü geleneğe dayalıdır. Bunun bir yansıması olarak da eski Türk şiirinde kafiye, daha esnek olarak ek ve kök ayrımı yapılmadan kelimelerin sonundaki ses tekrarlarından ibarettir.
Türklerin İslam medeniyetine dahil olmalarıyla bugün klasik Türk şiiri veya divan şiiri diye adlandırılan yeni bir şiir meydana gelmeye başlamıştır. Arap ve Fars şiirinin etkisinde gelişen klasik Türk edebiyatında şiir, "mevzun, mukaffa ve muhayyel söz" yani vezinli, kafiyeli ve hayale dayanan söz olarak tanımlanmıştır. Kafiye, vezinle birlikte klasik Türk şiirinin ve Türk halk şiirinin iki temel unsurundan birini oluşturur.
'İlmü'l-kavafi' adı verilen kafiye ilmi; kafiyenin tanımı, kafiye harfleri, kafiye harflerinin adları, sayıları ve özellikleri, kafiye harflerinin harekeleri, harekelerin adları ve özellikleri, kafiyeli kelimede bulunan kafiye harflerinin esas alındığı kafiye çeşitleri, kafiyeli kelimede bulunan sakin ve harekeli harflerin sırasının esas alındığı kafiye çeşitleri ve kafiye kusurları gibi konuları ihtiva eder.
Temel kaideleri Araplar tarafından Arapça esas alınarak belirlenen kafiye, İran'da Farsçanın özelliklerine göre yeni bir şekil kazanmıştır. On altıncı yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar yazılan Türkçe belagat kitaplarındaki kafiye bahsinde, ağırlıklı olarak Arapça ve Farsça yazılmış belagat kitaplarındaki kafiye anlayışı nakledilmiştir.
Oldukça teferruatlı olan kafiye bahsinde en temel kaide; kafiyenin, "revi" (mısra sonlarındaki kelimede tekrarı zorunlu olan harf) adı verilen harf tekrarına dayanmasıdır. Kafiyeli kelimede, "revi"nin önünde veya arkasında bu kafiye harflerinden bazıları bulunabilir ve bu harflerin kafiyeli kelimede bulunup bulunmamasına göre kafiye; "mutlak", "mukayyed", "müreddef", "müesses" gibi çeşitlere ayrılır. Klasik edebiyatta, kafiye harf ve harekeleri, bunlara dair kaideler ve bu kaidelere uyulmamasının neden olduğu kafiye kusurlarını karşılayan pek çok terim bulunmaktadır.
Tanzimat Dönemi'nden itibaren kaleme alınan belagat kitaplarında, klasik edebiyatın kafiye tanım ve terimlerine aynen yer verilmekle birlikte kafiyedeki külfetin azaltılmasına yönelik görüşlere ve kafiyeye dair farklı yaklaşımlara rastlanır: Muallim Naci (ö. 1893), reviden sonra gelen kafiye harflerinin redife dahil edilmesinin yerinde olacağını belirtir. Reşid'in Nazariyyat-ı Edebiyye'sinde, kafiyenin duymakla ilgili olduğu vurgulanmış kafiye aynı "ses"in tekrarı olarak tanımlanmıştır. Tahirü'l-Mevlevi ise yarım ve tam kafiye olarak adlandırdığı kafiye çeşitlerinden bahseder. Yine bu dönemde "revi" olarak adlandırılan tek bir harfin değil, anlamları farklı olmak koşuluyla mısra sonundaki kelimede tekrarlanan harf, hareke, hecelerin tamamının kafiye olması gerektiği vurgusu öne çıkar. Bu da klasik şiir geleneğinde tek bir harf olarak tanımlanan kafiyenin, yeni dönem Türk edebiyatında tekrar eden harflerin tamamı olarak kabul görmeye başladığını gösterir. Muallim Naci'nin redif önerisi ve Tahirü'l-Mevlevi'nin öne sürdüğü tam, yarım kafiye çeşitleri kabul görmüştür. Cumhuriyet Dönemi'nde ayrıca zengin, tunç, çapraz, düz, sarma gibi kafiye çeşitleri söz konusu edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi şiir incelemelerinde bu terimler kullanılmaktadır.
Sözlü edebiyat geleneği ürünlerinin konu edildiği halk edebiyatında ise kafiye yerine 'uyak/ayak' terimi kullanılır. Bu gelenekte uyak/ayak, sıkı kuralları olmaksızın mısra sonlarında ses tekrarı ve benzerliğine dayanmakta ve tekrar eden seslerin sayısı ve niteliği dikkate alınarak yarım, tam, cinaslı uyak gibi çeşitlere ayrılmaktadır.
Her ne kadar kafiyenin teorisi Türk edebiyatının farklı dönemlerinde farklı terim ve yaklaşımlarla ifade edilse de uygulamada kurallara tam olarak riayet edilmediği görülür. Öyle ki bir şiirde kelime kökünde olan kafiye sesinin şiirin devam eden mısralarında kelimeye getirilen ekte bulunduğu örneklere sık rastlanır. Bu da kafiyede esas amacın, ses tekrarının devamlılığı ile ahenk ögesi oluşturmak olduğunu ortaya koyar.
Gelinen noktada Türk edebiyatında kafiye çeşitlerinin nasıl adlandırılması gerektiği konusunda fikir birliği sağlanmış değildir. Şiirlerin, yazıldıkları döneme ait kafiye terimleri ile mi yoksa kabul gören son yaklaşımlarla mı değerlendirilmesi gerektiği; çözülmemiş bir mesele olarak durmaktadır.
YAZAR
Songül Aydın Yağcıoğlu