Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Tanzimat Fermanı Nedir?

        Osmanlı Devleti'nde zihniyet dahil olmak üzere ülke yönetimini şekillendiren idari ve kurumsal düzenin tamamının, yeniden yapılandırılmasını öngören tarihi reform programını ilan eden belgeye verilen isimdir. 3 Kasım 1839 tarihinde ilan edilen programla, öncelikli olarak Batı eksenli yeni sistem çerçevesinde gerçekleştirilecek köklü reformların temel ilkelerini oluşturan tebaanın can, mal, ırz ve namus güvencesine ve kanun önünde eşitliğe kavuşturulması hedeflenmiştir. Hatt-ı Hümayun şeklinde ilan edilen belge, Tanzimat Fermanı ismini sonradan almıştır. Sultan Abdülmecid (ö. 1861) adına Mustafa Reşit Paşa (ö. 1858) tarafından okunduğu yere izafetle genellikle "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" veya "Hatt-ı Hümayun"; bazen de "Hatt-ı Şerif" veya "Gülhane Hatt-ı Şerifi" adıyla anılmaktadır. 

        18. yüzyıldaki yenilgilerin Kanuni Sultan Süleyman (ö. 1566) dönemini referans alan klasik reform anlayışını alternatif olmaktan çıkarmasıyla başlayan yeni arayışlar 19. yüzyılın başlarında giderek ivme kazandı. III. Selim (ö. 1808) ve II. Mahmud (ö. 1839) dönemlerinde kendisini tam anlamıyla gösterdi. Batı örneğindeki yeni düzenlemelerin çok daha geniş ölçekli olarak yürürlüğe konulacağı Tanzimat reformları dönemine geçildi. Bu düzenlemelerin ilham kaynağı ve örneği, gelişmesine imkan verilmeyen Nizam-ı Cedid ve II. Mahmud reformlarıdır.

        Tanzimat Fermanı, esas itibarıyla Mısır buhranı ile tetiklediği Boğazlar Meselesi gibi bir dizi sorunun, sadece Osmanlı Devleti'nin varlığını değil, aynı zamanda 1815 Viyana Düzeni adıyla yürürlükte olan Avrupa güç dengesini ve barışını da tehdit etmesi karşısında, Avusturya Başbakanı Prens Metternich (ö. 1859) öncülüğünde üretilen çözüm sürecinin bir parçasıdır. Kurucusu olduğu Viyana Düzeni ve onu tamamlayan Avrupa Uyumu'nun sarsılmasının, en büyük zararı kendi devletine vereceğini fark eden Metternich, sürece müdahale ederek, güç dengesi çerçevesinde bütünleştirdiği Osmanlı Devleti'nin ve Avrupa barışının devamı için yoğun diplomatik faaliyet içerisine girmişti. Başlıca hedefi, isyan eden Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa (ö. 1849) tehlikesini bertaraf etmek üzere Osmanlılar ile Avrupa'nın büyük devletleri arasında birleşik bir ittifak yapmaktı. İngiltere Dışişleri Bakanı Palmerston (ö. 1865) ise konunun nezaketini, ancak Hünkar İskelesi Anlaşması ile Rusya'nın elde ettiği avantajların, Mehmet Ali Paşa meselesini bir Avrupa/Şark Meselesi'ne dönüştürdüğünü ve Boğazlar ve Akdeniz'deki çıkarları için tehlike oluşturduğunu fark ettikten sonra kavramış ve ittifaka daha fazla yaklaşmıştı. Fakat ittifak için ilave ticari ayrıcalıklar istemekteydi. Öte yandan Metternich, uzun zamandan beri Osmanlı temsilcilerine, ittifakların geçici çözüm olduğunu; kalıcı çözümün, ancak köklü ve toplumun dokusuyla uyumlu düzenlemeler ve tedbirlerle sağlanabileceğini özellikle hatırlatmaktaydı. Aynı şekilde İngiltere de Osmanlı ülkesinde, asayişin temini ve reayanın refahının artırılmasına yönelik eşitlikçi düzenlemelere gidilmesini talep ediyordu. 

        İngiltere'nin, ticari ayrıcalıklara 1838 anlaşması ile ulaşmasının ardından gerçekleşen ittifak sonrası Osmanlıların Mısır'la bir anlaşmaya varmadan önce büyük devletlerin girişimlerinin sonucunu beklemesini öngören notayı (27 Temmuz 1839) kabul etmesi, meselenin tasarlandığı gibi çözüleceğinin en sarih işareti oldu. Avrupa'nın büyük devletlerinin Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını bu şekilde güvenceye almasından sonra sıra Tanzimat reformlarının düzenlenmesine gelmişti. 

        Düzenlemeler, Metternich'in de işaret ettiği gibi yönetim ve zihniyet örgüsünü, bütün bileşenleriyle köklü bir şekilde yeniden yapılandırılarak, devletin bekasını güç dengesine bağlı olmaktan kurtaracak mahiyette olmalıydı. Fermanda ve ilgili literatürde de vurgulandığı gibi bu nitelikteki bir yeniden yapılandırma, eski sistemin tamamen yıkılmasıyla mümkündü. Osmanlı devlet adamları, Avrupa devletleri tarafından tasarlanmış olan reform taleplerini, kendi dahili ihtiyaçlarıyla örtüştürerek şekillendirmeye çalışıyordu. Köklü reformlar yapabileceğini de ispatlayacak olan çalışmalar, fermanın ilanından yaklaşık bir buçuk sene kadar önce tamamlanmıştı. Ancak II. Mahmud'un bazı kaygıları, ilanın ertelenmesine sebep olmuştu.

        İlan edilen ferman metnini oluşturan konuların çok büyük bir kısmı, Tanzimat'ın mukaddimesi kabul edilen VakÊ»a-i Hayriye'den itibaren, çeşitli vesilelerle zaten gündeme gelmiş; can, mal, ırz ve namus güvencesi gibi eşitlik eksenli uygulamalar, II. Mahmud'un son zamanlarına doğru yoğunluk kazanmıştı. En önemlileri Abdülmecid'in cülus hattında (17 Temmuz 1839) yer alan ilkeler, daha sonra Meclis-i Meşveret üyelerince önemli bir değişikliğe uğramadan imzalanmasının ardından Hatt-ı Hümayun olarak yayımlanmıştı.

        Getirilen en önemli yeniliklerden biri Meclis-i Vala'nın, içinde gayrimüslim üyelerin de bulunacağı ve görüşlerin tam bir hürriyet içinde ifade edileceği "ministro" meclisi niteliği ve en üst seviyedeki reform kurulu olarak yeniden yapılandırılmasıydı. Fakat asıl yenilik, daha önce parça parça gündeme gelen ve bir kısmıyla ilgili karar ve uygulamalar gerçekleştirilen konulara birkaç yeni madde ilavesi, bir bütün halinde toplanarak etkileyici bir üslup ve biçim kazandırılması ve aynı şekilde olabildiğince hayranlık uyandırabilecek, mutantan bir sunumla ilan edilmesinden ibaret gibiydi.

        Adaletname geleneğinin bir devamı mahiyetindeki fermanda, gerekli çalışmaların titizlikle yürütülmesi halinde beş-on sene içinde istenen umran seviyesine ulaştırılabileceği hesaplanan önemli konular şunlardı: Yed-i vahid (tekel)/inhisar ve iltizam usullerinin kaldırılarak vergilerin, mükelleflerin ödeme gücüne göre konulması; asker alımı konusunda makul bir sistem geliştirilmesi ve muvazzaf askerlik sürelerinin dört veya beş sene ile sınırlandırılması; idam ve zehirleme gibi cezaların, aleni bir yargılama neticesi suç kesinleşmedikçe hiçbir kimse için uygulanmaması; herkese, mal varlığı üzerinde özgürce tasarruf imkanı sağlanması ve bu arada müsadere uygulamasının kaldırılarak varislerin haklarının korunması; sayısı artırılarak belirli günlerde toplanacak Meclis-i Ahkam-ı Adliyye azasının, görüşlerini tam bir serbestiyetle ifade etmeleri; bütün memurların maaşa bağlanması işleminin tamamlanarak hazırlanacak caydırıcı bir kanunla rüşvetin önlenmesi. 

        Ayrıca padişahla birlikte bütün ulema ve vükelanın Hırka-i Şerif odasında bu kanunları uygulayacakları konusunda yemin etmeleri ve aksine hareket edenlerin gerekli cezalara çarptırılmasına ilişkin özel bir ceza kanunnamesi hazırlanması karara bağlanıyordu. Çıkarılacak kanunlar, ülkenin her tarafında duyurulacak ve İstanbul'daki yabancı devlet sefirlerine de resmen bildirilecekti. Hatt-ı Hümayun, başarı duası ve aksine hareket edenler hakkındaki beddua ifadeleriyle sona ermekteydi.

        Meşruiyet çerçevesi olabildiğince güçlendirilmeye çalışılan ferman ve ilgili düzenlemeler, Namık Kemal'in (ö. 1888) de belirttiği gibi özü itibarıyla İslam'a aykırı görünmüyordu. Hatta Müslümanlar tarafından öncelikli olarak gözetilmesi gereken ve genel anlamda temel insan haklarının çekirdeğini oluşturan aklın, dinin, canın, malın ve neslin korunması ilkelerinin zamana uyarlanmış biçimi olarak kabul edilebilirdi.

        Türkiye'deki anayasal gelişim süreci açısından her yönüyle tam bir dönüm noktası olan Tanzimat Fermanı'ndaki maddeler, bir anlamda medeniyeti temsil iddiası taşıyan kapitalizme ve modern devlet yapılanmasına geçişteki kusurları gidermeyi de öngörmekteydi. Mesela, temel ilkelerin, örtük olarak insani hukuk ve özgürlüklerin yasal güvenceye bağlanması anlayışını getirmesi; mutlak eşitlik gereği, yine örtük olarak hakim ve mahkum millet ayırımının geçersiz hale gelmesiyle millet sisteminin ve en önemli unsurlarından zimmiliğin ortadan kaldırılmasının, fermandaki vatan muhabbeti terimiyle de bütünleşik şekilde vatandaşlık anlayışının önünü açması bu kabildendi. Kamuda ücretlerin maaş olarak ödenmesi kararı, modern devletin en önemli simgelerinden birine işlerlik kazandırması, aynı zamanda gerçek anlamda merkeziyetçi devlet yapılanmasına çok güçlü bir adım daha atması demekti. Tanzimat ıslahatlarıyla gerçekleşen bu yöneliş, iç ve dış politikada köklü bir eksen kayması hüviyetindeydi ve ülkenin bundan sonraki mukadderatında tayin edici bir işlev üstlenerek, modernleşme/çağdaşlaşma sürecindeki Batılılaşma karakterinin şekillenmesinde en önemli kalkış noktasını teşkil edecekti.

        Öte yandan, müsaderenin kaldırılması, sermaye birikiminin önünü açıyordu. 1820'lere kadar direnilebilen liberal değerlerin ve hayat telakkisinin, geleneğe dayalı anlayışın yerini almaya başladığı sürecin bundan sonraki en önemli aşaması, miri arazinin süratle özel mülkiyete dönüştürülmesi olacaktı. Bu gelişmeler aynı zamanda, Tanzimat'ı başlatan bürokratik elitin en önemli projelerinden biri olan Avrupa sermayesi vasıtasıyla Türkiye'yi liberal dünyaya/Batı'ya eklemleme hedefiyle de uyumluydu. Yeni yönetici sınıfın kendilerini güvenceye alma çabalarından biri fermana; suçu, açık bir yargılama sonucu kesinleşmeden, hiç kimsenin öldürülemeyeceği, diğeri ise müsaderenin yasaklanması şeklinde yansımıştı. Böylece Türkiye'deki çağdaşlaşmanın ayırıcı niteliğini oluşturan, yukarıdan aşağıya modernleşme anlayışında denetim, saray otokrasisinden Bab-ı Ali'ye devredilmekteydi. 

        Öncelik taşıyan Meclis-i Ahkam-ı Adliye'nin nizamının hazırlanmasının ardından Tanzimat uygulamaları resmen, 13 Mart 1840'ta iltizamın kaldırılarak eyalet ve livaların bütün mali işlerinin müşirlerine emaneten ihalesi ve devlet gelirlerini toplamak üzere mültezimlerin yerine muhassıllar atanması yoluyla başlatıldı. Ancak uygulamadaki başarısızlık yüzünden iki sene sonra iltizam usulüne geri dönüldü. Ardından çıkarılan yeni ceza kanununda (3 Mayıs 1840) Müslümanken Hristiyan olanlara (mürted) verilen ölüm cezasının kaldırılmaması, Avrupalı devletlerin tepkisine yol açtı. 

        Süreç, çıkarılan çok sayıda kanun, nizamname ve içinde, merkezde ve taşrada kurulan çok sayıdaki yeni meclislerin de bulunduğu, bunlara dayalı kurul ve kurumların oluşturulmasıyla sürdü. Taşradaki Meclisleşme ise meşveret meclisi olarak da adlandırılan ve gayrimüslim üyelerin de bulunduğu muhassıllık meclislerinin kurulmasıyla başladı ve bu uygulama, belediye teşkilatları dahil, taşra yerel yönetimlerinin gelişiminde dönüm noktası oldu. Ancak uygulamaların akıbeti, iltizamdan çok da farklı olmadı. Hedeflerin gerisinde kalınmasının, 1855 cizye düzenlemesinde iddia edildiği gibi, Avrupalıları geçiştirmeye matuf bulunmalarıyla açıklamaya çalışmak ise gerçeğin tek bir veçhesini oluşturur.

        Tanzimat Fermanı ile başlayan süreçte, Avrupa Uyumu'nun korunmasını öngören, gerektiğinde Kavalalı'ya karşı kuvvet kullanılmasını da içeren 15 Temmuz 1840 ve 13 Temmuz 1841 (Boğazlar Mukavelesi)'de Londra'da imzalanan antlaşmalar, Rus vesayeti yerine Avrupa vesayetinin kapılarını açtı. Boğazların barış zamanlarında bütün devletlerin savaş gemilerine kapalılığını tek başına denetleme yetkisini uluslararası düzenlemeler zeminine çekerek kısıtladı. 

        YAZAR

        Mehmet Yıldız

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa