Hayat doğma, büyüme ve ölme özelliğine sahip mevcutların canlılık sürecine verilen isimdir. Organizma boyutuyla felsefi ve bilimsel araştırmanın konusu olduğu gibi, ilkesi ve başlangıcı açısından da tarih boyunca dinlerin ilgi sahasına girmiştir. Bilhassa insan varlığını anlamlandırma amacıyla gerek dinler gerekse felsefi öğretiler, hayatı maddi boyutunun ötesinde de açıklamaya çalışmışlardır. Günümüzde ise hayatın organizma temelli maddi yönü bilhassa biyoloji tarafından incelenmektedir.
İptidai kültürlerde insan ve diğer canlılar arasında canlılık açısından herhangi bir fark gözetilmemiş; daha çok maddi bir ilkenin (beden ısısı, sperm, kan, nefes vb.) canlılığı sağladığı, bunun vücudu terk edişinin ise ölüm olduğuna inanılmıştır. Hinduizm'de hayat veren unsur "asu" (hayat soluğu), ölüm ise "asuniti" (hayat soluğunun gitmesi) olarak adlandırılmıştır. Budizm'de varlıklara canlılık veren unsur bir tür atomik bir yapıyken Çin literatüründe "ch'i" adlı evrensel bir enerjinin insanlar da dahil olmak üzere bütün kozmosu ayakta tuttuğu kabul edilmiştir. Eski Ahid'de canlılığı sağlayan güç anlamında kullanılan "nefeş" ise onu insana bahşeden Tanrı ile ilişkilendirilmiştir ki bu, Yeni Ahid'de kullanılan Yunanca "psükhe" kelimesi için de geçerlidir. Kur'an'da ise can verme ve ölüm sonrası diriltme fiillerinin yegane faili olarak kendisi de "hayat sahibi" (hay) olan Allah'a işaret edilmekte ve bunun, Allah'ın bedene ilahi bir soluk vermesi şeklinde olduğu vurgulanmaktadır.
Felsefi açıdan Aristoteles'in (ö. MÖ 322) canlılığa dair açıklamaları, modern öncesi dönemde felsefe ve bilim çevrelerinin hayata ve canlılığa bakışlarını belirlemiştir. Aristoteles'in "psükhe" dediği ve Arapçaya "nefs" olarak tercüme edilen canlılığın ilkesi; bitkiler, hayvanlar ve insanlarda farklı işlevler yoluyla kendisini göstermektedir ve her bir işlev, varlık gayesine (entelekhya) doğru gelişim halindedir. Bitkilerde beslenme, büyüme ve üremeden ibaret olan canlılık, hayvanlarda bunlara ilaveten iradeli hareket ve duyumsama ile kendisini göstermektedir. İnsan ise bitki ve hayvanlardaki özelliklere sahip olmakla birlikte ona özgü psükhe/nefs, bedenin herhangi bir organına içkin olmayan, gayri maddi akıl ile diğerlerinden ayrışmaktadır. Rene Descartes'ın (ö. 1650) yer kaplayan cevher ile düşünen cevheri birbirinden tamamen ayıran ikici (düalist) tavrı, hayatın ve canlılığın mekanik bir şekilde ele alınmasının önünü açarak modern biyolojinin gelişiminin habercisi olmuştur.
Hayatın başlangıcı konusunda ise günümüzde dört temel varsayımdan söz edilebilir: (a) Hayatın kaynağı ancak tabiatüstü bir yaratıcının kabulüyle açıklanabilir. (b) Hayat, özellikle de basit formlar cansız maddeden çok kısa sürelerde kendiliğinden ortaya çıkmıştır. (c) Hayat maddeyle eş zamanlıdır, yani hayatın zamansal bir başlangıcı yoktur. (d) Hayat, yeryüzünün erken dönemlerinde bir dizi kimyasal tepkime sürecinin sonunda ortaya çıkmıştır.
YAZAR
Cüneyt Kaya