Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Fonksiyonalizm Nedir?

        Toplumsal kurumları bir organizmanın parçaları olarak işlevlerine göre açıklayan kuram. Kelime anlamı işlev olan fonksiyon teriminden türetilen fonksiyonalizm, sosyal bilimlerde Aydınlanma Felsefesi'nin etkisiyle tabii ve fiziki bilimlere benzeyen yeni bir disiplinin oluşturulma çabalarının bir ürünü sayılabilir. Bilginin kaynağı olarak genelde din ve Batı için özelde Kilise'nin reddedilmesiyle somut gerçeklikten yola çıkan ampirik çalışmalar, sosyal bilimlerin veri kaynağı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Saf suyun belirli şartların sağlandığı her zamanda hep 100 °C derecede kaynamasına itiraz edilemeyeceği gibi sosyal bilimin herhangi bir branşının da ulaştığı neticelerin bu kadar kesin olması amaçlanmıştı. Tabii bilimlerde biyoloji ise 19. yüzyılda özellikle Charles Darwin'in (ö. 1882) evrim teorisi çalışmalarıyla oldukça popüler hale gelmiş ve canlıların tarih boyunca değişim geçirdiklerine dair inanış, bu yeni ortaya çıkmaya başlayan sosyoloji (ekonomi ve psikoloji) gibi tüm sosyal ve beşeri disiplinleri derinden etkilemişti. Ama evrim teorisi ile insan topluluklarının geçmişte meydana getirdikleri toplumsal yapıları lineer bir tarih anlayışı ile bilinenden bilinmeyene doğru geriye dönük pozitivist yöntemle anlama ve açıklama girişimlerinin ömrü kısa sürdü. Bilinmeyenin elde somut veriler yokken açıklanmasına yönelik bir tepki olan fonksiyonalizm yine biyolojiden yola çıkarak somut veriler elde etmeye yöneldi. Biyoloji gibi değeri yükselen bir disiplinden örnek almak ve onu topluma uyarlamak o dönemde sosyal bilimlere saygınlık kazandıracaktı. Üstelik bu yeni ortaya çıkan disiplin herkesin oldukça yakından bildiği ve inkar edemeyeceği bir gerçeklikten yola çıkıyordu. İnsan vücudunda çeşitli organlar olduğundan ve herkesin bunu yakinen bilmesi sebebiyle, bedenin sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürebilmesi bu farklı organların her birinin farklı bir görevi yerine getirmesine bağlıdır, düşüncesi herkesin ortak olarak hemfikir olduğu bir bilgiydi. Biyolojik organizmalarda yer alan hücreler, dokular ve organlar bir arada istikrarlı bir şekilde "işleyerek" canlının hayatta kalmasını sağlıyordu. Bu model insan toplumları için de uyarlanabilir ve böylece toplumlar ve onları oluşturan bireyler "organ-hücre" mecazı ile daha kolay anlaşılabilirdi.

        Toplumların yaşayan organizmalara, sosyal kurumların vücut organlarına ve bireylerin de hücrelere benzetildiği bu kuramda her bir organ ve birey farklı bir işleve sahiptir. Klasik bir klişe haline gelmiş olan "toplum, onu oluşturan parçaların toplamından daha fazlasıdır"; zira bu parçaların her biri aslında toplumun bir bütün olarak istikrarlı bir biçimde varlığını sürdürmesi için önemlidir. Fonksiyonalist teoride toplumu oluşturan parçalar, orada yaşayan insanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulmuş sosyal kurumlardır. Aile, ekonomi, medya, din, eğitim ve siyaset gibi kurumlar herhangi bir toplumu anlamak için önemli unsurlardır. Émile Durkheim'ın (ö. 1917) da belirttiği gibi, bu kurumlar organizmanın birer parçası olarak bir fonksiyonu veya bir işlevi yerine getirirler ve bir kriz döneminde diğer unsurların birisinde meydana gelebilecek bir aksamayı giderecek tarzda yeni duruma göre uyum sağlayabilirler. Bunun yanında zaman veya şartların değişmesi ile bazı eski kurumlar ya değişime ayak uyduracaklar veya tamamen yok olacaklardır. Kaybolan bir kurumun yerine yeni kurumlar ortaya çıkması çok da şaşırtıcı değildir. Dini Hayatın İlkel Şekilleri veya İntihar gibi eserlerinde iddia ettiği üzere din, inanç ve ritüelleriyle toplumda istikrar ve -Durkheim'in sıklıkla başvurduğu- dayanışma (solidarite) ile toplumsal birlikteliği sağlar. İntihar davranışı her ne kadar bireysel bir eylem gibi algılansa da eylemi gerçekleştiren kişinin ruh hali, karakteri, eyleme götüren olaylar dizisi ve özel hayatı önemli olmakla birlikte sıklık seviyesi ve motivasyon çeşitleri sosyal eğilimlerle yakından ilişkilidir. Dolayısıyla intihar eylemi bireysel olmanın ötesinde vücutta sağlığı bozulan bir organ gibi toplum içerisinde yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun da bir işareti olarak algılanabilir. Standart hale gelmiş alışkanlıklar ve davranışların düzenlenmesiyle bireylerin birbirlerine karşı ilişki şekilleri de kontrol edilmiş olur ve böylece sorunsuz bir toplum hayatı meydana gelir. Genel itibarıyla bu kuramın savunucularına göre -ne kadar tuhaf görünse de ve tam olarak uyum sağlamamış (maladaptive) olsa da- toplumdaki her türlü kültürel alışkanlık ve kurumun bir şekilde toplumun sosyal ve ekolojik olarak varlığını sürdürmesinde katkısı vardır.

        Öte yandan, 1920 ve 1930'lu yıllarda antropolojide Bronislaw Malinowski (1884-1942) ve onun "katılımcı gözlem" tekniği ile yapmış olduğu alan araştırmaları, fonksiyonalizmi antropoloji disiplininin ayrılmaz bir parçası haline getirmişti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Malinowski Trobriand Adaları'nda uzun dönem saha araştırması gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarına dayanarak Malinowski kültürün bireylerin biyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak üzere sosyal kurumlar oluşturduğunu ve öte yandan kültürlerin kendi devamını sağlamaya çalıştığını savlamıştır. Bu arada A. R. Radcliffe-Brown (1881-1955) gibi Britanyalı sosyal antropologlar araştırma konusunun temelde toplum ve onu oluşturan kurumları olduğunu belirterek bireyleri ikinci plana itmişlerdi. Bir sonraki dönemin gözde olacak kuramı yapısalcılığa bir geçiş olabilecek "yapısal fonksiyonalizm" ekolüne mensup bu araştırmacılara göre, toplumu anlama yolunda öncelikle sosyal yapılar ve onların birbirleriyle ilişkisi daha önemliydi. Ama antropoloji disiplini Malinowski'nin meşhur "bireyin ne ile ilgilendiği ve nasıl hissettiği ile değil, bireyin belirli bir toplumun üyesi olarak nasıl davrandığı" önemlidir tarzı yaklaşımının etkisinden uzun süre kurtulamamıştır.

        Amerika Birleşik Devletleri'nde fonksiyonalist teori daha çok Robert K. Merton (1910-2003) ile temsil edilmiş ve onun beşeri işlevlerin görünür ve belirli bir hedefi olmayan ve daha çok yoruma dayanan gizli/örtük fonksiyon ayırımı ile gündeme gelmiştir. Kısaca fonksiyon, arzu edilen amaçlara ulaşan bütün sosyal hareketlerin neticesidir ama burada bu sosyal hareketlerin aslında aile, din, medya, siyaset ve eğitim gibi sosyal kurumlardan kaynaklanması önemlidir. Öte yandan bilinçli ve tasarlanmadan yapılan fakat yine de faydalı olan fonksiyonlar ise örtük olarak adlandırılmaktadır. Eğer bir örtük fonksiyon istenilmeyen ve faydasız bir sonuca yol açıyorsa bu durumlara bozuk fonksiyon (dysfunction) denilmektedir. Ders kitaplarında "kastedilmeyen neticeler" (unintended consequences) kavramsallaştırmasıyla yer alan bu fonksiyonlar için anlaşılması kolay (çocuk yetiştirilmesinden şehirleşmeye kadar) pek çok örnek verilebilmektedir.

        Talcott Parsons'a (1902-1979) göre sosyal sistemlerin araçsal (uyum ve amaca ulaşma) ve anlamsal (bütünleşme ve görünmeden varlığını sürdürme) gibi dört temel ihtiyacı (AGIL - adaptation, goal attainment, integration ve latency kelimelerinin baş harfleri) vardı. Ama Merton, Parsons'dan bağımsız olarak, bu yaklaşımın iddia edildiği gibi her zaman ve topluma uyarlanabileceğini reddetmiştir. Parsons'un konu ile ilgili çalışmalarının temelinde, aile veya din kurumlarının yer alması bunların bir şekilde değer uzlaşması (value consensus) üreteceği görüşünü ispat etmeye çalışmak üzerine kuruludur. Eğer toplumdaki bireyler bazı norm ve değerlerde fikir birliğine ulaşırlarsa sağlıklı bir toplum görüntüsü verecektir. Ancak bu kurumların değer ve normları herkes tarafından kabul edilebilecek tarzda ürettikleri görüşünü ileri sürmek de teorinin belirleyici (determinist) yönüne işaret etmektedir. Bireylerin; toplumun sosyal normlar ve sosyal kurumlar tarafından şekillendiği iddiası da toplumların belirli bir amaca göre programlanmış bireylerden meydana geldiği ve toplumda asla çatışmalara yer olmadığı gibi anlamsız bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Bütün bu eleştirilere rağmen fonksiyonalist bakış açısı, toplumlarda "keşfedilmesi" beklenen "sosyal gerçekler", yapılar, kurumlar ve bunların bir araya gelerek bireyler arasında bir dayanışma ve karşılıklı bağımlılık oluşturma gibi gelişmelere işaret etmesi bakımından önemlidir. Fonksiyonalizm, mesleğe yeni başlayan sosyal bilimciler için toplumu ele alma yöntemlerinden en basiti olduğu için daha kolay anlaşılıp sahada uygulanabilir olması bir avantaj teşkil etmiştir. 

        Fonksiyonalizm; toplumların ortaya çıktıkları ilk dönemi bulmaya ve buna göre onları evrim şemasında belirli bir konuma yerleştirme amacını reddederek, içinde bulunulan zamanı anlamlandırmaya yönelmişti. Özellikle Britanya sosyal antropoloji ekolüne mensup ilk antropologların eserlerinde, tüm zamanları içine alan geniş zaman kipinin kullanılması oldukça dikkat çekicidir. Bu geniş zaman kipi ile anlatım okuyucuda kültürün en baştan beri aynı olduğu (mesela Trobriand Adaları sakinleri kanolarıyla balığa çıkmadan önce büyü yaparlar) ve hiç değişmediği gibi gelecekte de değişmeyeceği imajı vermektedir. Fonksiyonalizmin toplumları sürekli olarak bir denge, kararlılık ve istikrar içinde sorunsuz şekilde varlığını sürdüren organizmalar gibi görmesi, toplumlarda zaman zaman ortaya çıkan mücadele ve çekişmeleri ve sosyal değişimi açıklayamaması, fonksiyonalizme yöneltilebilecek en önemli eleştiridir.

        YAZAR

        Ali Murat Yel

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa