Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Egemenlik (Siyaset Bilimi) Nedir?

        Devletin yönettiği ülke ve hükmettiği insanlar üzerinde kural koyma ve son sözü söyleme yetkisidir. Bu açıdan egemenlik kavramı, siyasal otoriteye hukuk açısından dayanak oluşturur, devletin karar ve uygulamalarının hukuki bir nitelik kazanmasını sağlar. Kavram, ilk olarak Fransız kamu hukukçusu Jean Bodin'in (ö. 1596) 1576 yılında yayımladığı Devletin Altı Kitabı isimli eserinde kullanılmıştır. Bodin, egemenliğin devletin "mutlak, en üstün, sürekli gücü" olduğunu savunur. Egemenlik kavramı, modern devletle kullanılmaya başlanmıştır.

        Orta Çağ boyunca Avrupa'ya hakim olan feodalite parçalı bir iktidar yapılanmasına işaret eder. İktidar, Katolik kilisesi ve aristokratlar arasında paylaşılmıştır. Kral ise diğer aristokratların arasında "eşitler arasında birinci" durumundadır. Bu bakımdan kralın mutlak hükmetme yetkisi bulunmaz. Her bir aristokrat kendi mülkiyetinde bulunan topraklar üzerinde idari, mali, askeri ve adli açılardan geniş özerkliğe sahiptir. Aristokratlar, "fief" adı verilen sözleşmeler aracılığıyla birbirlerine bağlıdır ve oluşan hiyerarşinin en tepesinde kral bulunur. Bunun yanında, Kilise, tüm Orta Çağ süresince gücünü aşamalı olarak artırmış ve zamanla etki gücü bakımından kralların üstüne çıkmayı başarmıştır. Söz konusu iktidar ilişkileri "auctoritas" ve "potestas" kavramları aracılığıyla açıklanabilir. İktidarın özü veya ilkesi şeklinde nitelenebilecek "auctoritas", siyasal yönetimin üzerine oturduğu esasları ifade eder; "potestas" ise iktidarın kullanılış biçimidir. Orta Çağ'da hakim olan iki kılıç kuramı, "auctoristas"ın Tanrı'nın temsilcisi durumunda bulunan kiliseye ait olduğunu, "potestas"ın ise krallar tarafından kullanılacağını anlatır.

        Buna karşılık, Orta Çağ'ın sonlarında yükselmeye başlayan modern devlet kuramı, bu tür bir parçalı iktidar anlayışını reddeder. İlk olarak İtalyan düşünür Niccolo Machiavelli (ö. 1527), iktidarın tek olması üzerinde durur. Bu yaklaşım, o dönemde yaşanan siyasal gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Zira coğrafi keşifler sonrasında servetin kaynağının tarımdan ticarete geçmesi, yeni bir toplumsal sınıf olarak burjuvazinin doğuşunu sağlarken aristokratların gücünde azalmaya yol açar. Krallarla iş birliği yapan burjuvazi, onlara finansal açıdan destek sağlar. Böylece geçmiştekine göre yüksek vergi gelirleri aracılığıyla güçlü bir mali destek sağlayan krallar, düzenli ordular ve bunların ihtiyaçlarını karşılamak için bürokratik mekanizmalar oluştururlar. Aynı dönemde ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketleri Kilise'nin siyasal ve toplumsal anlayışına darbe vurur. Bu şekilde, krallar fiilen yönetme gücünü kendi tekellerine almış olmaktadır.

        Egemenlik kuramı, kralların fiili (de facto) olarak zaten iktidarı kendi ellerine aldıkları süreçte onlara hukuki (de jure) bir destek sağlar. Kavramı ortaya atan Bodin, Machiavelli'nin kaldığı yerden devam ederek siyasal iktidarın neden tek olması gerektiği sorusuna cevap verir. Bir siyasal yapılanma eğer egemenliğe sahip ise devlet olarak nitelenebilir ve egemenlik de tektir. Bodin, modern devlette "auctoritas" ve "potestas"ın tek elde toplandığını söyler. "Auctoritas" bir siyasal yapının devlet olarak kabul edebilmesini sağlayan düşünceyken "potestas" devletin yönetim biçimidir. Böylece siyasal iktidar, hukuki açıdan haklılaştırılmakta ve devlete süreklilik kazandırılmaktadır. Egemenlik kavramı, ülkede yöneticiler, sistemler, rejimler (yani potestas) değişse bile "auctoritas"a sahip olması nedeniyle devletin varlığını ve devamlılığını koruyacağını ifade eder.

        Bodin'den sonra Thomas Hobbes (ö. 1679) devreye girerek egemenliğin "toplumsal sözleşme" aracılığıyla devlete geçtiğini savunur. Hobbes, böylece, devlet iktidarının meşru olduğunu gösterir. Egemenlik açısından başka bir dönüm noktası Rousseau'nun genel irade yaklaşımıdır. Rousseau'nun toplumsal sözleşme anlayışı egemenliğin genel iradeye ait olduğunu ifade eder. Fransız Devrimi sürecinde genel irade, önce halk daha sonra ise ulus kavramlarına dönüşür. Böylece bugünkü kullandığımız ulusal egemenlik anlayışı doğar. Buna göre egemenlik ulusa aittir. Buradan hareketle, yasa yapma, yani nihai ve herkes için bağlayıcı kuralları koyma ulusun hakkı ve yetkisidir. Ulus, bu yetkisini parlamentodaki temsilcileri aracılığıyla kullanır.

        Öte yandan kavram, iç ve dış egemenlik olmak üzere iki boyuta sahiptir. İç egemenlik, devletin kendi ülkesi ve halkı üzerinde mutlak hükmetme yetkisidir. Dış egemenlik ise devletlerin karşılıklı olarak birbirlerinin egemenliklerini tanımalarını ve bu açıdan birbirlerinin iç meselelerine karışmamalarını ifade eder. 1648 Westphalia Anlaşmalarından sonra uluslararası düzen bu çerçevede oluşmuştur. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler sistemi de devletlerin egemen eşitliği düşüncesi üzerine oturur. Ancak günümüzde evrensel insan hakları ve hukuk devleti ilkesinin gelişmesiyle devletlerin egemenliklerini kullanırken sonsuz ve sınırsız bir yetkiye sahip olmadıkları anlayışı yerleşmiştir. Bu bakımdan, devlete hukuki bir içerik sağlayan egemenlik kavramının sorumlu bir çerçevede kullanılması zorunludur.

        YAZAR

        Hamit Emrah Beriş

        KAYNAK

        • Beriş, Hamit Emrah. Egemenlik: Bir Kavramın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. İstanbul: Tezkire Yayınları, 2014.
        • Krasner, Stephen. Sovereignty: Organized Hypocrisy. Princeton: Princeton University Press, 1999.
        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa