Antropolojinin insan ve çevre ilişkisini inceleyen bir alt disiplinidir. İnsanların diğer türlerle ilişkileri, geçim faaliyetlerinde kaynakları kullanma biçimleri, çevre koruma yaklaşımları gibi konular çevre antropolojisinin ilgi alanına girer. Son yıllarda küresel çevre sorunlarının biyoçeşitlilik ve tabiat kaynakları üzerinde oluşturduğu tehdit nedeniyle hızlanan çevre çalışmaları, çevre antropolojisinin bir araştırma alanı olarak yaygınlaşmasında rol oynamıştır.
Antropolojinin çevre ve ekoloji konularına ilgisi 20. yüzyılın ikinci yarısında olgunlaşmaya başlamıştır. ABD'de canlanan materyalist kuramların ve yeni evrimci tezlerin toplumsal dinamikleri doğa bilimlerine ait veri ve kavramlarla açıklama çabası, antropolojiyi doğa bilimlerine yakınlaştırmıştır; bu kuramlarda çevresel koşulların kültürlerin gelişim kalıpları üzerindeki etkisine etraflıca yer verilmiştir. ABD'de çevre konularına yönelen ilk antropoloji kuramları, çevre antropolojisinin temellerini oluşturmuştur. Leslie White (ö. 1975) ve Julian Steward (ö. 1972), kültürel evrim süreçlerini çevre, toplum ve kültür değişkenlerinin etkileşimiyle açıklamaya çalışmışlardır. Kültürü termodinamik sisteme benzeten White, kültürel evrimi kültürel sistemlerin enerji kullanım süreçleriyle ilişkilendirerek teknoloji kullanımının seviyesi ve enerjinin kişi başına düşen oranıyla açıklamıştır. White'ın "tek yönlü evrim" modelinden farklı olarak Steward'ın "çok hatlı evrim" modelinde, tarihsel tikelcilik ve kültürel görelilik yaklaşımının etkisini ayırt etmek mümkündür. Steward, bu yönüyle çevrenin kütür üzerindeki belirleyici etkisini savunan yaklaşımlardan da ayrılmıştır. Antropolojiyi arkeoloji, tarih, ekoloji disiplinleriyle ilişkilendiren Steward, G. Child'ın (ö. 1910) kültürel materyalizm ve tarihsel kültür süreçleri yaklaşımı ile A. L. Kroaber'in (ö. 1960) coğrafi referanslı "kültür alanları" tezinden beslenmiştir. Steward, kültürel paralellikleri tarihsel yayılma veya göçle değil, çevreye uyarlanma varsayımıyla açıklayarak benzer çevresel koşullara sahip grupların birbirleriyle etkileşimde bulunmaksızın benzer teknolojik çözümler üretebileceğini, benzer sosyal ve siyasi kurumlar geliştirebileceğini ileri sürmüştür.
Steward, belirli alanlara özgü kültürel özelliklerin ve kalıpların kökenini "kültürel ekoloji" kavramıyla açıklamıştır. Kültür insanların geçimlerini sürdürebilmek için teknolojiyi, ekonomik örgütlenmeyi, akrabalık ilişkilerini, dini özellikleri uyarlayan ve insanların çevresel ortamlarıyla etkileşimini sağlayan bir unsurdur. Kuzey Amerika Şoşon yerlileri, Pueblolar ve bazı Güney Amerika yerlilerinin toplumsal örgütlenmesi hakkında etnografik çalışmalar yürüten Steward, gözlemlerine dayanarak basit toplumlarda çevrenin maddi kültür ve yaşamsal gereksinimleri sağlayan aletlerin kullanımı açısından daha belirleyici olduğunu vurgulamıştır. Karmaşık toplumlar ürettikleri araçlarla nüfus ve üretim dinamikleri açısından da karmaşık bir yapı sergilerler, endüstriyel dünyada ise üretimin düzenlenmesi başat hale gelir. Geçim faaliyetleri ve ekonomik düzenlemelerle ilişkili özelliklerin kümelendiği "kültür çekirdeği" toplumsal, siyasi ve dinsel kalıpları içermektedir, kültürel ve tarihsel etkenler ise onu çevreler. Böylelikle, kültürler benzer çekirdekler taşısalar da yayılma veya tesadüf gibi etkilerle farklı görünümler kazanırlar.
White ve Steward'ın yaklaşımları kültürel inançlar ve uygulamalar ile ekoloji arasındaki ilişkiye açıklama arayan kuramcıları etkilemiştir. Gregory Bateson (ö. 1980) ve Roy Rappaport (ö. 1997) insan biyolojisi, kültür ve çevre etkileşimini ekosistem anlayışı içerisinde yorumlayan yeni ekoloji yaklaşımının öncüleri kabul edilmektedir. Tüm yaşam sistemlerinin birbirine bağlı olduğunu vurgulan Bateson, ekolojiyi "sibernetik" kavramıyla açıklamıştır. Bu bağlamda kültür de insanın varlığını sürdürebilmesi için diğer ekosistemlerle ilişkisini ve iletişimini sağlayan bir sistemdir. Bateson'ın sistem kuramını uyarlanma süreçlerine aktaran Roy Rappaport (ö. 1997) Yeni Gine'nin yüksek bölgelerinde yaşayan Tsembaga topluluğu ile yürüttüğü etnografik çalışmasında küçük ölçekli toplumların kısıtlı kaynakları yönetme stratejilerine odaklanırken, ritüelleri çevreye bir uyarlanma yanıtı olarak yorumlamıştır. Bahçecilikle geçinen Tsembaga köyünde domuz nüfusu belirli bir eşiğin altındayken yabani otları ve çöpleri yiyerek fayda sağlamakta, eşiğe ulaştığında meyve bahçelerine zarar vermeye başlamaktadır. Bu durumda domuzların toplu olarak kurban edilmesi ritüeli, ekosistemde dengeyi yeniden sağlayarak toplumların refah düzeyini korumak üzere bir uyarlanma modeli sunmaktadır.
Kültürel materyalist yaklaşımı benimseyen Marvin Harris de (ö. 2001) kültürü çevreye ve ekolojik sisteme bir uyarlanma yanıtı olarak tanımlamıştır. Örneğin, Batılılar, Hindu toplumunda ineğin kutsal olması nedeniyle etinin tüketilmemesini verimsiz kaynak yönetimi olarak nitelendirmiştir. Oysa Harris, bu inancın Hindu ekolojik ve ekonomik sistemi içerisinde bir kültürel kompleks olarak değerlendirildiğinde anlamlı hale gelebileceğini göstermeye çalışmıştır. Hindistan'da insan ve sığır arasında "simbiyotik" bir ilişki vardır. İneklerden elde edilen süt, süt ürünleri, gübre gibi kaynakların yanı sıra saban tarımında sığır gücünden yararlanılması geniş bir insan nüfusunun ekonomik refahını koruyarak hayatta kalmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla yerel ekolojik sisteme bir uyarlanma yanıtı olarak inekler kutsallaştırılmaktadır.
Kültürü toplum ve ekoloji arasındaki dengeyi inşa eden bir unsur olarak yorumlayan kuramcılar, yerlileri modernlik öncesinde, tarihin dışında ve zamansız tasvir ettikleri gerekçesiyle eleştirilmişlerdir. Siyasi ve ekonomik güç ilişkileri tüm toplumları hızla değiştirmektedir dolayısıyla ekoloji odaklı çalışmalarda kültürü bu dinamiklerden bağımsız değerlendirmek mümkün değildir. 1960'lardan itibaren sosyal ve beşeri bilimlerde yaygınlaşan eleştirel kuramlar antropolojiye ve çevreci hareketlere de yansımış, baskın modern kültürün doğa bilimlerine ait verileri dayatmasına karşı itirazlar yükselmiştir. Buna bağlı olarak çevre antropolojisi, çevre tahribatının asıl nedeni olan ekonomik dinamikleri ve güç ilişkilerini sorgulayan siyasi bir yapıya bürünürken, çevre koruma projelerinde yürütücülerin yaklaşımlarını kuşkuyla karşılamış ve yerel toplulukların dezavantajlı durumlarına dikkat çekmiştir.
Çevreci akımların yaygınlaşmasıyla birlikte farklı çevrecilik anlayışları antropolojinin ilgi alanına dahil olmuştur. Bunun yanı sıra aktivizme yönelen antropologlar çalışma yürüttükleri alanlarda savunuculuk rolleri de üstlenmeye başlamışlardır. Çevre savunuculuğunun öncülerinden antropolog ve etnobiyolog Darrell Posey, 1970-1980 yılları arasında Brezilya'da Kayapó halkı ile yürüttüğü etnografik çalışmanın ardından, 1980'lerde topluluğun yağmur ormanları ve ekosistemlerle ilişkisini konu alan Kayapó Projesini sürdürmüştür. Dünya Bankası fonlarıyla inşa edilecek baraja itiraz eden Kayapó halkına girişimlerinde destek olan Posey, kalkınma ve araştırma projelerinde, bilhassa tıbbi bitkiler konusunda yerli grupların faydasını gözeten, fikri mülkiyet haklarını dile getirerek yerlilerin rolü, statüsü ve değeriyle ilgili emsal teşkil eden Belem Bildirgesi'nin (1988) hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Günümüzde çok sayıda antropolog çevre sorunları bağlamında sosyal eşitliğin tesisi, yerli halkların mülkiyet ve telif hakları gibi konularda savunuculuk faaliyetlerini sürdürmektedir.
BM tarafından ilk kez 1988 yılında küresel ölçekte gündeme getirilen iklim değişikliği tehdidi, çeşitli bilim dallarında çevre sorunlarına yönelik çalışmaları hızlandırırken, Amerikan Antropoloji Derneği de 2017 yılında "İnsan ve İklim Değişikliği" konulu bildirge ile antropologları göreve davet etmiştir. Fransız antropolog Latour, antroposen ve antropoloji arasındaki ilişkinin önemine dikkat çekerek antropolojinin çevresel krizlerin temelindeki bileşenleri anlamak üzere sosyal bilimler ve doğal bilimler arasında köprü kurabilecek bir disiplin olduğunu belirtmiştir. Günümüzde insan ve çevre ilişkisini ilgilendiren tüm konulara yer verilen antropolojide, "antroposen", "çoklu türler" gibi kavramlarla birlikte insanların insan dışı varlıklarla ilişkileri, bu varlıkların insan dünyasındaki anlamı gibi konularda kuramsal perspektifler de çeşitlenmektedir.
Biyoçeşitliliği ve tabiat kaynaklarını yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakan küresel iklim değişikliği, tehlikedeki türlerin tespiti ve sürdürülebilirliği için yürütülen çok disiplinli çalışmaları hızlandırmıştır. Ayrıca, kırılgan iklim kuşaklarında yaşayan, pastoralizm, bahçecilik gibi sürdürülebilir üretim tarzlarıyla geçinen topluluklar hakkındaki etnografik çalışmalar, ekoloji çalışmalarıyla birlikte önem kazanmıştır. Ekoloji konusunda daha hızlı ve etkili veri toplayabilmenin bir yolu da bölgedeki insanların bilgisinden yararlanmaktır. Çünkü insanların yaşadıkları bölgedeki tabiat kaynakları ve türler hakkındaki detaylı bilgileri bilim insanları için hayli yol göstericidir. Bu bağlamda etnografik çalışmalar, etnobiyoloji, etnoekoloji gibi yerel bilgiye erişmeyi hedefleyen disiplinler açısından destekleyicidir.
Tabiat parkları gibi koruma altındaki alanlar da çevre antropolojisini yakından ilgilendiren konular arasındadır. Koruma amaçlı yasal düzenlemeler civarda yaşayan insanların süregelen geçim faaliyetlerini kısıtlayarak dezavantajlı duruma düşmelerine ve habitatla örülmüş kültürel miraslarını yitirmelerine neden olabilmektedir. Koruma programlarında bölgenin refahını gözeten yaklaşımların gerekliliği 1990'lardan itibaren çevre koruma girişimleri ile bölgesel kalkınma kuruluşlarını bir araya getirmiştir. Bu programlarda, yerel ürünlerin geliştirilmesi, pazarlanması, ekoturizm gibi seçeneklerle bölgesel kalkınma teşvik edilmektedir. Çevresel ve kültürel kaynakların yönetiminde yerli halkın paydaş olarak katılımını sağlamak, istihdam sunmak, kültürel miras ve telif haklarının tescillenmesi gibi yaklaşımlar da yaygınlaşmaktadır. Başta bölge sakinleri olmak üzere farklı paydaşların bakış açılarını anlayarak uzlaştırıcı ve etkin çözümler için modeller önerebilmek antropologların üstesinden gelebileceği konular arasındadır. Antropologlar, araştırmacı rollerinin yanı sıra uygulamalı antropolog olarak aracı, eğitimci, danışman gibi çeşitli rollerle çözüme katkıda bulunmaktadır. Antropologların özellikle kırsal alanlarda farklı kültürlerle birlikte yaşayarak uzun süreli araştırma deneyimleri, özellikli bölgelerde yaşayan insanların sosyal ağlarını, ekonomik faaliyetlerini, değerlerini anlayarak çözüm üretmek açısından avantaj sağlamaktadır.
YAZAR
Ebrar Akıncı