Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Sizi bilmem.

Benim için bayramlar çocukken sadece kalabalıklardı.

Büyük, çok büyük kahvaltı sofralarını bayram demek sanırdım.

Ya anneannemin Yeşilköy’deki evinde ya da babamın memleketi Kayseri’de olurduk.

İki dedem, anneannem ve babaannemin hayatta olduğu günler…

Yeşilköy’de teyzemler gelir, İstanbul usulü bayram kahvaltısı yapılırdı.

Dedemin ‘İstanbul’dan (Mısır Çarşısı'nda sevdiği bir dükkan vardı, oraya giderken İstanbul’a gidiyorum derdi) aldığı bal, kaymak, zeytinyağı, beyaz peynir, ev böreği, ev reçelleri, muhakkak sele zeytin, haşlanmış yumurta…

Kahvaltı sonrası büyüklere kahve ve anneannemin vişne likörü, biz çocuklara bayram çikolatası…

Kardeşim ve bana her bayram yeni kıyafet dikilirdi. Çoğunlukla aynı model elbisenin benim için mavisi kardeşim için pembesi.

Kayseri’de dedemin evindeki bayram sabahları çok daha kalabalıktı.

Amcalar, halalar, kuzenler…

En az 30 kişi olurduk.

Oranın bayram kahvaltı mönüsü de farklıydı. Kahvaltılıklardan önce mutlaka ramazan bayramında nohut pilav, kurban bayramında kavurma-pilav… Kete de olmazsa olmazlardandı.

Tabii yaşım iki haneli olunca burun kıvırır oldum bu seremonilere. Çikolata almak için harçlığım yetiyor, walkman’imle müzik dinleyip hayal kurmak varken ne gerek var akraba buluşmalarına?

Ortaokulda bayram kahvaltıları yerini aileyle bayram tatillerine bıraktı.

Bodrum’da bir yazlık vardı o sıralar. Bazen oraya giderdik. Babamın ve annemin arkadaşlarıyla akşam balıkçılarda yenen upuzun yemekler. Şanslıysak yaşıtımız bir çocuk olurdu da şiirlerin okunup anıların anlatıldığı ‘tuhaf büyük sofraları’nda biz de paralel evren yaratıp eğlenirdik.

Yoksa vah halimize…

Bazen de yine aile dostlarıyla otele gidilirdi. Ayvalık, Çanakkale, zaman zaman yurtdışı…

Üniversiteye başlayınca aile tatilleri yerini arkadaş tatillerine bıraktı. Anne babayı aramak bile ‘dostlar alışverişte görsün’ modunda yapılan bir formaliteye dönüştü.

Gençliğin aptal halleri işte…

O eski, kalabalık günleri özlemle anıyorum şimdi…

Babamın henüz gitmediği, akrabaların çoğunun hayatta olduğu tarih öncesi zamanlar…

Hala kardeşim ve çocuklarla anneme gidiyor, eskiyi yaşatmaya çalışıyoruz ama araya giren ve bizi yalnızlaştıran zamanın üzerini örtmek mümkün değil…

Bu yazıyı işte o eski günlerin hatırına yazmak istedim. Ancak bu ‘ara’ benim için sadece bayram da değil. Bu yıl bayram bana nostalji duygusu kadar tuhaf bir tedirginlik de veriyor.

Bir kesişmenin tedirginliği…

Hem bayram hem doğum günüm…

Doğum günleri benim için aşılması gereken tepeler sanki.

Her seferinde o tepeler yaklaştıkça gözümde büyür, yükselir de yükselir.

İlla ki iyi geçirme beklentisi (içine doğduğun kültürün reflekslerini yenmek dünyanın en zor işi bence), o beklentinin yarattığı gerginlik ve sonundaki hayal kırıklığı…

Çok az doğum günümü bu kısırdöngüden kurtarabildim.

Hatta tam tersi hayatımın en kötü günüydü diyeceğim 13 Nisanlar var… Anlatsam inanmazsınız.

İşte bugün yine o gün, üstelik bir bayram arasında olduğumuz için ortalık öyle tenha ki tam muhasebelik…

Ve ben hayatımın karşısına geçmiş ‘bu kez girme o sarmala’ diye yine faydasızca uyarıyorum kendimi.

Gerçi son zamanlarda üzerimde acayip bir dinginlik hali yok değil.

Her şeye sükunetle yaklaşma, en olmadık sorunları dahi umursamama, öfkeye ufuk çizgisine doğru yol alan bir gemiye bakar gibi bakma…

Galiba ‘zeitgeist’ sadece döneme değil, insanın dönemine ait bir kavram.

Herkesin ‘zeitgeist’ı (zamanın ruhu) kendine.

Benimki şu sıra hafif bir meltem ve huzurlu bir müzikle döşeli bir yol sanki. İçimde bir şarkı.

O yoldan geçerken son derece öznel bu yazıyı yazmak istedim bugün.

Hem bayramınızı kutlamak hem de kendime kendimi hatırlatmak için…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar