Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BİR gazeteci olarak ABD seçmeni olsam, iki başat adaydan hangisine oy verirdim?

Başkanlığı döneminde yaptıklarına tanıklık ettiğimiz Donald Trump’a mı?

Yoksa İsrail’in Gazze ve Lübnan’da insan haklarını yok sayan tutumunun sürmesini sağlayan iktidarın Başkan Yardımcısı Kamala Harris’e mi?

Meseleye yaşadığımız coğrafya açısından bakıldığında, Orta Doğu’dan asker çekeceğini açıklaması ve bölgeyi ateş çemberine çeviren politikalara son vereceğini söylemesinden yola çıkarak Trump derdim…

Ancak, basın özgürlüğünün hep önde tutulduğu ABD’de göreve geldikten sonraki uygulamaları da anında vazgeçmeme neden olurdu…

Çünkü göreve geldikten sonra basını en büyük düşman, gazetecileri de yok edilmesi gereken paryalar gibi gördü…

Basın patronlarına kök söktürdü; muhalefet eden NBC, ABC News ve CBS’in yayın lisanslarının iptaline ilişkin adımlar attı.

“HAPİSHANEDE HAZIR HALE GELİRLER…”

Daha önemlisi gazetecilerin karakteri sayılan “kaynağını açıklamama” kuralının yasa ile kaldırmak için çabada bulundu.

Bu yönde adım atmaktan geri durmadığı gibi, kaynağını açıklamayan gazetecinin de hapse atılması gerektiğinin altını çizdi.

ABD Başkanına yakışmayan gevşek bir gülümseme ile “Hapishanede tecavüz ihtimali gazetecileri kaynaklarını açıklamaya hazır hale getirir” demekten de geri durmadı.

Kendinden önceki Başkan ve yönetim hakkında da asılsız iddialarla soruşturmalar başlattı.

Başkan Clinton ve Dışişleri Bakanı John Kerry’nin hakkında cezai soruşturma başlatmakla kalmadı, soruşturma bitmeden de kendi hükmünü verdi.

“İNTİKAM HAKLI GÖRÜLEBİLİR”

Hem de kin yüküyle, Anadolu kültüründe temel ilke sayılan Şeyh Edibali’nin Osmanlı’yı kuran Osman Gazi’ye öğüdünün tam tersine öfkeyi, gücenmeyi, suçlamayı, haksızlığı birinci ilkesi yaptı.

“Bazen intikam haklı görülebilir” diye de yaptığına gerekçe yarattı.

New York Times’taki makalesinde dün benzer bakışı dile getiren Nicholas Kristof bunlara bir eklemede daha bulunmuş.

Yabancı savaşçılarla ve Orta Doğu’da asker bulundurmaya ilgisinin olmayabileceğini ancak “pervasız bir şekilde bir anda bir ülkeyle savaşa girebileceğinin” de altını çizmiş.

Kuzey Kore’nin çılgın lideriyle atışıp savaşın eşiğinden dönmesini anımsatmış.

Bundan dolayı Başkanlığı döneminde Savunma Bakanı olan James Mattis’in spor kıyafetleriyle uyuyup, duş alırken bir kriz çıkarsa anında haberdar olmak için banyosuna flaşör yerleştirmek zorunda kaldığı dönemleri hatırlatmış.

Bunlara bir de ABD’nin aşırı milliyetçi beyaz ırkı ile iş birliği yapıp, Afro-Amerikanları aşağılamaya kalkan tutumlarını da eklemek gerekir.

Bütün bunlar da benim oy vermekten vazgeçmeme neden olurdu…

HARRİS OLANIN DIŞINDA MIYDI?

Peki Kamala Haris için ne demeli?

Beyaz Saray’daki Biden yönetimi çok uzun süredir Türkiye’yi yok farz etmekle kalmıyor, sinir uçları sayılabilecek taraflarla da ilişkisini arttırıyor.

Bunun en önemli verilerinden biri saldık gelmeden topal ördek durumuna düşen Biden’ın önceki gün Kıbrıs Güney Rum Yönetimi liderini kabul edip görüşmesiydi…

Görev döneminde benzer çok gelişmelere tanıklık edildi ve sonunda ABD yönetimi çok uzun süredir istenmeyen işlerin mimarlığını yaptı.

Aslında hiçbir şey yapmadan bunların gelişimine yol açtı; yeni bir dünya savaşının konuşulmasına, her kıtada büyük çatışmaların yaşanmasına neden oldu.

Bunda Başkan Yardımcısı olarak Harris’in hiçbir payının bulunmadığını söylemek olanaksız; tam tersine ortağıydı…

İsrail’in Gazze ve Lübnan’da insanlık katliamına devam etmesi için silah ve savaş teknolojisi desteği de ortada…

Ayrıca Suriye, Irak’ta terör örgütlerine desteği de cabası…

Bu cepheden baktığımda ise Herris’e oy vermekten vazgeçip, ikisini tartıya çıkarma gibi bir yol tercih ederdim sanırım.

Acaba hangisinin günahları daha ağır basardı?

ABD’NİN 235 YILLIK GELENEĞİ YIKILIR MI?

Veya ABD halkında bu tartının kefeleri nasıl basıyor?

Kıyasıya süren yarışta dengenin kimden yana işleyeceğini kimse kestiremiyor…

Öncelikle bir noktanın altını çizmek gerekir ki asırlar sonra bir siyahinin Başkan olmasına onay veren ABD halkı, 235 yıldır devam eden Beyaz Saray’daki erkek egemen yapıya da son verir mi?

Erken oy verme sürecinin başladığı, asıl oy verme işleminin de Salı günü gerçekleşeceği ABD’de tabii ki mektupla verilen oylar da önem arz ediyor.

Bundan dolayı kesin sonuçları elde etmek bizdeki gibi hemen olmuyor.

Ancak görülen o ki başa baş bir yarış sürüyor.

Üzerinde durulan ise daha çok siyah erkek ve kadınların nasıl bir tutum içinde olduğu?

Sosyal medyada yer alan bir videoda Harris’in adaylığını destekleyen eski Başkan Obama’nın kadın olduğu için oy vermekten biraz çekingen olduğunu söyleyen siyah erkeğe çıkışmasını izlemiştik.

Ancak son anketler göstermiş ki siyah erkeklerin %69’u Harris’i destekliyor.

Bu oranın siyah kadınlarda %81 gibi yüksek bir orana ulaştığı konusunda ciddi anketler var…

Oranlar beyaz kadın ve erkeklerde ise bu oranlar eğitim seviyelerine göre farklılık gösteriyor.

Eğitimli beyaz kadın ve erkekler daha çok Harris yönünde oy kullanacağını söylerken, eğitimsizlerde durum tersine dönüyor; Trump’a olan destek artıyor.

Sürekli kadınları aşağılayan, düşmanca ve ırkçı ifadeler kullanan Trump, önceki Başkanlık yarışında Anayasal kürtaj hakkını kaldırma kararlılığını da açıktan dile getirdi.

Bunlar ortada iken beyaz kadınların yarım asırdır elde ettikleri bu hakkı kaldıran birine oy verme çabası nasıl izah edilebilir?

NE ÖNERİYORLAR?

Daha önemlisi ABD seçimi dünya için nasıl bir sonuç üretir?

ABD seçmeninin yüzde kaçı buna bakarak oyunu verir?

Belki de bundandır adaylar seçim kampanyalarında bizim yukarıda sıralayıp önem verdiğimiz konulara girmek yerine, halkın cebini ilgilendiren meselelere yöneldi.

Harris geçen seçim dönemindeki tutumundan yola çıkarak Trump’ı kürtajla vurmaya kalkıyor; beyaz kadın oylarının kendine yönelmesini hedefliyor.

Trump ise bu konuda ne diyeceğini bilemediği için tutarlı bir politika ortaya koyamıyor.

Meksika’dan ABD’ye göç edenlerin sayısı geçen yıl rekor kırmıştı.

Harris, meselenin sebeplerini çözmekle görevlendirilmişti; kampanyasında da bunu ortaya koydu ve gittiği yerlerde California Savcısı olduğu dönemde insan kaçakçılarıyla nasıl mücadele ettiğini anlattı.

Trump’ın tutumu ise başından beri net; Çin seddi gibi ABD seddini oluşturmakta kararlı…

Harris vergi indirime karşı çıkıp, çok kazanandan daha fazla alma yönüne gideceğini söylerken, Trump vergi indirimi yapacağını ilan etti.

Görünen o ki hangisi gelirse gelsin ABD’nin bütçe açığı gibi bir sorunu bugünden oluştu…

Dış politika konusunda da bu paradoks devam ediyor.

Harris Ukrayna’ya destek konusunda biraz daha temkinli, Gazze ve Lübnan konusunda ise söylemde kalmakla yetiniyor; eylemsel bir politika sunamıyor.

Trump’ın vaatlerine bakıldığında ise seçilmesi halinde ABD’nin uluslararası toplumdan soyutlanmış bir hale gelmesi kaçınılmaz olacak.

Filistin ve Gazze konusunda ise tutumları birbirinin aynı…

Özetle bizim için al birini vur ötekine durumu bu sandık sonrasında da devam edecek…

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar