Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Muharrem Sarıkaya Savaş suçunun cezasını UCM kesebilir mi?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        GAZZE’ye yönelik orantısız saldırılarına başladığı günden bu yana uluslararası arenada aynı görüş hâkim…

        Bu görüş, Kahire’de dün yapılan Barış Zirvesi’ndeki konuşmalara da yansıdı…

        Ürdün Kralı 2. Abdullah açık dille söyledi…

        Savaşın derhal durması ve insani yardımların yapılması gerektiğini söylerken, İsrail’e karşı tutumunu da net koydu:

        “Gazze’de devam eden acımasızca bombardımanı, yardıma muhtaç ve mahsur kalmış insanlara kolektif cezalandırmayı konuşuyoruz; bu açıkça insan haklarının ihlalidir ve savaş suçudur…”

        Diğer konuşmacılar bu denli açık değildi; İsrail ordusuna disiplin, profesyonellik ve itidal çağrısında bulunduklarını belirterek suç işlediğini söylemekten kaçındı…

        Gazze’den zorunlu göçe tabi tutulmaya karşı çıktığını söylerken, bunun insan hakkı ihlali ve savaş suçu olduğunu anımsamaktan kaçındı…

        Şurası açık ki dünkü zirveye katılan 35 ülkenin yetkilisi de sadece göçe zorlama değil, fosfor bombası kullanmak da dahil sivil halka saldırının savaş suçu olduğunun bilincinde…

        SAVAŞ SUÇLARININ HEPSİNİ UYGULUYOR

        Çünkü çoğunun altına imza koyduğu uluslararası anlaşmalar yapılanın savaş suçu olduğunu ayan beyan söylüyor.

        Bunun başında da 105 ülkenin altına imza koyduğu Roma Tüzüğü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkisine giren suçlar geliyor…

        En son hastane bombalanması bir yana, canlı yayınla Gazze üzerine sivil halk gözetmeksizin bomba yağdırılıyor.

        Uluslararası hukukun yasakladığı fosfor bombalarının körfezdeki teknelerin üzerine nasıl atıldığı, obüs toplarının yanında nasıl yer alıp ateşlendiği de video görüntülerinde duruyor…

        Son iki gündür İsrail’in Başbakanı, Savunma Bakanı ve yetkin isimleri Gazze’yi boşaltacaklarını, orada yaşayanları çöle sürgüne yollayacaklarını televizyon ekranlarından açıktan dile getiriyor.

        Bu sözler dahi 2002’de Roma Tüzüğü gereği kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) suç kapsamı içine giriyor…

        Örneğin UCM’nin İnsanlığa Karşı Suçlar başlığını taşıyan 7’nci maddesi kapsamındaki suçların neredeyse tamamı şu an Gazze’ye karşı İsrail tarafından uygulanıyor.

        Sekizinci madde başlığında sıralanan Savaş Suçları’nın tamamı da hayata geçiriliyor.

        Zehir veya zehirli silahların kullanılmasının en temel savaş suçu sayılacağı maddede açıkça yazıyor.

        Hatta 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin ilki, “Harp halindeki silahlı kuvvetlerin hasta, yaralı ve kazazedelerinin ıslahını” zorunlu kılıyor.

        İkincisi bu koşulların deniz için de geçerli olduğuna hükmediyor.

        Cenevre Sözleşmesi’nin 1977 tarihli eki de mağdurların korunmasını şart koşuyor…

        Dolayısıyla Gazze’de İsrail’in yaptığı saldırılar savaş suçunun tüm unsurlarını taşıyor…

        UCM’YE GİDEN 3 YOL DA TIKALI…

        Peki, bütün bunlar ortada iken, uluslararası camiadan da çağrılar gelirken İsrail UCM’de yargılanabilir mi?

        Soruyu konunun en yetkin isime, uluslararası hukuk alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’ya sordum…

        “Hayır… Yargılanması neredeyse olanaksız…” diye söze girdi…

        Sözlerinin devamını da bir koşutu anımsatarak getirdi.

        O da Adalet Divanı’ndan yargılanabilmesi için iki tarafın rızası gerekiyor…

        Roma Sözleşmesi ile 2002’de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabilmesi için de ülkelerin sözleşmeye taraf olması gerekiyor.

        İsrail, başından beri bu sözleşmeye taraf olmadı, Türkiye gibi altına imza koymayan ülkeler arasında yer aldı.

        Buna karşın, Sudan, Uganda, Libya, Orta Afrika Cumhuriyet’inin de arasında yer aldığı bazı ülkelerdeki gibi yargılanma söz konusu olamaz mı?

        Prof. Dr. Pazarcı, bunun olabileceğini anımsatıp ekledi:

        “BM Güvenlik Konseyi eğer savaş suçlusu sayarsa o zaman UCM’ye gidebiliyor. Orada da kararlar oy birliği ile çıkması gerektiği için ABD’nin olduğu yerde İsrail için çıkmasının imkanı görülmüyor.”

        Bir diğer yolun da UCM Savcısı’nın resen harekete geçmesi olduğunu anımsattı, “Bu da ancak o ülkedeki kişilerle ilgili olabilir; İsrail’in Başbakanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı gibi kişileriyle ilgili olabilir, ama ben bunu da imkansız görüyorum” dedi.

        SAVCI DA RESEN ADIM ATAMAZ

        Gerekçesini de batılı ülkeler bu denli İsrail’in arkasına sıralandığı dönemde savcının adım atmaktan kaçınma olasılığına bağladı…

        Ayrıca UCM Savcısı böyle bir adım atsa dahi mesele tekrar BM Güvenlik Konseyi’ne getirilerek orada kararın reddine ilişkin bir adım da atılabilir.

        BMGK’dan karar çıkmadığı gerekçesiyle davanın açılmasının önüne geçilebilir ki Roma Tüzüğü buna da olanak veriyor…

        Bununla birlikte sadece İsrail’in değil, ABD’nin bir başkanının imza atıp, diğerinin çekilme kararı aldığı UCM sözleşmesinde yeri bulunmuyor.

        ABD’NİN UCM PAZARLIĞI

        ABD burada ciddi bir çelişki yaşıyor…

        Bir yandan Yugoslavya ve Ruanda Savaş Suçluları Mahkemeleri’nin kurulması için BMGK’da önderlik yapan ABD, UCM’nin kurulmasına destek verir görülürken, mahkemenin kuruluşunda 7 ülke ile birlikte tam tersine tutum aldı.

        UCM Statüsü’nün kabulüne ilişkin Roma Diplomatik Konferansında mahkemenin kurulmasının engellenmesi yönünde İsrail başta olmak üzere Çin, Libya, Irak, Katar ve Yemen ile birlikte pozisyon aldı; hatta karşı oy kullandı…

        Bill Clinton döneminde her şeye rağmen 2000’de UCM Sözleşmesi’ne imza koyan ABD, 2 yıl sonra göreve gelen Başkan George W. Bush döneminde sözleşmeden çıkmakla kalmadı, UCM’yi işlevsizleştirecek önemli adımları da attı.

        Ülkeler ile yaptığı ikili anlaşmalar ve BMGK’dan çıkması gereken kararlar ile ilgili olarak pazarlıklara girdi.

        Doğu Timur’da suç işleyen barış gücü askerleri hakkında UCM’nin yargı yetkisinden çıkarılması için de BMGK’dan karar çıkarmaya çalıştı; ama başaramadı.

        BMGK’nın vatandaşlarına tam dokunulmazlık vermemesi halinde Bosna Hersek’teki BM Barış Gücünün genişletilmesini veto edeceği tehdidinde bulundu.

        BMGK, sonunda bir yıl süreyle sınırlı kalmak kaydıyla barış güçleri ve BM otoritesi altında görev yapan ABD vatandaşlarını UCM’nin yargı yetkisi dışında tuttu, dokunulmaz kıldı…

        UCM’YE GİTMEME ANLAŞMALARI

        ABD burada kalmadı, iki taraflı anlaşmalar ile Afganistan, Doğu Timur, Dominik Cumhuriyeti, Honduras, Marşal Adaları, Romanya, Tacikistan, Özbekistan ve Hindistan ile iki ülkenin rızası olmadan vatandaşlarını UCM’ne iade etmeme anlaşması imzaladı.

        Bugüne kadar bu sayı 15’e ulaştı…

        Yetmedi, bir de ABD Başkanı’na vatandaşını UCM’ye göndermeme hakkını veren kanun çıkardı. (The American Servicemember’s Protection Act - ASPA)

        Bütün bunlara gerekçe olarak, ABD vatandaşlarının aleyhine siyasi nitelikli davaların UCM Savcısı’nın doğrudan hakkının bulunmasını gösterdi.

        İNSANDIŞILAŞTIRILANLAR

        Şimdi dönüp bir daha bakalım…

        ABD’nin kendi vatandaşlarını dahi ayrık tuttuğu UCM’de, tüm desteğini verdiği İsrail’in veya bir üst düzey isminin yargılanmasının yolunu açar mı?

        Bırakın sözleşmeden imzasını çeken ABD’yi, UCM’nin kuruluşuna tam destek veren AB ülkelerinden kaçı izin verebilir?

        Hele ki ABD gibi UCM Sözleşmesine başlangıçta imza koyup, ardından geri çeken Rusya’nın da yer aldığı bir BMGK’dan karar çıkabilir mi?

        Dolayısıyla dün Mısır’ın Başkenti Kahire’de BM Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in de katılımıyla 35 ülke yöneticisinin yer aldığı Barış Konferansından çıkan sonuç belgesinin de etkili önemi olmayacak...

        En önemli kanıtı da Konferans devam ederken İsrail’in durmaksızın Gazze’ye bomba yağdırmaya devam ettirmesiydi…

        Bauman’ın tezindeki gibi Gazze’de yaşam sürenler uzun yıllar içinde insandışılaştırıldı; o nedenle batılı ülkeler çok umursamıyor…

        Yaşanan insanlık dışı gelişmeleri de dizi film gibi ekran başında izliyor…

        Devlet eliyle uygulanan şiddetin ürettiği terörün, yarın bir daha kapısını çaldığında ne yapacağını bugünden düşünmek istemiyor…

        Bunun farkında olmayan, oy derdine düşmüş batılı siyasi yöneticilerin tersine, ülke halklarının meselenin ayırdında olduğu ortada...

        En iyi göstergesi de dün Londra'da düzenlenen Filistin'e destek, İsrail'i kınama mitingine olan katılım...