Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Burak Çevik’in yazıp yönettiği “Hiçbir Şey Yerinde Değil”, 8 Ekim 1978’de Ankara’da yaşanan Bahçelievler Katliamı’ndan yola çıkan bir film.

Yaşandığı günlerde gazetelerin manşetlerine yerleşen Bahçelievler Katliamı; faillerin yakalanması, mahkeme süreci ve hükümlülerin cezaevinden çıktıktan sonra yaptıkları açıklamalarla geçip giden 46 yıl boyunca unutulmadı.

Belli ki Burak Çevik’in öncelikli amaçlarından biri o geceyi unutturmamak ama bunu, Bahçelievler Katliamı’nı bire bir anlatarak yapmak istemediği çok belli. O yüzden en başından söylemekte yarar var. “Hiçbir Şey Yerinde Değil”, tartışmaları göze alarak o gecenin hikâyesini anlatmıyor. O gecenin altında yatan hakikati anlamaya çalışıyor. Yakın tarihe ve günümüze o gece üzerinden bakmamızı istiyor. Bir tarafa eve silahla giren katilleri, diğer tarafa öldürülen gençleri koyuyor ve Türkiye’nin şiddet sarmalından neden bir türlü kurtulamadığına veya kurtarılmak istenmediğine dair bir zihin egzersizi sunuyor.

Burak Çevik, geceyi yeniden hayal ederken temel bir karşıtlığa odaklanıyor: Evdeki solcu gençler silaha ve şiddete karşılar. Silahlı mücadeleye inanan solcuların, işçi sınıfının mücadelesine zarar verdiklerini düşünüyorlar. Eve giren sağcı katiller ise çok açık şekilde silahın ve şiddetin gücüne inanıyorlar. Evdekiler, ülkelerini düşünerek, yazarak, tartışarak kurtarmak istiyorlar. Evi basanlar ise kendilerine benzemeyenleri öldürerek...

Burak Çevik, ilk yarıda solcu gençlerin neden silaha karşı olduğunu ortaya koyarken; ikinci yarıda, milliyetçi militanların insanların canını almaya neden bu kadar çok inandıkları sorusunun yanıtını arıyor. Film bence işte tam da bu noktada, sadece 8 Ekim 1978 Bahçelievler Katliamı’nı değil, yakın tarihimizdeki birçok katliamın özünde yatan nedenleri deşifre ediyor. Katiller uyguladıkları şiddeti milliyetçilikle, intikamcılıkla açıklıyor; kendilerini vatansever, solcu gençleri ise yok edilmesi gereken düşman olarak görüyorlar. Hayatlarında hiç kimseyi öldürmedikleri apaçık belli olan gençlerin ağızlarını tıkayıp, ellerini bağladıktan sonra onlara milliyetçilik nutku çekerek canlarını alıyorlar. Bugün sosyal medyadaki birçok kişinin de kendileriyle aynı görüşü paylaşmayanlarla fikir tartışmasına girmek yerine direkt tehdit ettiğini, ısrarla şiddet dilini kullandığını unutmamak gerek.

Burak Çevik filmde tartışmalara yol açacak bir adım atıyor ve “geceyi yeniden hayal ederken” eve giren katillerden birinin yaptığı işten rahatsız olduğunu, hatta öldürmek istemediğini gösteriyor. Gençlerden birini boğarak öldürürken hiç tereddüt etmeyen diğeri ise olayın caniliğe, katliama dönüştüğünü fark edip rahatsız oluyor; ama o da yukardan gelen emri uygulamaktan geri durmuyor.

İşte tam da bu yaklaşımı nedeniyle Adana Altın Koza Film Festivali sırasında ağır eleştiriler aldı “Hiçbir Şey Yerinde Değil”. Bu yaklaşımı tartışmak ve kendi görüşümü belirtmek için önce 8 Ekim 1978 gecesinde Bahçelievler’de tam olarak neler yaşandığına bakmak gerekiyor. Öldürülen 7 genç, Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses ve Osman Nuri Uzunlar Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve onun gençlik kuruluşu Genç Öncü’nün üyesiydiler. O gece Bahçelievler Mahallesi’ni “daha güvenli” hale getirmek için katledildiler. Daha sonra, gençleri öldürenlerden biri olan Haluk Kırcı yaptığı açıklamada sol görüşlü militanlar tarafından öldürülen ülkücülerin intikamını aldıklarını öne sürdü. Oysa bu üniversiteli gençler, daha önce silahlı veya silahsız hiçbir şiddet eylemine karışmamışlardı. Hayatları boyunca hiçbir zaman silah taşımamışlardı çünkü TİP, silahlı mücadeleye en başından itibaren hep karşıydı. TİP lideri Behice Boran, siyasi mücadelenin sadece yasal zeminlerde sürdürülmesinde ısrarcıydı. O yıllarda sol ve sağ hareketler içinde herkes bilirdi bunu. Silahlı mücadeleye inanan sol hareketler ile parlamenter sistem içinde barışçı yoldan iktidara yürüme hedefini taşıyan TİP arasında keskin siyasi tartışmalar yaşanırdı. Özetle olayın faillerinin bunları bilmemesi imkansızdı. Yani, o gece o evde Burak Çevik’in filmindeki gibi tereddüt eden, rahatsızlık duyan, “Ne yapıyoruz biz burada?” diye düşünen katiller yoktu. 4 kişiyi değil 7 kişiyi öldürdüler. Dışarıda otomobilin içinde bekleyen reisleri Abdullah Çatlı ile birlikte 7 kişiydiler ve ne yaptıklarının farkındaydılar. Türkiye’ye vermek istedikleri mesaj çok açıktı: Silahlı mücadeleyle ilgisi olmayan TİP’li gençlerin evlerinin basılarak öldürüldüğünü, hatta o gece evde hiçbir çatışma yaşanmadığının bilinmesini istiyorlardı. Amaç güç gösterisi yapmak ve başta TİP olmak üzere tüm sol harekete göz dağı vermekti. Açık açık “Gerekirse bir gece ansızın evinize gelir hepinizi öldürürüz. Hiçbiriniz güvende değilsiniz” demek istiyorlardı. Kaldı ki, katiller yıllar boyunca o geceden pişmanlık duyduklarına dair tek bir açıklama yapmadılar.

Özetle, o gece yaşananlar baştan sona detaylı olarak anlatılsa, “Hiçbir Şey Yerinde Değil”den çok farklı bir film çıkardı ortaya. Mesela Michael Haneke’nin “Funny Games”ini akla getiren, seyretmesi çok zor, çok sert bir film olabilirdi. “Funny Games” gibi hayal ürünü değil gerçek olduğunu bilmek ise eminim çok rahatsız edici olur ve filmden öfkeyle, nefretle ajite olmuş şekilde çıkardık. Çevik ise katilleri sadece canavar olarak değil, “aidiyet duygusuyla öldürmeye inanan” milliyetçiler olarak gösteriyor bize. Canavarlık, özünde psikolojik sapkınlık ve bazen de geçici bir ruh halidir. Katiller “Funny Games” filminde olduğu gibi canice davranmaktan büyük zevk alabilirler. Burak Çevik, insan öldürmenin tadını çıkaran benzer katil portreleriyle karşımıza çıksaydı, dikkatimizi sadece olayın faillerine ve onların gerçek kimliklerine çekecekti. Oysa burada belirleyici olan, onların kim oldukları değil, nasıl bir kafa yapısıyla cinayet işledikleri ve temsil ettikleri zihniyetin devamlılığı… Aidiyet duygusunun vicdana tercih edilmesi… Yukardan gelen emrin her şeyin önüne geçmesi…

Kaldı ki, filmdeki iki karakter aslında öldürmekten ziyade, cani konumuna düşmekten rahatsız oluyorlar. Öldürmenin ve şiddetin gerekli olduğuna inanarak o eve geldikleri belli. Bugün sokaklarda yaşanan şiddetin kökeninde de sonuçta aynı zihniyet yok mu?

Dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in, Bahçelievler’in ülkücüler için daha güvenli bir bölge haline getirilmesi gerektiğinden söz ettiği TRT haber bülteniyle açılan film, yayının kapanışındaki İstiklal Marşı’yla bitiyor. Televizyon ekranının yakın çekimiyle başlayan “Hiçbir Şey Yerinde Değil”, kameranın ekrana yaklaşmasıyla sona eriyor. Burak Çevik, görüntü yönetmeni Barış Aygen ile birlikte tüm filmi “kesintisiz tek plan” yanılsamasını uyandıracak şekilde çekiyor. “Yanılsama” diyorum çünkü kameranın kapıdaki gözetleme deliğinin içinden koridora geçtiği sahne, bilgisayar kökenli görüntülerin varlığını bize açık şekilde hissettiriyor. Tek plan fikri, zaman – mekân birliği üzerinden evin içinde yaşananlara tanık olma duygusunu artırıyor. Filmin süresi ile anlatılan olayın süresinin aynı olması da gerilim ve gerçeklik duygusunu derinleştiriyor. Ama son bölümde filmin süresi ile olayın süresi arasındaki senkronizasyon sona eriyor. Arka odada gerçekleşen cinayetin ardından zaman algısı giderek bozunuma uğruyor. Kameranın koridordaki kan izini takip ederek salona gelmesiyle birlikte zaman mekân birliği adeta yıkılıyor ve olup bitenlerin hangi sırayla olduğu konusunda kafamız giderek karışıyor. Burak Çevik bu bölümlerde “eksiltmeler” yapamaya, yani yaşanan bazı olayları göstermemeye başlıyor. Böylelikle, filmin sunduğu gerçekliğe olan inancımız sarsılıyor. Belli ki Burak Çevik’in kasten istediği bir şey bu… TİP’li gençlerin sayısını 7’den 5’e, evi basan katilleri ise 2’ye indiren Burak Çevik, gerçeklerden bariz şekilde kopuyor. Apartman koridorunun penceresine yaklaşarak duran kamera, gecenin karanlığında bakkala giden TİP’li gencin yanından eve yaklaşan iki militanı, bölgeyi terk eden polis aracını ve binaya yaklaşan başka bir aracı göstererek sadece gerilimi artırmıyor, zihnimizi de karıştırıyor. Filmin adının çerçevede belirmesiyle neden tüm bunların aynı anda olduğunu düşünüyoruz. Bana sorarsanız, gencin evden çıkışıyla militanların gelişi arasındaki ilişki fazla kafa karıştırıcı ve zorlama...

Katliam gecesinde yaşananları sadece internetteki kaynaklardan bulup okuduğunuzda dahi Çevik’in, o gece yaşanan olaylardan fazlasıyla koptuğunu, kendi yorumunun ötesinde paralel evrende geçen adeta yeni bir hikâye yazdığını görmeniz mümkün. Mesela, 8 Ekim 1978 gecesi evden bakkala giden ve “nedense” dönmeyen hiç kimse yok. Hatta tam tersine, katiller içerdeyken eve iki kişi daha geliyor ve onlar da Eskişehir yoluna götürülüp öldürülüyor. Burak Çevik’in kurbanların ve faillerin isimlerini kullanmaması; finalde benzer filmlerde sıkça kullanılan bir geleneğe sırt çevirerek gerçek olayla ilgili hiçbir görsel veya yazılı bilgi belge paylaşmaması, ilk seyrettiğimde beni de rahatsız etmişti. Ama ikinci kez seyrettiğimde tüm bunların filmin kurmaca yanı ile gerçekliği ayırma çabasının sonucu olduğunu düşündüm.

Gerçek karakterleri anlatacak bir film bizi direkt olarak, 8 Ekim 1978 gecesinin detaylarına götürmek zorunda kalacaktı. Çevik ise filmini ısrarla o gecenin gerçek hikâyesi olarak değil, Türkiye’deki milliyetçi şiddetin temelinde yatan ruh halinin tasviri olarak kuruyor.

Sevmeyebilir, beğenmeyebilir, duygusal olarak tepki gösterebilirsiniz ama kendi adıma filmin kendi içinde tutarlı bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, tüm bu mesafeli yaklaşımına ve gerçeklikten ısrarla uzakla durmasına rağmen yine de ortaya duygusal olarak etkileyici ve asap bozucu bir film çıkıyor.

Filmin adı, Burak Çevik’in hayal gücünden gelen senaryo ile gerçekten yaşanan hikâye arasındaki ilişkiyi de açıklıyor sanki... Filmin ilk bölümünde gençlerin arka odaya, mutfağa ve banyoya giderek sürekli bir şeyler aradığını; baskından sonra katillerin evin her yerinde silah bulmaya çalıştığını, o gece “hiçbir şeyin yerinde” olmadığını da not etmek gerek.

“Hiçbir Şey Yerinde Değil”, zamanlamanın öne çıktığı kamera çalışması, 1980’lerin renkli fotoğraflarını hatırlatan görsel atmosferi, dönemin ruhunu yansıtan sanat yönetimi ve tabi ki Burak Çevik’in tüm bu unsurları bir araya getiren yönetmenliğiyle beğendiğim bir film oldu. Çok başarılı bir ansambl oyunculuk örneği veren, Burak Can Aras, Efe Taşdelen, Onur Gözeten, Yiğit Ege Yazar, Celal Öztürk, Eren Kol, Tufan Berk Yıldız’dan oluşan genç kadroyu da unutmamak gerek.

18 Ekim Cuma günü gösterime girecek “Hiçbir Şey Yerinde Değil”in Türkiye prömiyerini yaptığı Adana Altın Koza Film Festivali’nin ulusal yarışmasında Jüri Özel Ödülü’nün yanı sıra yönetmene ve sanat yönetmeni kategorisinde Erim Gayretli’ye ödül kazandırdığını hatırlatalım.

7/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar