“Transformers: Başlangıç” (Transformers: One), 2007’de başlayan Transformers sinema filmlerinin sekizinci halkası… 1986’da gösterime giren ve televizyon dizilerini temel alan “The Transformers: The Movie”den sonra serinin animasyon formatındaki ilk filmi aynı zamanda.
Eric Pearson, Andrew Barrer ve Gabriel Ferrari’nin imzasını taşıyan senaryo, film serisini şekillendiren ana hikâyenin kökenlerine götürüyor bizi. Seri boyunca farklı serüvenlerini seyrettiğimiz Optimus Prime, Megatron ve Bumblebee gibi temel karakterlerin “orijin öyküsü” olarak da adlandırabiliriz “Transformers: Başlangıç”ı.
Josh Cooley’nin yönettiği film, temelde bir “en alttakiler” hikâyesi anlatıyor. Orion Pax (Chris Hemsworth) ve D-16 (Bryan Tyree Henry) Cybertron gezegenindeki iki maden işçisi olarak çıkıyorlar karşımıza. “Çark”ları olmadığı için dönüşme becerilerine sahip değiller ve o yüzden “transformers” olarak adlandırılan seçkin robotlar arasına kesinlikle giremiyorlar. Cybertron’daki işçi robotların hiçbirisinin dönüşüm çarkı yok ve hepsi çalışmak zorunda. Gezegenin lideri Sentinel Prime (Jon Hamm) genelde herkesin sevip saydığı, güler yüzlü, alçakgönüllü ve pozitif biri. Daha doğrusu, dışarıya öyle bir imaj veriyor. Madencilerin gündelik hayatları hakkındaki ilk izlenimlerimiz ise Cybertron’un “demir yumruk”la yönetildiğini gösteriyor bize. Orion Pax, D-16 ve onların şefi olarak çalışan Yüzbaşı Elita-1’in (Scarlett Johansson) maden ocaklarındaki çalışma deneyimlerine tanık olduğumuzda, toplumdaki katı hiyerarşik yapının ve rejimin baskıcı özelliklerinin farkına varmamak mümkün değil. Orion Pax ve D-16’nın yolu, ilerleyen bölümlerde maden ocaklarının en alt katında tek başına çalışan unutulmuş B-127 (Keegan-Michael Key) ile kesiştiğinde hikâyedeki “en alttakiler” motifi belirginleşiyor. Tıpkı kendileri gibi istenmeyen atıklar arasından çıkan dijital harita, onların önüne iki seçenek koyuyor. Ya ömürlerini orada geçirecek ve tümden unutulacaklar ya da kendi kaderlerini tayin etmek için harekete geçecekler.
Filmin ele aldığı asıl meselenin, iki yakın arkadaş olan Orion Pax ve D-16’nın karakterleri arasındaki farklılıklara dayandığını düşünüyorum. Orion Pax, rejimin hakikat olarak sunduğu bilgilerle, verilerle yetinmeyen meraklı biri. D-16 ise hiçbir şeyi sorgulamaktan yana değil. Cybertron’u yöneten Sentinel Prime’ın her dediğine inanıyor; yurttaş olarak üstüne düşen görevleri yapmak istiyor.
Orion Pax’ın, kendisini tanıdığımız ilk sahnede herkesten gizlenen arşiv kayıtlarına girip Cybertron’un yakın tarihiyle ilgili gerçekleri öğrenmek istemesi, bunun için riske girmesi, kişiliğiyle ilgili önemli ipuçları taşıyor. D-16 ise riskleri seven biri değil. Yasalara, kurallara uymaktan yana. Sözgelimi, Orion Pax’ın emrivakisiyle maden işçilerinin kabul edilmediği yarışmaya izinsiz katılmaktan rahatsız oluyor; başlarına geleceklerden endişe ediyor. Pax’ın öncelikli derdi ise sınırları zorlamak, potansiyellerini göstermek ve kaderine razı olmamak… Temkinli biri olmanın ötesinde otoriteye inanan itaatkâr biri D-16. Orion Pax onun aksine otoriteyi sorguluyor. Aralarındaki bir diğer farkı Elita-1 dile getiriyor. Elita-1, bir sahnede kaderine razı gelmeyen Pax’in iyimserliğinin, daha iyi bir hayata duyduğu inancın bütün maden işçileri için ilham verici olduğunu söylüyor. D-16 ise serüven boyunca karamsarlığı ve endişeleriyle öne çıkıyor. Daha iyi bir hayattan ziyade iyi bir düzen özlemi çekiyor. İkisi arasındaki belki en önemli fark, filmin son bölümlerinde belirginleşiyor. D-16 öfke ve intikam hissiyle şiddete yönelirken; Pax şiddetten ısrarla uzak duran, öfkesine kapılmayan, sağduyulu biri olarak hareket etmeyi sürdürüyor. D-16 yönetmeye çok istekliyken Pax’in liderliğe heves etmemesi, kuşkusuz başka bir ayrım noktası. Burada hikâyenin liderlik kavramı üzerinden de şekillendiğini görüyoruz. Çünkü filmde üç farklı lider görüyoruz. Birisi yalan ve baskıyla yönetiyor toplumu. Diğeri öfkesi ve fiziksel gücüyle takipçi topluyor kendine. Sadece hakikatin peşine düşen ve liderliğe gönülsüz olan üçüncüsü ise daha iyi bir hayata duyduğu umutla, inançla kendini doğal lider olarak buluyor.
D-16’nın Megatron’a dönüşmesi, açıkçası çok ani oluyor ve sözgelimi “Star Wars”un ikinci üçlemesinde Anakin Skywalker’ın Darth Vader’e dönüşümü kadar etkileyici bir iz bırakamıyor üzerimizde. Ama Pax ile yaşadıkları serüven üzerine düşündüğümüzde, gelecekte dönüşeceği kişiliği önceden haber verdiğini görüyoruz. D-16, tek adam rejimine, otoriteye ve güce inanıyor. Onu asıl öfkelendiren, baskı rejiminden ziyade aldatılmak ve yalanlarla yönetilmek aslında…
Tüm bunlar, serinin hayranları için “Transformers: Başlangıç”ı seyre değer kılan noktalar. Robot toplumunun en altından gelen ve biri Optimus Prime, diğeri Megatron’a dönüşecek iki maden işçisinin yakın arkadaşlıktan rekabete dönüşen ilişkilerinin ilgiye değer olduğu kesin. Öte yandan, son tahlilde benzerlerini defalarca seyrettiğimiz destansı bir “seçilmiş kişi” hikâyesi duruyor karşımızda. Seçilmiş kişi motifi beraberinde kurtarılması gereken toplum fikrini de getiriyor -ki bunun da çağdaş fantezi aksiyon sinemasının vazgeçilmez klişelerinden biri olduğunu biliyoruz zaten. Dolayısıyla, hikâyesi, karakterleri ve alt metinlerinden ziyade aksiyon duygusunun her şeyin önüne geçtiği bir film seyrediyoruz.
“Transformers: Başlangıç”, aksiyon sineması içinde ağırlığını giderek artıran animasyon formatının başarılı örneklerinden biri. 2007’de başlayan film serisinin ilk animasyonu olması da anlamlı ve doğru bir tercih. Önceki 7 film, Yeryüzü’ndeki insanlar ile Transformers denilen dönüşen robotların hikâyesini anlatırken, burada sadece robot karakterler var. Dolayısıyla, animasyon formatı hikâye için en doğru seçim. Yeri gelmişken, Pixar kökenli yönetmen Josh Cooley ve animasyon süpervizörü Rob Coleman’ın grafik tasarım olarak Transformers serisinin televizyon için yapılmış çizgi dizilerinden yola çıktığını belirtelim.
IMAX formatında seyrettiğim “Transformers: Başlangıç”ın teknik ve estetik olarak başarılı bir animasyon olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, serinin önceki filmi, 2023 yapımı “Transformers: Canavarların Yükselişi”ne (Transformers: Rise of the Beasts) oranla daha çok sevdiğimi de belirtmem gerek.
6/10