Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Doğanın gücüne karşı gençlerin inadı

        ‘Kasırgalar’ (Twisters), Amerikalıların ‘standalone sequel’ olarak adlandırdığı, ‘bağımsız bir devam filmi’... 28 yıl önce gösterime giren ‘Kasırga’nın (Twister) hikâyesini sürdürmüyor, herhangi bir karakterini almıyor aslında. Filmin hemen başında gördüğümüz Dorothy adında, tornadonun içine sensörler gönderen cihazdan başka ortak noktaları da yok. Ama karşımızda ilk filmin izinden giden, formülünü uygulayan bir yapım var.

        ‘Kasırga’nın (1996) sadece ABD’de 54.7 milyon bilet satışına ulaştığını, gişelerde gösterdiği büyük başarının yanı sıra eleştirmenlerden genelde olumlu tepkiler aldığını ve En İyi Özel Efekt ile En İyi Ses dallarında Oscar’a aday olduğunu hatırlatmakta yarar var.

        Aradan geçen bunca yıldan sonra ‘Kasırga’ deyince aklıma gelen ilk resimler, yeşil düzlüklerin uzandığı açık arazide gökyüzündeki kara bulutların arasında beliren tornadolar hiç kuşkusuz. Görüntü yönetmenliğinden gelme Hollandalı yönetmen Jan de Bont’un, filmini daha önce pek karşımıza çıkmayan imgelerle kurduğunu hatırlıyorum.

        ‘Kasırgalar’ın yönetmeni Lee Isaac Chung’un, ilk filmin görsel fikirleri ve resimlerini model aldığı belli. Dijital kamerayla değil 35mm ile çekmesi de ilk filme bir saygı duruşu olarak kabul edilebilir. Lee Isaac Chung’un en büyük avantajı, hiç kuşkusuz 21. Yüzyıl sinemasının sınırsız imkanları… Film boyunca peş peşe birçok tornado seyrediyoruz ama sahneler, değişik imgeler, değişik fikirler etrafında kuruluyor. Böylelikle sahneler birbirlerini tekrar etmiyor; peş peşe gelen tornadolar filme tekdüzelik getirmiyor. En gösterişli ve en etkileyici olanını şüphesiz finalde yaşıyoruz ama öncekilerin de onun yanında vasat kalmadığı söylenebilir.

        Sözgelimi, açılış sekansında, en şiddetli tornado olarak bilinen bir ‘EF 5’ deneyimine tanık oluyoruz. Film boyunca seyredeceğimiz diğer hortumlardan asıl farkı, şiddetinden ziyade yerleşim yerlerinden uzakta gerçekleşmesi ve ana karakterin travmasına neden olması…

        Şehirdeki şiddetli kasırga sırasında yaşananları anlatan sekansın da ilgiye değer olduğunu düşünüyorum. Özellikle, sinema salonu sahnesinin… Kasırga uzmanı ekipler, asıl işlerini bir yana bırakıp insanları kurtarmaya çalışırken, herkesi pencereleri olmayan en güvenli yer olarak gördükleri sinema salonuna topluyorlar. Ne var ki, kasırga kısa sürede orayı da güvenli yer olmaktan çıkarıyor. Bu arada, içerde siyah beyaz bir korku filmi oynuyor ve doğanın gücü karşısında ironik olarak hiçbir korkutuculuğu kalmıyor elbette.

        Çağdaş aksiyon sineması, karakterleri ve hikayeleri bir yana bıraktığınızda, çoğunlukla bir tahribat pornografisidir. Felaket filmleri bunu çok daha açık ve gösterişli şekilde yapar. ‘Kasırgalar’ bu anlamda, üstüne düşeni yerine getiriyor ama tahribatı yerleşim birimleri kadar açık arazilere de götürüyor. Tornadoyu canavar olarak düşünürsek, bir sahnede rüzgâr türbinlerine, bir diğerinde sanayi komplekslerine saldırıyor mesela. Ama hedefinde daha çok kendine meydan okuyan insanlar, yani filmin karakterleri var.

        Mark L. Smith’in, ‘Top Gun: Maverick’in yönetmeni olarak tanıdığımız Joseph Kosinski’nin öyküsünden yola çıkarak yazdığı senaryonun en iyi yanı, aksiyon sahneleri ile karakterlerin duygusal serüvenleri ve aralarındaki çatışmaları iç içe geçirmeyi başarması. Böylece aksiyon sahneleri, sadece görsel şov veya karakterlerin kahramanlık arenası olmaktan çıkıyor. ‘Minari’den hatırladığımız Lee Isaac Chung’ın aksiyonla hikâye anlatımını ve karakter gelişimini bir araya getirme konusunda gösterdiği hünere, sahiciliği hiç bozmayan şahane özel efektleri ve ses tasarımını eklediğimizde, ‘Kasırgalar’, popcorn sinemasının kalburüstü örneklerinden biri olup çıkıyor.

        Hikâyeyi, gençliğiyle öne çıkan ana karakter Kate Cooper’ın (Daisy Edgar-Jones) tornadolara karşı verdiği kişisel mücadele olarak değerlendirmek olası. 1996 yapımı ilk filmde olduğu gibi burada da her şey, ana karakter için ağır kayıplar ve travmalarla başlıyor. Aradaki fark, Kate’in tornadoların erken sona ermesini hedefleyen projesini rafa kaldırması; kasırgalar karşısında pes etmesi… Üstünden atamadığı suçluluk duygusunu unutmamak lazım. Tornadoların pek görülmediği New York’ta masa başı işte çalışmasının, Oklahoma’dan uzaklaşmasının, geçmişinden kaçmasının nedeni suçluluk duygusu… Eski arkadaşı Javi (Anthony Ramos) suçluluk duygusunu, kasırgalarla savaşarak aşması konusunda ikna ediyor onu ve hortumların oluşacağı bölgeyi tahmin etme konusunda çok yetenekli olan Kate sahalara dönüyor.

        ‘Kasırgalar’, üç genç karakteri üzerinden baktığımızda sadece pes etmemek üzerine değil, aynı zamanda tutkularını takip etmek üzerine bir film… Kate, genç yaştan itibaren ‘fırtına terbiyecisi’ olarak görüyor kendini. Kovboy misali tornadoların peşine düşen ve işini ekibiyle birlikte sosyal medya üzerinden profesyonelce sürdüren Tyler Owens (Glen Powell), ‘fırtına güreşçisiyim’ diyor. Başka bir ekibi yöneten Javi ise sponsorların verdiği maddi gücün avantajıyla bilimsel disiplini takip etmeye çalışıyor. Kate ile Javi’nin yanında Tyler tam bir şovmen ve gösterişçi olarak çıkıyor karşımıza.

        Bu üç genç karakter üzerinden filmin ortaya attığı asıl soru, ideallerinin peşinden giderken sınanacakları etik ve ahlaki zorluklarla ilgili… Üçü de çeşitli ikilemlerle yüzleşiyorlar. Süreç içinde Kate asıl meselenin, önceliklerin doğru tespit edilmesiyle ilgili olduğunu daha iyi kavrıyor. Hikâye, karakter değişiminden ziyade karakterlerin kendileri, işleri ve hedefleriyle yaptıkları keşifler üzerinden ilerliyor. Filmin kırılma anları, mesleki hırs ve etik değerlerin karşı karşıya gelmesiyle ortaya çıkıyor genellikle.

        1996 yapımı ilk filme benzeyen başka bir yanı, romantik komedi dokusu… Özellikle Tyler ve onun eksantrik ekibiyle kendini gösteren mizah duygusu fena değil. Sonuçta, bir felaket filmi seyrediyoruz ama sığınaklara girmek yerine tehlikenin üstüne üstüne giden karakterler var karşımızda. Hatta bazılarının bundan içten içe zevk aldığı belli. Öyle ki, özellikle filmin ilk yarısı rekabet açısından spor filmlerini dahi akla getiriyor. Ama felaket janrı ikinci yarıda her şeye hâkim oluyor, mizah duygusu birkaç sahne hariç geri çekiliyor.

        Hollywood’un yükselen yıldızı Glen Powell’ın, assolist havasındaki renkli Tyler karakterini tadını çıkararak canlandırdığı kesin. Diğer oyuncular da kötü değiller ama oyunculuklardan etkilendiğimi söylemem zor. Çünkü senaryonun karakterleri derinlemesine ele alan bir çapı, niteliği yok. Sonuçta, filmin asıl başrolünde doğanın gücü var ve her şey onun etrafında kuruluyor. O yüzden, King Kong ve Godzilla gibi filme adını veren kasırgaların etkilerini seyretmeye gidenlerin aradıklarını fazlasıyla bulacakları söylenebilir.

        Benim için bir başka artı puanı da genellikle kurtarıcı erkek ve parçalanmış aile motifleri üzerinden ilerleyen felaket filmlerinden ayrışması... Doğanın gücü ile gençlerin inadını karşı karşıya getirmesi…

        6.5/10