Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Kadir Kaymakçı Bu kadar çok düşünecek ne var?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ‘İçine atıyorsun, atma…’

        (Vavien)

        *

        Allah’ın belası hilti, iki sokak ötede kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan binanın molozlarını değil benim beynimi un ufak ediyor saatlerdir! Dev bir şantiyenin orta yerine oturmuş oraya buraya dağılmış düşüncelerimin enkazı altından çıkmaya çalışıyorum. Düşünecek bu kadar çok şeyi ne ara biriktirdim ben; her birine nasıl yetişiyorum bilmiyorum. Ama elimde değil metroda, markette, yolda yürürken ya da düşte, evet evet düşte… İki kat arası merdiven çıkarken kurduğum saçma düşte bile kendimi gereksiz dertlenirken buluyorum. Memleket dertlenecek konu üretim tesisi mübarek çok şükür her güne yeni bir dert koyuyor önümüze ve ben bunlarla da yetinmeyip kıtalar, okyanuslar ötesi kederleniyorum. Hiltinin sesi sustu mu yoksa ben mi artık onu kafamdaki seslerden ayırt edemiyorum anlamıyorum. Son yarım saattir Kanada’da bir radar istasyonunda kutup ayısı tarafından öldürülen iki görevliyi düşünüyorum. Ben, Kanada’da bir radar istasyonunda çalışan iki kişinin kutup ayası tarafından öldürüldüğünü niye biliyorum?!

        “Benim derdim bana yeter…” diye aradığım arkadaşım en son 40 yıl önce lisede duyduğum o cümleyi söyleyip hiltiden beter kahkahasıyla kafatasımı delip beynime ulaştı: “Oğlum takma kafana tokadan başka ahahahahah!”

        “Düşünmek acıtır!” diyen kimdi hatırlamıyorum ama arkadaşımın sinir bozucu kahkahası da en az düşünmek kadar acıttı!..

        'AŞIRI DÜŞÜNME' MAYALI HAMUR GİBİ BİR ŞEY Mİ GERÇEKTEN?

        “Gereğinden önce dertlenmek gereğinden fazla dertlenmektir…” diyen Seneca gelse de halimizi görse… Önüm arkam sağım solum aşırı dertlenmekten taa en başta neye dertlendiğini unutan insanlarla dolu. Bir noktada her şey saçma geliyor! Bir şekilde hepimiz içinden geçip gittiğimiz şu hayatı yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Ama olmuyor; izin vermiyorlar… Dünyayı sırtından taşımaya mahkum Atlas gibi altında ezildiğimiz düşüncelerle oradan oraya dolaşıp duruyoruz.

        Psikoloji profesörü Susan Nolan-Hoeksema bu ‘aşarı düşünme’ durumunun bizi boğan, yaşam konforumuza müdahale eden bir durum olduğunu söylüyor. Bir kere başladığında durmayan, yuvarlandıkça büyüyen kar topu gibi sonunda çığa dönüşen, soruların soruları doğurduğu bu düşünme haline Nolan-Hoeksema, ‘Maya Etkisi’ adını veriyor: “Hamurun mayalandıktan sonra iki katına çıkması gibi olumsuz düşünceler de bir süre sonra zihnimizin içindeki tüm alanı kaplamaya başlar, büyür ve genişler. İlk başta belli bir konuda olan düşünceler gittikçe çevrenizdeki başka olaylarla, durumlarla ilişkilenir, kendi kendinizle ilgili soruları kaplar ve daha da olumsuz hale gelir.”

        Geçenlerde bir arkadaşım okuduğu, izlediği, sosyal medyada gördüğü olayları düşünmekten kendi hayatını unuttuğunu söylüyordu. Kafasına tokadan başka bir şey takmamasını söylemek gelmedi aklıma: “Bu durumdan kurtulmak istiyorum ama yapamıyorum. Kendimi durduramıyorum…”

        25-35 YAŞ ARASI İNSANLARIN YÜZDE 73'Ü 'AŞIRI DÜŞÜNME'DEN MUSTARİP

        Portekizli yazar Pessoa, “Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir” diyordu. Haklı galiba… Sizce ben mi yoksa kafasına tokadan başka bir şey takmayan arkadaşım mı daha çok tadını çıkarıyor bu hayatın? Bingo, bildiniz…

        Terapist Faith G. Harper, beyinlerimizin dünyayı anlamlandırmak için hikayeler anlatmak üzere tasarlandığını söylüyor. Beynimizi dolduran bunaltıcı hikayelerin sonucunda Seneca’nın söylediği duruma geliyoruz: “Gereğinden önce gereğinden fazla dertleniyoruz…”

        Yaşam koçu Laura St. John, yaşananalar, etrafta olup bitenler üzerine aşırı düşünmenin kalbin değil beynin bir tepkisi olduğunu belirtiyor: “İlk adım farkındalıktır. Bazı insanlar kendi hayatlarında, çevresinde yaşananlarla ilgili aşırı düşündüğünün farkında bile değildir. Sadece kendileri veya bir durum hakkında iyi hissetmediklerini bilirler o kadar…”

        Faith G. Harper, düşünceleri bastırmaya çalışmanın içi hava dolu bir balonu su altında tutmaya benzediğini söylüyor: “Onları orada tutmaya çalışırsanız eninde sonunda suyun üzerine çıkar ve yüzünüze çarpar!”

        Sadece kendinizin o topu o suyun altında tutmaya çalıştığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Araştırmalara göre 25-35 yaş arası insanların yüzde 73’ü, 45-55 yaş arasındakilerinse yüzde 52’si kronik olarak ‘aşırı düşünmeden’ mustaripmiş.

        'MİADI DOLMUŞ BİR ACIYA KATLANMAK BENİMKİSİ'

        Bazı araştırmalar en mutsuz yaşın 47.2 olduğunu söylüyor. Şükürler olsun ben geçtim o yılları (En azında bu konuyu düşünüp dertlenmeme gerek yok… Henüz oraya gelmeyenler ya da tam orada olanlar Seneca’ya kulak versin:)

        Sanırım hiltinin sesine iyice alıştım… Artık onu duymuyorum bile. Klinik psikolog Natalie Dattilo, gereğinden önce ve gereğinden fazla olabilir ama düşünceleri kabul edip etmemenin bizim elimizde olduğunu söylüyor. Her şeye dertlenmek, etrafımızdaki her şeyle kederlenmek zorunda değilmişiz. Beynimizi yeniden eğitmemizi tavsiye ediyor: “Beyin kendi haline bırakıldığında gereğinden fazla düşünecektir.”

        Ve doğaya çıkın diyor Dattilo, araştırmalar ağaçlar, çiçekler, hayvanlarla dolu doğal bir ortamda 90 dakikalık bir yürüyüşün, hayatın tüm dertlerini doldurup bir hiltiyle deldiğimiz zihnimizi rahatlatacağını söylüyormuş.

        Mutsuzluk mutsuzluğu çağırıyor, mutluluk ise mutluluğu… Zihnimizi hangisine açarsak o kendi yakın arkadaşlarını dolduruyor oraya.

        İki sokak ötede kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılan binanın molozlarını değil benim beynimi un ufak ettiğini düşündüğüm Allah’ın belası hiltiyi sadece benim duymadığımı bilmek istiyorum. Dev bir şantiyenin orta yerine oturmuş oraya buraya dağılmış düşüncelerimin enkazı altından çıkmaya çalışırken yalnız olmadığımı bilmek…

        Tıpkı “Yaptıklarımı benden önce kim bilir kaç kişi yaptı zaten… Miadı dolmuş bir acıya katlanmak benimkisi… Bunları da çoktan akıl edip acısını çekenler olmuştur, ben şimdi niye düşünüyorum ki?” diyen Pessoa gibi…