Gönülçelen'in yıldızı, HABERTURK.COM'a konuştu!
Cansel Elçin, hakkında tüm merak edilenleri anlattı...
Copyright © 2020 - Tüm hakları saklıdır. Habertürk Gazetecilik A.Ş.
ECE GÖKSEDEF / HABERTURK.COM
egoksedef@haberturk.com
Son zamanların hayran kitlesi en fanatik, en coşkulu dizisi Gönülçelen... Gönülçelen'in her yaptıkları olay olan, fanlarının ilgisi haberlere konu olan iki başrol oyuncusu: Cansel Elçin ve Tuba Büyüküstün...
Yüzbaşı Cemal'den Avukat Ahmet'e, bir çiçekçi kızı star yapmak için canla başla çalışan Yapımcı Murat'a giden bu yolda, onu daha yakından tanımak, onu hayranlarına yaklaştırmak için Cansel Elçin'in kapısını çaldık.
Fransa yıllarından başlayan bu yolculuğu, sevilen oyuncu bakın nasıl anlattı:
Fransa'da yıllarınızı geçirdiniz, orada oyunculuk yaptınız, her zaman bunun çok da keyifli olduğunu söylüyorsunuz. Ne oldu da Türkiye'ye dönmeye karar verdiniz?
“Fransa'da oyunculukla ilgileniyordum, iyi de gidiyordu. Tiyatro oyunlarında, dizilerde ve reklamlarda oynuyordum. Çok şanslı bir oyuncuydum çünkü her dalda oyunculuk sergiliyordum. Türk aksanıyla Fransızca dublaj yapıyordum.
Bazı reklamlardan kazandığım paralarla, arkadaşlarımla birlikte tiyatro oyunları çıkarıyorduk. Bir gün akşam evdeyken telefonum çaldı. Özel numara arıyor. Cevap verdim. Türkiye'ye bir geldiğimde Ferzan Özpetek'in bir dizi projesi vardı ama olmamıştı. Tabi benim ismin bir şekilde dolanıyordu Türkiye'de. Tomris Giritlioğlu beni izlemiş, benimle tanışmak istediğini söyledi telefonda. Tamam dedim neden olmasın. Türkiye'ye geldim Yüzbaşı Cemal karakterine başladım. Bu kadar kalacağımı bilmiyordum.”
"YÜZBAŞI CEMAL'LE OYUNCULUĞA MEYDAN OKUDUM"
Türkiye'de oyunculuğuyla 'Kırık Kanatlar' adlı diziyle başlayan Elçin, yıllarca Fransa'da yaşadıktan sonra bir Türk Yüzbaşı'yı oynamanın oldukça zor olduğunu söylüyor...
“30 sene Fransa'da ve Fransız gibi yaşayan bir Türk için bir yüzbaşı karakterini oynamak zordur. O karakteri canlandırmak benim için bir meydan okumaydı ve çok mutluydum. Böyle bir rolde oynamak benim için çok özel ve gurur vericiydi.”
Dizi apar topar bitti... Hatta bir ara verdi, seyircinin ısrarı üzerine yeniden başladı. Sonra yine beklenmedik bir şekilde bitti...
Orada Tomris Hanım 9., 10. bölümde proje tasarımcılığını bıraktı. Ben de bazı sebeplerden dolayı diziden ayrıldım. Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatacaktık o dizide, o beni heyecanlandırıyordu. Hatırla Sevgili teklifi geldi o sırada. Adnan Menderes dönemini anlatmak, Deniz Gezmişleri anlatmak gibi bir projesi vardı Tomris Hanım’ın. Ben de o dönemi bildiğim ve çok sevdiğim için çok heyecanlandım, kabul ettim.
“DİZİ OYUNCULUĞU, CANLI TİYATRO OYUNU GİBİ”
Türkiye'de dizi oyunculuğunu sevdiniz galiba, çok uzun süredir devam ediyorsunuz.
Dizi oyunculuğunu sevdim evet, hala da seviyorum. Zor şartlara rağmen seviyorum. Çünkü uzun soluklu ve zahmet isteyen bir şey. Ama bazen dediğim gibi dizilerde o kadar iyi sahneler çekiliyor ki sinema filmlerinden bile daha güzel oluyor. Ama yorucu bir iş, çünkü 5 günde 90 dakikalık bir film çekiyoruz. Günde 20 - 25 tane sahne çekiyoruz ve bunun ipini kaçırmamak gerekiyor. Her zaman o 3-2-1 kayıt dedikleri anda hazırolda olman ve açık vermemen gerekiyor oyuncu olarak.
Ama karakterin temelini kurduğun ve o karakterin nereye gideceğini bildiğin zaman iş canlı tiyatro oyunu gibi oluyor. Bunun da hem oyuncuya hem izleyiciye çok keyif verdiğini düşünüyorum.
Ben her zaman diyorum ki, 'Türkiye'de dizi çekmek 8.sanat'. Biliyorsunuz dünyada 7 sanat var, 7. sanat sinema. Bir oyuncu olarak tiyatroda oynadığın zaman insanların tepkilerini hemen alabiliyorsun; gülüyorlar mı dikkatliler mi, ağlıyorlar mı beğeniyorlar mı... Sinemada bir filmde oynuyorsun, 6 ay veya bir sene sonra kendini dev bir perdede 200, 300, 500 kişiyle izliyorsun. Bu da farklı bir şey. Ama dizide oynayınca, salı günü çektiğin sahneyi cuma günü milyonlarca kişiyle birlikte izliyorsun.
"YÜZBAŞIM KURTAR ŞU KIZI!.."
Kırık Kanatlar'ı çektiği yıllarda, çekimlerin yapıldığı köyde, henüz Türkiye'de dizi oyunculuğuna yeni yeni alışmaya çalışırken başına gelen ilginç bir anıyı da, üstelik yeniden yaşarmışçasına anlatmadan geçmiyor bizlere Cansel Elçin...
“Bir gün sette çalışıyoruz, ben Yüzbaşı Cemal karakterini oynuyorum. Bölüm yetiştirmeye çalışıyoruz, neden bilmiyorum ama hep bir bölüm yetiştirme gerginliği oluyor bizde... Yönetmen bir çay arası verdi. Küçükköy diye bir köyde çekiyoruz. Ben de üniformalıyım. Çarşamba günü o gün ve dizimiz yayınlanıyor. Bir baktım bizim yönetmen ve görüntü yönetmeni diziyi izliyorlar küçük bir evin camından. Ben de aralarına girdim, biz Daltonlar gibi olduk orada. İçeride de köyde yaşayan bir kadın var. Bir divanda oturmuş tek başına bizim diziyi izliyor. O sahnede de eşkıyayı oynayan Cengiz Bozkurt, Ayşe'yi oynayan Begüm Birgören'i saçından tutmuş çekiyor, kaçırmaya çalışıyor. 'Gel benimle' diyor kız da 'hayır bırak gelmeyeceğim' diye bağırıyor. Teyze çok heyecanlanıyor o sahnede. 'Ayy güzelim kızıma ne yapıyor bu pis eşkıya' diyor. Bana baktı o anda, ben de üniformalıyım orada. Kadın dayanamadı çok heyecanlandı, ben de kadın için heyecanlandım ona bir şey olacak diye. Kadın birden bağırdı bana 'yüzbaşım, kurtar şu kızı' diye. Ben de ne yapacağımı bilemedim ve 'kurtarıyoruz şuanda merak etmeyin, haftaya izleyeceksiniz' dedim. İşte bu yüzden 8. sanat diyorum. Farklı bir duygu bu... Ama Türkiye'de dizi çekmek böyle, yurtdışında böyle değildir herhalde.
“TÜKETİM TOPLUMUNDA DUYGULAR DA ÇABUK TÜKENİYOR”
Kaygılanmaya vakit kalmadan, fazla meraklanmadan tepkileri hemen alıyorsunuz.
Evet, tüketim toplumunda duygular çok çabuk tüketiliyor. Bazı kalıcı diziler oluyor. Galiba Hatırla Sevgili de bu kalıcı dizilerden birisi.
1920'LERDEN 1960'LARA, 1980'LERE...
Hatırla Sevgili'ye girmişken oradan devam edelim. Siz asıl çıkışınızı orada yaptınız. Bir dönem dizisinden başka bir dönem dizisine geçtiniz. Bu özel bir tercih mi oldu, size ekstra bir şeyler kazandırıyor mu dönem dizisinde oynamak?
Elbette. Her açıdan, mesela Kırık Kanatlar'da ata binmeyi öğrendim. Tabi 'o dönemin insanları ne yaşadı onu anladım' diyemem. Ama bir şekilde bir fikriniz oluyor, zor dönemler çünkü. Türkiye’nin tarihi 1923'ten itibaren zengin bir tarih. Bunları tabi ki biliyordum ben, ailemde bu konuya meraklı insanlar olduğu için hep anlatırlardı. O dönemi çok severiz. Objelerini bile severim mesela. Hatırla Sevgili'deki sanat yönetmenimiz Nilüfer, o dönemde çok güzel bir iş çıkarmıştı.
Dönem atlamıştık, Ahmet'in arabası olacaktı. Ben Avrupai bir araba istiyordum, onlar Amerikanvari bir araba verelim dediler. Bunları tartışıyorduk yani, öyle güzeldi ki. Yarı belgesel bir dizi olduğu için her konuda dikkatli olmak gerekiyordu. Çünkü ertesi gün hemen olumlu olumsuz tepkiler gelmeye başlıyordu.
Bir kere tabi ki proje olarak çok iyi bir projeydi. Neye dikkat ediyorsun diye soruyorsunuz, projenin bütününe dikkat ediyorum. Hatırla Sevgili'nin kadrosu çok iyiydi, proje de çok enteresandı. Bir aşk hikayesinin arkasında Türk tarihi, veya Türk tarihinin arkasında bir aşk hikayesinin arasında gidip gelmek. Oyuncu olarak buna şahit olmak çok güzel, duygusal ve anlamlıydı benim için.
Oraya gitmek istiyordum tabi, hatta devam da etmek istiyordum. Ama sonuna kadar yaşayamayız, Ahmet'le Yasemin de ölecek bir yerde. Ama işte devamı vardı, Bu Kalp Seni Unutur Mu? Vardı. O da bitti...
“TARİHİ ÖĞRENDİKÇE FİKİRLERİM DEĞİŞTİ”
Bir de Ahmet'i konuştuk başarılı oyuncuyla... İki yılda neredeyse 20 yıl yaşlanan Ahmet Gürsoy, hem başarılı bir avukat, hem iyi bir baba, hem hayırlı bir evlat, hem de sevgi dolu bir eşti Hatırla Sevgili'de...
“Ben Ahmet'te en çok, 24 yaşında başlayıp 42 yaşında bitirmesini sevdim. Onun duruşunu ilk başından itibaren çalışmıştım. Mesela gençken koltukta biraz iki büklüm, kambur gibi oturursunuz. Yaşınız büyüdükçe dikleşir, sonra yaşlandıkça yayılırsınız. Seyirci belki onu fark etmemiştir ama duruşunu, düşüncelerini, bakışını, gidişatını çok çalışmıştım. Dönem olduğu zaman tabi her dönemi ayrı ayrı çalışıyorsunuz ve bu da çok keyif veriyor. Bir de tarih açısından bir sürü şey öğrendim,
fikirlerim değişti.”
Ne gibi?
Bir takım düşüncelerim değişti tabi, bu da normaldir. Kategorik olarak, radikal değişimler değil. Ama ister istemez empati kuruyorsunuz. Empatiyi hayatımızın her alanında kuruyoruz tabi ama bir oyuncu olduğunuz zaman daha da iyi anlıyorsunuz. Birtakım rolleri oynadığınız zaman, o kişilikte bir insan karşınıza geçtiğinde daha iyi anlıyorsunuz onu.
Mesela bir babayı oynamak... Benim çocuğum yok. Baba ve çocuk ilişkisiyle ilgili, hiç olmazsa duyguları anlayabiliyorum, tabi ki babalığı öğrenmiyorum.
“BİLDİĞİNİZ KADARSINIZ HAYATTA...”
Hatırla Sevgili'de, kendi kızınızla 3 yaşındayken tanışmış, ondan da bir yıl sonra Rüya'nın kendi kızınız olduğunu öğrenmiştiniz. Bu, oynaması daha da zor bir babalık herhalde...
Evet, her dizi bana böyle yeni bir şey katıyor. Ne kadar farklı rollerde oynarsanız, o kadar tecrübe demek. Ben hep söylerim, 'bildiğiniz kadarsınız hayatta'. Ne kadar çok bilirseniz, o kadar başka türlü bakarsınız dünyaya, bakış açınız o kadar genişler. Oyunculuğun en güzel yanı o. Bir gün bir
pilot oluyorsun, bir gün doktor, bir gün avukat oluyorsun, dönemde yaşıyorsunuz... Bakıyorum hayat çok kısa. Biraz daha uzun olsa keşke, bir tek meslek, bir tek hayat insanlara yetmiyor.
Elçin, oyunculuğu konserve kutusuna benzetiyor, 'anlayamazsınız, sadece tadını alabilirsiniz' diyor...
“Bundan zevk almak güzel bir şey. Ondan galiba birçok insan oyunculuk yapmak istiyor, sinemada hayatı anlatmak, başka hayatlar yaşamak istiyor.
“O yüzden internet bu kadar çok kullanılıyor, orada başka hayatlar yaşama fırsatınız oluyor. Size oyunlar, başka dünyalar sunuyorlar.”
“BEREN, EĞLENCEYE ÇOK MÜSAİT BİR İNSAN”
Çok sevilen ve en az kendisi kadar popüler olan bir başka oyuncuyla, Beren Saat'le iki sezon boyunca Hatırla Sevgili'de başrolü paylaştı Cansel Elçin... Ona Saat'in set arkasındaki bilinmeyen yüzünü de sorduk...
İki sene boyunca Beren Saat'le aynı projede yer aldınız. Dizide büyük bir aşk yaşadınız ve birlikte yaşlandınız. Nasıldı Beren Saat'le çalışmak?
Beren profesyonel, güzel ve karakterini çok sevdiğim bir oyuncu. Aslında özünde biz Beren'le çok eğlendik. Eğlenceye çok müsait bir insan. O yüzden de çok keyifliydi. Sadece ikimiz değil, bütün ekip böyleydik.
Az önce Berk Hakman'la birlikteydim. 'Cep telefonunda senin, Laçin'in, Turgay'ın olduğu bir video var, onu izledim' dedi. 'Ne kadar eğlenmişiz biz bu dizide' diye konuştuk. Çok güzel bir dönemdi .O dönem tabi insanlar fark etmiyor, o anda çalışıyorsunuz yoruluyorsunuz, dizi bitince her şeyi anlıyorsunuz. Bir karakteri yaşatıyorsunuz, sonra Ahmet ölüyor, bitiyor...
Kısa vadeli bir hayat yaşıyorsunuz yani. Hatırla Sevgili'de de hepimiz o hayatı yaşadık. Çok güzeldi. Beren'le çalışmak çok keyifliydi. Eğlenceli, sempatik ve profesyonel bir kız. Birlikte gülme krizlerine giriyorduk. Belçim'le de öyle. Hepimiz arkadaş olduk zaten, daha geçen gün hep beraber buluştuk.
“BEN FİLMİMİ SEVİYORUM!”
Elçin'in bir de yönetmenlik yönünü görmeye fırsat bulduğumuz film deneyimi oldu: Kampusta Çıplak Ayaklar.
Kampusta Çıplak Ayaklar, beklediğiniz başarıyı elde etti mi?
Elbette başarılıydı. Beğenenler de oldu beğenmeyenler de oldu tabi, çok normal. Ama sonuçta ben kendi istediğim filmi çektim.
Film yapmak çok zor bir şey. Çünkü bir filmin içinde bütün sanatlar var. Tiyatro, fotoğraf, müzik, resim, moda, senaryo... Bu film hem Hindistan'da, hem Fransa-Paris'te, hem de Türkiye'de geçti. Ama herkes oyuncular olsun, müzisyenler olsun, herkes kendini ön plana koymaya çalışıyor.
Orkestra şefi olarak sizin hepsini idare edip ne demek istediğinizi ortaya çıkarmanız gerekiyor aslını unutmadan. Bu filmde böyle bir şey olmadı. Bu film bana ait, bu filmin içinde ben varım. Hiçbir zaman seyirci kaygısıyla, festival kaygısıyla bu filmi yapmaya çalışmadım. Bence Türkiye'de bu çok farklı bir film oldu. Gerçekten bu dönemin gençliğini anlatıyordu. Film gittikçe daha çok sevilecek gibi geliyor bana. Ben filmimi seviyorum!
“DİZİLER BİRER LABORATUAR”
Birçok oyuncu 'para kazanmak için dizilerde oynuyorum, asıl hedefim sinema' diyor. Dizi oyunculuğu basit görülüyor sanırım... Sizse bu aralar sinemadan çok dizileri tercih ediyorsunuz.
Bence öyle değil, diziler birer laboratuar. Ben dizilerde çalıştığım zaman, kendimi otomatik bir çalışma sistemine sokuyorum. Çalışkan bir insanım ve bu bende bir alışkanlık haline geldi. Ama dizilerde oynamaya devam etmemin sebebi bu değil. Dizilerde oynamayı seviyorum ben. Dizilerdeki deneyimimle film çekiyorum. Kampusta Çıplak Ayaklar'ı çekerken diziler bana çok yardımcı oldu. Bana gelen sinema filmleri teklifleri arasında şuana kadar beni heyecanlandıracak bir şeyler olmadı. Geldiğinde seve seve oynarım …
Teklif gelirse düşüneceksiniz yani... Sinemada hedefiniz nedir?
Tabi ki düşüneceğim. Ama sinema için hedeflerim şunlardır diyemem. Ben duygularımla yürüyen bir insan olduğum için, her an her şey olabilir. Bunu kimse bilemiyor. Dünyanın en iddialı filmini çekiyorum diyorsunuz, olmuyor. Bir arkadaşlık filmi çekeyim diyorsunuz, bir bakıyorsunuz Oscar'a gidiyor. İçgüdüsel davranmak gerekiyor sinemada. Hayat gibi, hayatta da istediğin gibi olmuyor ki her şey. Matematik gibi değil, 2 + 2 olsun...
“GÖNÜLÇELEN'DE RİSK YOK”
Son zamanlarda, özellikle Aşk-ı Memnu'yla alevlenen tartışmalarla ilgili de konuştuk Cansel Elçin'le. Halk birçok diziye tepkili, manevi değerlerimize saldırı var, aile yapımızı zedeliyor diye. Elçin, 'dizilerin tartışılmasının güzel ve gerekli olduğunu' düşünüyor.
“RTÜK'ün verdiği cezalar, bu tarz şeyler beni korkutmuyor. Nerde beni heyecanlandıran, duygulandıran bir rol varsa ben oynarım. Beni hiçbir şey korkutamaz. Normaldir bunlar, Hatırla Sevgili'de de vardı insanların bir takım olumsuz düşünceleri. Her zaman olacak bunlar...”
Gönülçelen'e gelelim...
Gönülçelen'de böyle bir risk yok canım.
O bambaşka bir konu zaten. Biliyorsunuz bu sene HABERTURK.COM'da yaptığımız 2010'un en iyi dizisi anketinde Gönülçelen yılın en iyi dizisi oldu. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Evet, çünkü Gönülçelen çok farklı bir dizi. Sadece duygularla aşkı anlatan bir dizi.
“PROVOKE ETMEDEN BİR TAKIM DUYGULARI, İMKANSIZLIKLARI ANLATIYORUZ”
Gönülçelen'de seyirciye imkansız aşkı anlatmaya çalışan Tomris Giritlioğlu'nu da çok başarılı buluyor Elçin.
“Provoke etmeden, çok ağlatmadan, bir takım duyguları, gururu ve imkansızlıkları anlatmaya çalışıyoruz. Çok güzel gidiyor bu da, çok başarılı bunu anlatmakta Tomris Hanım. En güzel yanı da, müziğe dokunuyor. Şuan mesela birçok çocuk ve genç piyano dersi almak istiyormuş veya müzik derslerine istek artmaya başlamış. Bu duyguyu Gönülçelen bir şekilde etkiliyorsa ne mutlu bize.
Siz dizinin böyle başarılı olacağını hissetmiş miydiniz?
Beklentim vardı tabi. Bir çiçekçi kızdan star yapmak iddialıydı. Bizim modern dünyamızda star olmak artık ne demek? O yöne doğru gitmedi dizi, daha çok kaliteli bir şarkıcı olmak peşinde gitti Hasret. O da çok güzel işlendi ve bu yüzden hoşuma gidiyor dizi.
“HER AN HER ŞEY BİTEBİLİR, EN BÜYÜK SIKINTI O”
Elçin'e, en çok merak edilen iki sorudan birini, dizinin daha ne kadar süreceğini sorduğumuzda ise şu cevabı alıyoruz:
“Onu ben de bilmiyorum. Dizilerin en büyük sıkıntısı o, her şey bitebilir, her şey olabilir. Ama bitmez gibi geliyor bana. Çünkü temeli sağlam, kaliteli bir dizi. Rating kaygısı olmayan bir dizi. Bütün ailenin izleyebileceği bir dizi. 7'den 70'e bütün izleyenlere huzur veriyor. Çünkü araya güzel şarkılar, güzel müzikler giriyor. Güzel kıyafetler var. İnsanlar bugün yaşadığımız bir takım şeyleri yaşıyor, hayatın içinden olaylarda kendilerini buluyor...
Dizinin fanatikleri için, Hasret ve Murat'ın ne zaman kavuşacağı sorusuna, espiriyle ve gülerek yanıt veriyor:
Bilmiyorum ne zaman kavuşacaklarını ama galiba gittikçe kötüye gidiyor. Ben de buluşmalarını çok istiyorum. Ne yapalım ne önerirsin, imza mı toplasak?
“BANA DİZİ İŞİNİ TOMRİS GİRİTLİOĞLU SEVDİRDİ”
Bugüne kadar hep içinde yer aldığınız projeler çok sevildi. Teklifleri değerlendirme aşamasında kriterleriniz nelerdir? Nelere dikkat ediyorsunuz?
Hislerime güveniyorum aslında. Beni heyecanlandıran projelerin hepsi de şimdiye kadar Tomris Giritlioğlu'ndan geldi. Onunla üçüncü işim bu. O galiba beni çok iyi tanıyor ve bana güzel projeler sunuyor. Kırık Kanatlar, Hatırla Sevgili ve Gönülçelen'deki karakterlerimi gerçekten çok sevdim. Onunla konuşabiliyoruz da, ne zaman olursa olsun sorularımı soruyorum, gece vakti geç bile olsa arıyoruz birbirimizi, montajdadır, giderim yanına, sahneleri izleriz, burası oluyor, burası olmuyor diye fikirlerimizi paylaşırız. O, işini çok sahiplenen bir kadın. Her tarafta eli vardır, kostümde, senaryoda. Seviyor işini.
Bu başarıda onun payı büyük yani...
Tabii ki çok büyük. Az önce sormuştun ya neden diziler diye, o da galiba bana sevdirdi dizi işini.
“SETTEKİ EN BÜYÜK ENDİŞEMİZ, BİRBİRİMİZİ KIRMAK”
Sette ortamınız nasıl?
Çok güzel ve çok eğlenceli. Çok güzel bir ekip, çok eğleniyoruz. Bütün herkesi tanıyorum. Haziran'ın başından beri bütün herkes birbirini çok iyi tanıyor. Gülme krizine filan girmemek için zor tutuyoruz kendimizi, çünkü sonra çok uzuyor iş. Yönetmenimiz de bizi kesmek istemiyor. Yönetmenimizi çok seviyorum, gerçekten de Serkan süper bir adam, bir kere çok çalışkan, işini çok iyi yapıyor. Huzuru sağlayan biliyorsunuz yönetmen ve başrol oyuncularıdır. Hepimiz birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz. Hani sevdiğin insanlarla beraber çalıştığın zaman birbirini kırmaktan korkarsın ya... En büyük endişemiz bu oluyor sete girdiğimiz zaman. Bu çok güzel bir şey.
Set ortamında, hem Hatırla Sevgili'de hem de Gönülçelen'de birlikte anne-oğulu oynadıkları Ayda Aksel'i hatırlatıyoruz. Üstelik iki dizide de sert ve etkili bir anneyi oynuyor Aksel. Onun için 'bambaşka biri' diyor hemen Elçin.
“Dizi ekibi içinde Ayda en özel arkadaşım. Bana çok yardımcı olur her anlamda. Biz çok iyi anlaşıyoruz, tatile de birlikte gidiyoruz. Çok sevdiğim birisi.”
Çok iyi bir ikili oldunuz Hatırla Sevgili'de, sonra da Gönülçelen'de... Harika bir uyum yakaladınız, sizi birlikte görmeye alıştık.
Ayda çok büyük bir oyuncu olduğu için, sıradan, basit bir sahneden bile onun sayesinde ping pong maçı gibi büyütüp, çok güzel bir sahne yaratabiliyoruz.
“TUBA'YLA İLİŞKİMİZ ÇOK GÜZEL”
Bir de başrolü paylaştığınız Tuba Büyüküstün var. Onunla çalışmak nasıl?
Tuba çok titiz, mükemmeliyetçi bir kadın. Her zaman en iyisini yapmak istiyor, bunun için hep konuşuruz Tuba'yla. Sahneye girmeden önce 'bak böyle oynayacağım, sen ne diyorsun' gibi fikir alışverişlerinde bulunuruz. Hatta oynamaya başlarız. Yönetmenimize sunarız, bu sebeple ikimiz çok güzel sahneler çekeriz.
Tuba'da en çok değer verdiğim şeylerden birisi, Tuba partnerini sahipleniyor. Hiçbir zaman sizi zor durumda bırakmaz, her zaman sahneyi oynar ve sahneyi yükseltmeye hedeflidir. Yardımcı olur.
Tuba'yla tabi ilişkimiz çok güzel başrol oyuncuları olarak. Hem eğlenceli hem saygılı bir şekilde oynuyoruz, yoksa olmazdı zaten nasıl oynardık?
“EYVAH EYVAH!”
Bu dizide acayip bir şey de oldu... Tuba Büyüküstün ve Cansel Elçin, Gönülçelen'de bir türlü kavuşamayan, ama bir yandan da çok güzel bir aşkı besleyip büyüten Hasret ve Murat'ı canlandırıyorlar. Bu durum izleyiciyi çok etkilemiş olacak ki, özellikle Tuba Büyüküstün'ün ve tabii dizinin fanları, ikiliyi birbirine çok yakıştırdı. Artık Tuba denince akla Cansel, Cansel denince de Tuba geliyor... Bunu da dizinin başarısına bağlıyor Murat'a hayat veren oyuncu.
“Bu hem dizinin, hem bizim gurubumuzun başarısıdır ve benim için gurur vericidir.”
Bu duruma daha fazla açıklık getirmek istiyoruz ama Elçin konuya daha fazla girmek istemiyor...
Tuba Büyüküstün'ün adı başkasıyla anılacak olduğunda, fanlarınız forumlarda adeta çıldırdı. İnsanlar sizi o kadar birlikte düşünüyorlar ki, herkes çok üzüldü. Sizi birlikte görmeye fazlasıyla alışmışlar herhalde.
Eyvah eyvah, hiç girmeyelim o konulara! Ama insanları biraz rahat bırakmak lazım. Bizim oyuncu olarak amacımız en güzel şekilde karakterimizin inandırıcı olmasını sağlamak. Onun peşindeyiz.
Bunu kesinlikle başarmışsınız...
“YAPIMCILARIN BANA DUBLAJ YAPTIRMASI YANLIŞ GELİYOR”
Merak edilen bir konu daha var. Daha önce oynadığınız iki dizide kendi sesinizi kullanmadınız. Daha sonra çektiğiniz Kampusta Çıplak Ayaklar filminde kendi sesinizle oynadınız. Ve sesiniz sevildi, ne sesinizde ne aksanınızda bir sorun var. O deneyimden sonra niçin hala kendi sesinizi kullanmıyorsunuz?
Bu benim tercihim değil. Türkiye'de düzgün Türkçe'yle konuşan bir oyunculuk seviliyordu televizyonda. Öyle bir otomatizm uyandırıyordu insanların içinde. Ama artık modern sinemada öyle değil, neyse o! İnsanlar için artık duygular önemli.
Televizyondaki işler hızlı ve seyircimiz dile ve düzgün telaffuza çok alıştığı için, kanalların ve yapımcıların bana dublaj yaptırmasını anlıyorum. Ama bana yanlış geliyor, bana kalırsa benim Türkçem düzgün. Fransa'da 30 sene yaşadığım için belki birtakım kelimeleri yuvarlıyordum, r'leri filan. Ama son zamanlarda onu da hallettim. Belki bazı kelime eksiklerim vardı. Bu da doğaldır. Artık kendim konuşabilirim diye düşünüyorum, tabi bunu siz değerlendirin, benim söylemem doğru değil.
'GAZOZ LİGİ'
Elçin'in bir de futbol sevdası var, onunla bu konuyu da konuşuyoruz tabii... Fransa'da lisanslı oyuncu olarak oynamış. Türkiye'de de Yazarlar Futbol Takımı kadrosuna girip, Almanya'ya final maçına gitmiş. Şuanoynadığı Gazoz Ligi'ni de adeta maçtaymış gibi eğlenerek anlatıyor...
“Çok küçüklüğümden beri vardı bu ilgim. Gazoz Ligi'nde de gazozuna oynuyoruz. Bakalım gazoz kazanacak mıyız?”
Seçme şansınız olsaydı futbolcu olmayı seçer miydiniz?
Futbol dünyanın en güzel sporu. 11 beyin 11 beyine karşı. Tabii sadece beyin yetmez çünkü fiziksel anlamda da hazır olmak gerekiyor. Ama beyini vurguluyorum çünkü 11 beyin biraraya gelip 11 beyini yenmeye çalışıyor, gidip topu oraya ulaştırması gerekiyor. Oyun zeka isteyen bir şeydir. İnsanların bireysel değil de kendisinden başka 10 kişiyle beraber, onlarla anlaşıp başarması beni çok heyecanlandırıyor.
“TÜRKİYE'DE TAKIM ASLA DEĞİŞTİRİLMEZ!”
Hangi takımı tutuyorsunuz?
Galatasaray'ı tutuyorum. Ama şuan Beşiktaş'ı çok seviyorum. Çünkü Beşiktaş çok güzel, şık bir takım kurmuş. O yüzden hoşuma gidiyor takip ediyorum.
Ama Galasaraylıyım diyorsunuz?
Evet evet! Biliyorum Türkiye'de takım asla değiştirilmez! Galatasaray'ı seviyorum tabi ki, ama Beşiktaş'ı da takip ediyorum. Çünkü güzel futbol oynuyorlar, izlemeyi seviyorum. Eminim ki herkes güzel bir maç olduğu zaman bir dönüp bakıyor.
Profesyonel futbol oynadım bir zamanlar. Çok keyif verici bir şey. Şuanda gazoz liginde partnerlerim çok iyiler. Harun Tekin, Hayko, Badem'in assolisti Mustafa, Doğu Yücel var benim takımımda. Köşe yazarlarıyla, matematikçilerle oynuyoruz. Kendimi çok iyi hissediyorum.
“İNSANLARLA İLETİŞİM KURMANIN EN KISA YOLU...”
Futbolu ne güzel tarif ettiniz...
Bütün dünya sever futbolu! Çok sevdiğim ve hayran olduğum başka bir spor yoktur. Bana çok değer verdiğim birisi demişti: 'İnsanlarla iletişim kurmanın en kısa yolu sanat ve spordur. Sporda insanların karakterleri hemen anlaşılır. Bir top ver, o topla ne yapacağını, nereye gideceğini, kaleciyle karşı karşıya geldiğinde nasıl davranacağını, acil bir durumda nasıl birisi olduğunu hemen anlıyorsun. Enteresan bir spor.
Ama sanata tercih etmezdim. Eğer futbolcu olmadıysam, demek ki o dönemde oyunculuk kadar önemli değilmiş benim için. Bir de Zidan'la bir reklam filminde oynamıştık, onunla tanışmak ve birlikte oynamak da çok keyifliydi.