Habertürk
Yerel Haber Hattı 0536 266 79 69
KONUŞMAYI BAŞLAT
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Evdeki Onur, ara sıra sahnedeki Asena gibi olsa keşke


Saat tam 2’de evdeydi.

Ne iki dakika önce, ne iki dakika sonra. Bir Alman’la karşı karşıya olduğumu o an anladım. Serhat Fafal çok hoş bir adam. Almancası kusursuz, Almanlar gibi disiplinli, sözünün eri, dürüst, İngilizce’yi bile Alman aksanıyla konuşuyor. Orada doğmuş, anaokulundan başlayarak bütün eğitimini Almanya’da tamamlamış, bir Alman gibi düşünüyor, ama Türk gibi de seviyor, merak ediyor, duygulanıyor, bağlanıyor, bir kadın uğruna ülkesini terk edip buraya yerleşiyor. O kadın, bildiğiniz gibi Asena. Onun Onur’u. Son zamanların en merak edilen, peşinde en çok koşulan ilişkisi. Var mı yok mu, gerçek mi yalan mı, kim bu adam, kim bu meydan okuyan. İşte o adam, Serhat Fafal, kendini ve ilişkisini anlattı...

Asena ile nasıl tanıştınız?

- Uçakta.

Nasıl uçakta.../_newsimages/2750416.jpg

- İstanbul’dan Münih’e gidiyorum. Türkiye’de arkadaşlarımı ziyaret etmişim, geri eve dönüyorum. Yerimi buldum oturdum, yanım da boş, ne güzel, iyice yayıldım. Dergiler-mergiler, yan koltuğa yığdım. Dua ediyorum kimse gelmesin. Sen misin bunu diyen. Bir baktım, bir kadın geldi. Nasıl asabi, nasıl sinirli. Hiçbir şey demiyor, öylece ayakta dikiliyor ve beni süzüyor. Ne yapacağımı bilemedim. Zaten bir şey dememe fırsat vermeden, aldı dergileri üzerime attı. İçimden "Allah Allaaah çattık", filan dedim ama hiç ses çıkarmadım. Belli ki arıza, bulaşılmaması gereken biri. İki saat yan yana yolculuk ettik, hiç konuşmadık.

Siz, yanınızda oturan kişinin Türkiye’nin en ünlü dansçısı Asena olduğunu bilmiyor musunuz?

- Nereden bileyim. Türk televizyonu seyretmiyorum, Türk gazetelerini okuyamıyorum. 2.5-3 sene öncesinden söz ediyoruz, Türkçem de bu kadar iyi değildi o zamanlar. Uçaktan tam inecekken bir kere göz göze geldik, hepsi o kadar. Sonra ben o kadını bir daha görmedim.

Siz de bir tuhafmışsınız, insan bu kadar mı ilgisiz kalır, neden dergileri üzerime atıyorsunuz filan deseydiniz belki bir muhabbet olurdu...

- Valla, öyle bir şey olmadı, ben de cesaret edemedim. Çünkü o kadın, "Hadi sıkıysa bir şey söyle de, ben de sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim" der gibi bakıyordu.

Eee uçaktan indiniz... Sonra?

- Meğer kader ağlarını örmüş, bir sene sonra, aynı kadın bizim dükkana geldi. Cafe’ye yani. Ablası ve arkadaşlarıyla. Ben de iki tane kokteyl içmişim, son derece keyifliyim, müşterilerle gırgır yapıyorum. Bir baktım, beni çağırıyor masasına, Almanca "Nasıl yardımcı olabilirim?" dedim, bana Türkçe "Doktor, bu ne?" dedi. Anlamadım tabii. Meğer Cem Yılmaz’ın bir Doritos reklamında kullandığı kalıpmış, nereden bileyim, herkesin dilindeymiş. "Aman Allah’ım! Bu o uçaktaki çatlak kadın" dedim kendi kendime, "Yine çıktı karşıma..."
/_newsimages/2750417.jpg
Niye çağırmış sizi?

- Söylenmek için! İçtiği çorbayı beğenmemiş, "Böyle sebze çorbası mı olur?" diyor. "Valla, bu Alman sebze çorbası" dedim, "Türklerin yaptığından daha katı oluyor..." Bir taraftan da savunmaya geçtiğim için son derece rahatsızım. O da anladı benim uçaktaki adam olduğumu, sürekli laf sokuyor bana. Başka bir yemek söylemiş, o da mı kötü gelecekmiş, sonra da bir tiramisu istiyormuş, dilimin ucuna geldi, "İyisi mi başka cafeye git güzelim" demek ama demedim. Onun yerine, "Siz kimsiniz?" dedim. "Asena" dedi. "Bu ne biçim bir isim" dedim, "Gerçek isminiz ne?" Şöyle bir baktı yüzüme "Onur" dedi.

Eeeeee?

- Ertesi gün bir daha geldi. Sonra bir daha. Zamanla o aksiliğinin, onun kendini savunma biçimi olduğunu öğrendim. Bir tür kalkan.

Siz ne hissediyorsunuz bu arada? Ona bakıp bakıp, "Aman Allah’ım ne kadar güzel bir kadın!" filan demiyor musunuz...

- Yok, yok. Onur zaten güzel bir kadın değil ki. Güzellik başka bir şey. Ama inanılmaz bir enerjisi var, kayıtsız kalmak mümkün değil. Çekim alanına girdiniz mi, bitti. Ne var ki kiloluydu. Felaket kilolu. Daha sonra öğrendim, çalışamıyormuş o dönem. Hep diyorlar ki "Türkiye’nin en büyük dansçısıdır." Ben de onun o haline bakıp, "Mümkün değil olamaz" filan diyorum. Neyse, arkadaş olduk, ben de 3.5 yıllık sevgilimden yeni ayrılmışım, iki laf edebileceğim birini bulmuşum. Birlikte spora gitmeye başladık. Ben de "esflex"le antrenman yapıyorum, onu da bu aletle çalışmaya ikna etmeye uğraşıyorum. Önceleri, "O sopa neye yarar ki" diyordu, sonra bir gün "Ver bakayım onu bana" dedi ve eline aldı, o günden sonra da bir daha bırakamadı. Beş ay sonra da normal kilosuna döndü...

Sizin dışınızda ona Onur diyen var mı?

- Bilmem. Asena, o büyük dansçının adı, benim aynı evi paylaştığım kadının adı Onur.

Daha önceki sevgilileri onu nasıl çağırırmış?

- Bilmiyorum.

Sormadınız mı?

- Yooo. O, bir şey anlatmak isterse anlatır zaten. Ben "Öyle mi oldu, böyle mi oldu?" diye sormam.

Mesleğinin dansözlük olduğunu öğrenince ne hissettiniz?

- Beni rahatsız edip etmediğini soruyorsanız, hiç umurumda bile olmaz. Elektrikçi de olabilirdi, bir şirketin genel müdürü de, dansçı da. Benim gözümde bunların hiç birinin farkı yok, önemli olan yaptığı işi iyi yapması. Onur da yapıyor.

Onu ilk kez sahnede gördüğünüzde ne hissettiniz?

- Çok şaşırdım. İşin doğrusunu söylemem gerekirse, gözlerime inanamadım. 1.5 sene önceydi, çalıştığı yere gittim, sahnedeki o kadına bakakaldım...

"Ben, ne şanslı bir adamım!" filan mı dediniz?

- Hayır, evdeki Onur’un, arada sırada şu sahnede gördüğüm Asena gibi olmasını içimden geçirdim! Aralarında çok büyük fark var. Onur, Asena olarak sahneye çıktığı zaman müthiş bir patlama oluyor, bambaşka bir insana dönüşüyor.

Herkes onun bedenini izlerken, hiç kıskanmadınız mı sevgilinizi?

- Bir dönem ben burada değildim, Almanya’daydım, o zaman, yanında olamadığım için kıskandım. Telefonlaşmak yetmiyordu, tabii aşk da var, dokunmak istiyorsun, hissetmek istiyorsun... İster istemez kıskanıyorsun.

Ona aşık olduğunuzu ne zaman anladınız?

- İkimiz Almanya’daydık, ben Tunus’a seminere gittim. Gitmez olaydım. Onur’dan ayrı kalmanın acısı içime çöktü. İşte o zaman birbirimizin kolu, bacağı gibi bir uzvu haline geldiğimizi, kolay kolay ayrılamayacağımızı anladım.

Aşk söz konusu olduğunda, her ikiniz de emin olduğunuzda, bir "engel" çıktı. Geri çekilmek istediniz mi? Korktunuz mu? Yoksa, "Ben bu kadını seviyorum, başıma ne gelirse gelsin mi dediniz?

- Hayır, korkmadım. Niye korkayım, bana kim ne yapabilir ki? Sevdiğim kadın, bana diyorsa ki, "Senden önceki ilişkim bitti", ona güvenirim, inanırım. Beni başka bir şey bağlamaz. Onur benden ayrılmak isterse ve derse ki, "Seninle artık birlikte olmak istemiyorum" ben ne yapabilirim? 1-) Ağlarım. 2-) Çiçek gönderirim. 3-) Mektup yazar, e- mail atarım. Başka bir şansım var mı? Yok. Herkesin, ilişkisi bitince, ayna karşısına geçip "Bu kadın/ bu adam benden niye ayrıldı?" "Neden bu hale geldik?" demesi gerekir. Mesela 3.5 yıllık sevgilimden ayrıldığımda bunu yaptım.

Bir de üvey abla meselesi var. Asena hakikaten ablasının sevgilisini elinden alan kadın mı?

- Deli saçması. Böyle bir şey olur mu? İnsan yedi sene biriyle birlikte olur da bir tane yan yana fotoğrafı da mı olmaz? Yok. Çünkü böyle bir ilişki yok. Tam çamur at izi kalsın. Ne yazık ki kalıyor da. Ama şu var, ablasını tanıyorum. Müşterimizdi, cafe’mize gelir giderdi. O cafe’den gelip giden yüzlerce müşteriden biriydi. Kendisi, kendi kendine bir şeyler hayal ettiyse, onu bilemem ama ben onunla sevgili olmadım.

Bir yerde çalışıyor mu?

- Evet, havaalanında, Tatlıses’e ait olduğu söylenen bir acentede çalışıyormuş. Bakın, bunlar reel şeyler değil, hepsi Onur’u yıldırma politikası. Zaten 1.5 yıl hiçbir yerde çalışamadı. Ben her şeyden önce dostça kalmaktan yanayım. Bir ilişkiyi bitirdiysen, neden dost olamayasın? Eski kız arkadaşım Agnes’le ayrılınca, Agnes Manfred’le evlendi ve ben Onur’la onun düğününe gittim. Demek ki olabiliyor. 3.5 sene geçirdim o kadınla, çok da güzel günlerdi, ayrıldık diye kanlı bıçaklı mı olmamız gerekiyor?

Türkiye’de doğup büyümüş biri olsaydınız, bu ilişkiyi göğüsleyebilir miydiniz?

- Kesinlikle evet. Türk, Alman, Amerikalı ne fark eder ki? Kendine güvenen bir adamsan, bir starla da beraber olabilirsin, ismi cismi olmayan biriyle de...

Daha önce hiç ünlü biriyle beraber oldunuz mu?

- Hayır.

Peki hayatınız ne kadar değişti? Ünlü biriyle beraber olan ünsüz birinin hayatı birdenbire ne hale gelir?

- 360 derece değişir. Birlikte bir yere gittiğimiz zaman "Asena Hanım, hoş geldiniz" diyorlar benim yüzüme bakan yok. Bu ülkede şöhret olmak haddinden fazla önemseniyor. Ben böyle bir kültürden gelmediğim için bunu biraz gülünç buluyorum. Mesela bir dönerciye gidiyoruz hemen Asena’ya "Efendim buraya geçen hafta da Uğur Dündar Bey ve Bülent Ersoy Hanımefendi geldi!" diyorlar. Oysa ne onlar ne de Asena o dönercinin müşterisi olur, bir daha uğramazlar bile, ama ben uğrarım, hem de her öğlen, çünkü orasıişyerime yakın. Aslında meşhurlara değil benim gibi müdavimi olabilecek müşterilere oynaması gerekiyor, ama nerede onlarda bu mantık?

Şimdiye kadar neden yüzünüzü gizlediniz. Bir sebebi mi vardı?

- Bakın, ben Asena’nın eteğinin altına giremem. O Asena ise, ben de Serhat’ım, çok ortalıklarda olursam, çok deşifre olursam, beni görenler birbirlerini dürtüp "Şşşştt, Asena’nınki geldi!" derler diye, istemedim orada burada fotoğraflarımızın çıkmasını. Fakat sonra baktım, işler daha kötü bir hale doğru gidiyor, kötü şeyler yaşadık, bir defa Boğaz Köprüsü’nü üç kere geçmek zorunda kaldık, peşimizden bir gazeteci ordusu geliyor, e tehlikeli bir şey bu. Dolayısıyla, artık kaçamayacağımı anladım.

Siz şimdi aşkı için ülkesini değiştirmiş biri misiniz?

- Evet. Öyle de denilebilir. Kendimi uçaktan paraşütsüz atlamış gibi hissediyorum. İstanbul’u tanımaya çalışıyorum, yolları ezberlemeye uğraşıyorum, buradaki hayata uyum sağlamaya gayret ediyorum. Onur, yaptığı işi orada yapamayacağı için ben şansımı burada denemeye karar verdim, ama zorlanıyorum, bunu da itiraf ediyorum. Çevrem çok az, hálá lisan sorunu yaşıyorum. Ve ailemi özlüyorum. En çok da yeğenlerimi. Onlar benim elime doğdu.

Çocuk istiyor musunuz, niyetiniz var mı, bu hedefe doğru ilerliyor musunuz?

- Çok isterim. İnşallah. Ama şimdilik sadece istek.

Bu kadının ne özelliği var? Ters ters bakıyor ama birlikte olan bir türlü vazgeçemiyor...

- İnanılmaz dürüst. Ona sonsuz güvenebilirsin. Ve sözü, sözdür. Şaşmaz. Bir de seni kendisinden daha fazla düşünür. Kim ister böyle bir kadından ayrılmayı?

Peki ünlü biriyle beraber olmanın hiç mi avantajı yok?

- Bir sürü avantajı var. Bir yere giriyorsun, yer mi yok, hemen yaratılıyor; uçağa biniyorsun upgrade ediliyorsun. Ama yanımda Asena’nın olması şart. Yoksa benim tek başıma esamem okunmuyor.

Almanya’da kendimi evimde hissediyorum

Nerede doğdunuz?

- Münih’e yakın bir kasaba: Ingolstadt. 10 yaşına kadar orada yaşadık, sonra Münih’e taşındık. Müthiş bir annem var, dünya iyisidir, iki tane de abim var. Biri benden bir yaş, öbürü 10 yaş büyük...

Babanız?

- Yok. Ben 7 yaşındayken boşanmışlar. Biz anneyle büyüdük. En büyük abim de, baba gibiydi. Bisiklete binmeyi, araba kullanmayı herkese babası öğretir, bana abim öğreti. Okula götüren de abimdi. Çünkü annem fabrikada çalışıyordu, sabahları 4’te yola koyuluyordu, akşam da eve dönüp bize yemek yapıyordu. Bütün bu süreçte babam hiç yoktu. Şu anda Türkiye’de ama nerede bilmiyorum, ilgilenmiyorum da.

Onu affetmediniz galiba...

- Meseleye şöyle bakıyorum, çocuk yapmak çok kolay, herkes yapabilir. Zor olan o çocuğu yetiştirmek. Bir de tabii insan sevgilisinden, karısından ayrılabilir ama çocuğundan boşanamaz. Sen babasın, o çocukta yaratacağın boşluğu doldurman gerekir, onun dünyaya gelmesine sebep olmuşsun, bu kadar ucuz mu bu işler? Onların arasında ne oldu bilmiyorum, belki annemin hatası vardı, belki babamın, beni ilgilendirmiyor, ama babam bizi de bıraktı. Ben 36 yaşındayım, bugün bir çocuğum olsa, Allah korusun asla babamın bizi yüz üstü bıraktığı gibi bırakamam.

Peki anneniz üç oğlunu yanına alıp Münih’e gitti, neden?

- Teyzem ve eniştem gastronomiyle uğraşıyordu. Bize dediler ki "Gelin birlikte dükkan açalım." Gerçekten de açtık. Bir İtalyan lokantası. Cafe restoran karışımı bir şey. Cafe Latte’ler, capiçinolar, makarnalar, İtalyan aşçılarımız vardı. Biz üç kardeş hep çalıştık, herkes okuldan sonra yüzmeye giderken, biz dükkana gidiyorduk.

Sonra?

- 1987’de kendi dükkanımızı açtık. Aile olarak, anne ve üç oğlan. Hem de Odeon Platz’da, çok iyi bir yerde yani, bin kişilik bir dükkan. Annem cesur bir kadındır, gözü de karadır, senetlere imzalar attı ve girdik bu işe. On sene çalıştırdık, sonra Swabing’de daha küçük bir yer açtık. Derken dönerci yaptık orayı. O zamana kadar Türk müşterimiz yoktu, Sezen Aksu’ları, Fatih Erkoç’ları çalınca Türkler de gelmeye başladı.

Siz serviste miydiniz?

- Ben ne iş olsa yapıyordum, yaparım. Temizlikten tut, tabak taşımak, döner kesmek... Çok da büyüdük, öyle bir an geldi ki, annem 150 kişiyi çalıştırıyordu yanında. Dükkana Türkler gelince ben de Türkçe öğrendim.

Size Almanya’da Türk gibi mi davrandılar?

- Hayır hiçbir zaman. Benim aksanım yok Almanca’da. Kimse anlayamaz ki Türk olduğumu. Ancak ismimi söylersem belki. Ben Almanya’da kendimi evimde hissediyorum.

İkinci ve üçüncü kuşağın Almanya’daki durumu bugün nedir?

- Üçüncü kuşak yırttı. Noel’i de kutluyor, ramazan bayramını da. Hiçbir konuda kompleksleri yok. Bana sorarsan, üçüncü kuşak artık oralı. Benim üçüncü kuşağa tavsiyem, eğer ileride Almanya’da yaşayacaklarsa, Avrupalı bir isim verilmesi. Ben olsam Ahmet, Mehmet koymam, Serhat da koymam. İkinci adını Türkçe koy, Marsel Mehmet koy, Can Mark koy...

ALMAN TARAFIM TÜRK TARAFIM

Ben iki kültürden de ihtiyacım olan şeyleri çekip çıkarıyorum. Hedefe kilitlenmek ve dakik olmak, Alman taraflarım. Bunlara çok önem veririm. Herhangi bir yerde mutlaka saatinde olurum. Ama Almanlar kadar katı değilim mesela, esnekliğim Türk tarafım. Sonra Almanlara göre daha duygusalım, keyifliyim. Almanlar bir kutunun içinde yaşıyorlar, kafalarını yukarı bile çıkarmıyorlar. Biz Türkler öyle değiliz, meraklıyız, her şeye bakarız, deneriz. Son olarak, biraz da tembeliz. Çalışkanlığım da, benim bir başka Alman tarafım...

BALE GİBİ TEKVANDO YAPIYORUM

Tekvando ne alaka?

- Benim yaptığım tekvando, sizin bildiğiniz tekvando değil. Bizimki askerlik gibi. Disiplin ön planda. Felsefemiz sağlıklı kalmak ve iyi görünmek. Bir dövüşe katıldığımız zaman, kontrollü vurmamız gerekiyor.

Bu spora ne zaman başladınız?

- 20 sene önce. Hep aynı okuldaydım, sonunda eğitmen oldum. Bir buçuk yıl önce Türkiye’ye taşınınca onlardan ayrıldığım için de kendimi çok kötü hissettim. Kuşak muşak da önemli değil, senelerce birlikte yan yana terlediğim insanlar. Benim için, birlikte terlemek önemli bir kavramdır. Çocuğum olsa, mutlaka öyle bir spora gönderirim. Özgüveni artar, dengesini bulur, gücünü sınar. Biz gerçi gücümüzü tahtada deniyorduk.

Peki tekvandonun kadınlarla ilişkinizde faydası oldu mu?

- Bilmem. Ben kadınlara, tekvando değil bale yapıyorum diyorum. Çünkü öyle bir spor gerçekten de. Ben de vurdulu kırdılı bir adam değilim, sinirli değilim, asabi değilim. Bunları tekvandoya borçluyum.


Esflex, sopaya benzeyen bir alet. Fizyoterapistlerin icat ettiği bir şey. Bel fıtığı ve boyun fıtığı olanlar, bir de kilo vermek isteyenler kullanıyorlar. Serhat Fafal, Türkiye distrübitörü. Daha fazla bilgi için www.esflex.com’a bakın...