Raporlu demokrasi!
Oto-sansür, editoryal sansür için baskı…
Gazetecilik faaliyetini suç sayan, hapseden kanunlar…
***
Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi CPJ son raporunda bunları vurguladı.
Muhtemelen rapor da, kimi yerde “sansür” ile görülmezden, verilmezden geldi.
Çünkü “Basına, yakın tarihin dünya çapında en büyük saldırısı… Ceza Kanunu, TMK gibi baskıcı kanunlar… Hükümetin basına yönelik katı üslubu… Başbakan’ın alıngan ve itaatçi olup eleştiriyi saldırı algılayışı… Medyanın, eleştirel yazı yazanları uyarması ya da işten çıkarması için zorlanması… Başbakan’ın çok sayıda hakaret davası açması” gibi ifadeler var.
Cezaevindeki 76 gazetecinin 61’inin doğrudan gazetecilik faaliyeti nedeniyle içeride bulunduğu; yüzde 70’inden fazlasının Kürt (basınından) olduğu, 12 Eylül’ün gölgesinin bugün de hissedildiği yazılı.
***
Raporun çeşitli yorum biçimleri var elbette.
Biri, kadim sessizlik.
Diğeri, iktidara yanaşık bir gazetecilik türünün, raporu ve kurumu “itibarsız, iktidara önyargılı” sayması; “Türkiye’ye saldırı” diye yorumlayabilmesi.
Bir başkası; başımıza gelenlerin neredeyse tamamının, mutlu, mesut, hak hukuk cenneti, tekelcilikten ve baskıdan azade, özgür haber ve düşünceye amade güzel günlerden sonra bu iktidar zamanında vuku bulduğuna dair heyecan.
***
Bir yüzleşme için, CPJ 1999 raporuna bakalım:
“Gazeteciliği suç haline getiren yargılamalar, Kürt meselesi ve İslam’ın siyasi rolü gibi hassas konularda gazetecileri susturmak için. Gazeteciler büyük risk altında.
Hedef alınanların çoğu Kürt, İslamcı, solcu olsa da, merkez medyadaki vakalar da kimsenin bağışıklık sahibi olmadığını gösteriyor.
27 gazeteci hapiste. Dünyadaki her ülkeden daha fazla; hem de ardışık 5 yıldır!
Orduyu eleştirenler, Kürtler, İslamcılar, solcular baskı altında.
Merkez medyada bu konularda oto-sansür, yazı işleri sansürü, ideolojik önyargı hakim.
Bazı gazeteciler meslektaşlarını hedef alıyor.
Tanınmış yazar Kışlalı’nın öldürülmesi, 90’ların başında çok sayıda Kürt gazeteci ve aydının öldürüldüğü günleri hatırlattı. Sorumlu olarak İslamcılar ilan edilse de, eski infazlarla anılan gizli birimler de şüpheli.”
CPJ’nin o raporu, Dilipak (Akit), Taşkesen (Azadiya Welad), Gerger (Özgür Gündem), Kızıltaş’ın (Milli Gazete) başına gelenleri, ayrımsız sıralıyor!
İki Zaman muhabirine, başörtülü fotoğrafları nedeniyle basın kartı vermeyenleri eleştiriyor.
***
2000, 2001, 2002 raporları da, “Devlet sansürü, kanun baskısı, oto-sansür, yazı işleri sansürü, polis şiddeti, kanun cephaneliğinin muhalifleri susturmak için kullanılması; Kürt, İslamcı, solcu basına ağır baskı, güçlü TSK’nın muhalif sesleri ezdirmesi, merkez medyada tekelleşme sonucu sansür ve gazetecilere baskı ile işten atmalar”a ve “Cezaevlerindeki açlık grevleriyle, ölümlerle ilgili haberlerin DGM’ce yasaklanmasına” dikkat çekiyor.
İslamcı, Kürt, solcu, merkez medya diye ayırmadan, gazetecilerin başlarına gelen sıralıyor.
***
Yani…
Şimdi CPJ Raporu’na kin kusabilenlerin bir bölümü, bir zamanlar kan kustukları için o raporlarda yer almış, savunulmuş.
Şimdi CPJ Raporu’na “basın özgürlüğü” diye sarılabilenlerin bir bölümü de, o devirde, “Kürt, İslamcı, solcu” gazeteciler üstündeki baskılara, kartel olan Hürriyet ve Sabah gruplarındaki sansür, oto-sansür, işten çıkarma baskılarına gık da dememiş, gak da guk da!
***
Yani…
Özellikle “daha farklı” kulvardakiler için baskı, tehdit ve şiddet geleneksel.
AKP iktidara gelmeden 20’lerde olan “cezaevindeki gazeteci” sayısı şimdi dört katına varmış. O devirlerin “öldürülen gazeteci” sayısı şimdi yok. (Ama bu vakaları ve sayıları önemsiyorsanız, neredeyse hepsi Kürt meselesi bağlantılı.)
Onca demokratikleşme palavrasına rağmen; kanun baskısı aynı.
Önceki koalisyonda üç lider ile onlarla işbirlikçi medya, Bin yıllık 28 Şubat baskısı kurumsal iken; şimdiki hem kurumsal, hem tek partiden, “güç”lü liderden dolayı şahsi ve kibirsel!
Baskılar kadar, nefret ve kin de gazeteci üzerinde hep tehdit!
Bu tehdidin bir bölümü ne yazık ki kendi meslektaşlarından! Gazeteci meslektaşını hedef gösterebiliyor; sadece dönemlere göre güçler, güçlüler yer değiştiriyor.
Raporları o gün görüp bugün görmeyen, bugün görüp o gün görmeyenlerin temel ikiyüzlülüğü “Basında Kürt meselesi”.
Bugünün mağruruna göre de bunlar gazeteci değil, terörist…
O günün mağruru, Basın Konseyi gibi tekelci medya şubelerine göre de onlar gazeteci değil, terörist idi.
***
O yüzden…
Didişiyorsunuz ya; aslında bazen kavga edeceğiniz bir şey yok.
Sadece devirler farklı!
Ama dün dündür…
Bugün de bugün!
Dün dünde kaldı…
Şimdi bugün var.
Ne dün bugünü aklar…
Ne bugün dünü paklar!
Not: CPJ’ye göre, 2012’de dünyada öldürülen 49 gazetecinin 21’i Suriye’de; 10’u Somali’de. 20 yıl önce, dünyada öldürülen gazeteci sayısı 30’du; birinci ise, 8 gazeteci ile Türkiye: Musa Anter (Diyarbakır), Namık Tarancı (Diyarbakır), Hüseyin Deniz (Ceylanpınar), Yahya Orhan (Gercüş), Çetin Abayay (Batman), Hafız Akdemir (Diyarbakır), Cengiz Altun (Batman), Halit Güngen (Diyarbakır). 93’te biri Uğur Mumcu, üçü Özgür Gündem’den 4 gazeteci, 94’te, 95’te 1, 96’da Metin Göktepe, (Kıbrıs’ta da Kutlu Adalı), 99’da Kışlalı… Sonraki yıllar, 92 cinayetlerinin nasıl sistemli olduğunu da gösteriyor! Sistemli cinayetlerden sistemli mahkumiyetlere gelmek bir terakki ise, onu da gördük bunu da gördük!
Bir de şu var: Acının hane hane köşe bucak yerleştiği bir tarih ve ülkede, gazetecilere düşen hisse bu. Sistemde nasıl kimi iktidardan pay alıyorsa; kimi de acılardan pay alıyor!
Not: İlginç bir nokta da şu:
Gazeteciliğin öldürülme nedeni olduğunu biliyorduk zaten de…
Bu kez, “Bunların çoğu terörden” dese de, Adalet Bakanı Ergin, “Çok azının gazetecilik faaliyetinden dolayı hürriyetinden men edilmiş olabileceğini inkar etmeyeceğini” CPJ’ye bildirdi. Böylece, kovulma, tehdit dışında; salt gazetecilik yüzünden mahpusun mümkün olduğu resmen kabul edildi!