Türkiye yıllar sonra Türk Dünyasında yeni bir sayfa açabilir ancak…
SSCB sonrası bağımsızlıklarını elde eden Türk Cumhuriyetleri bunu korumak için dış politikalarında genellikle çok yönlülüğü sağlamaya yönelik bir hedefe yöneldiler. Rusya, Çin, Batı ve Türkiye/Türk Dünyası ile ilişkiler şeklinde dengelenmeye çalışılan ilişkiler 1990’ların sonuna kadar Türkiye ve batı ekseninde göreli ilerlemeler kaydetti. Rusya Federasyonu'nun gücünü toparlaması ve Rus Avrasyacılığının kurumsal olarak ete kemiğe bürünmesi Türkiye’nin istediği köklü işbirliği süreçlerini akamete uğrattı. Ve bu süreçte Türkiye’nin kimi yanlış ya da eksik adımları bu fotoğrafta etkili oldu. Enerji projelerinde kapasitenin kullanılamayışı -ki vaktiyle Türkmen gazının kaçırılması, Özbekistan ile yıllarca süren durağan ilişkiler, sahada FETÖ etkisi ve sonrası buna örnek gösterilebilir.
Türkiye açısından Türk Konseyi’nin kurulmasının en önemli aşamalardan biri olduğu söylenebilir. Zira bu yolla Türk Dünyası işbirliği somut ve uluslararası bir kabul alanına taşındı. Sonrasında Konseyin, Türk Devletler Teşkilatı adını alabilmiş olması da hem Türkiye’nin bu coğrafyaya daha fazla önem vermesi hem de her üye ülkenin bölgesel ve küresel düzeydeki zorunluluklarıyla vücut buldu. Mevcut haliyle teşkilatın yapısı Türk Dünyasında birlikteliğin daha somut bir merhaleye taşınmasına meşruiyet kazandırdı.
Şimdi iyi kullanıldığı takdirde Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar doğuyor. Bu durum elbette diğer üye ülkeler için bir kaldıraç vazifesi görecektir. Bu fırsatın kaçırılması telafisi mümkün olmayan yaralar açabilir...
Burada 4 temel husus ve gelişmeye dikkat etmek yeterlidir:
Rusya’nın Ukrayna savaşıyla birlikte ekonomik ve siyasi durumunun yeni bir algıya sebep olmasıdır. Bu, söz konusu ülkeler için ekonomik, ticari ve siyasi anlamda faydacı bir sorgulamayı beraberinde getirebileceği gibi aynı zamanda kendi egemenlikleri bakımından da gerçekçi düşünmelerine zemin oluşturabilir. Muhakkak ki Rusya ile uzun sınırlara, tarihi ve ekonomik bağlara sahip bu ülkelerin ilişkileri devam edecektir. Ancak burada vurgulamak istediğim husus ana ilişki çeperinin veya sıklet merkezindeki yoğunluğun değişim gösterebileceğidir.
İkincisi ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile doğan boşluklar, ekonomik ve güvenlik kaygıları yeni bir Batı konsepti geliştirmelerine katkı sağlayacaktır. Türkiye’nin batıyla ya da farklı konsorsiyumlarla birlikte burada insiyatif alabilme iradesi onlar tarafından da izlenmektedir. Ayrıca ABD ve Batının bu alandan çekilmesi Türkiye’yi (Türkiye’nin dış politikasındaki eğilime göre) bir tür ağ düzeneği haline getirebilir. Yeter ki, kararlı ve akılcı davranılsın!
Üçüncüsü Çin ile ilişkilerde hemen hemen bütün Türk Cumhuriyetlerinin avantajlarının yanı sıra Çin’in bu ülkeler nezdinde bilhassa ekonomik bağımlılık aracıyla haddinden fazla hakimiyet kurabilme, demografiyi zaafa uğratabilme ihtimaliyle yeni bir dengeleyici için daha fazla alan açılabilir.
Dördüncüsü de Türkiye'nin uzun süre yumuşak güç unsurlarıyla etkisini artırmaya çalıştığı alanda artık sert gücü de konuşulur hale geldi. SİHA'ların Karabağ zaferine katkısı, Suriye'deki gelişmeler, Ukrayna'da SİHA'ların kullanımı ilgili ülkeleri askeri boyutta Türkiye ile daha kurumsal ilişkiler kurmaya itiyor. Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan'la son aylarda bu yönde anlaşmalar yapıldı.
İşte bu iklimde Türkiye’nin ticaret, ulaştırma, enerji başta olmak üzere eğitim, kültür sahalarında da sonuca dönük ve etkili adımlar atması son derece önemli. Ancak Türk Dünyası üyesi ülkelerin Türkiye ile ilişkilerin faydası ve uzun vadeli sürdürülebilirliği konusunda motive olmalarını sağlayacak adımlardan söz ediyorum. Böyle bir süreç yukarıdaki kırılmaları Türkiye-Türk Dünyası için fırsatlara taşıyabilir. Ve bu durum Türkiye açısından da sorunlu Karadeniz sahasındaki kayıpları dengelemek için bir fırsat sunacaktır.
Atılacak muhtemel adımları bir yazı dizisi olarak bu köşede paylaşacağım.