Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de zaman zaman “açlık” olgusu üzerinden tartışmalar yaşanıyor.

        Siyasiler bu kavramı çokça kullanıyor.

        Kimi böyle bir sorun olmadığını savunurken kimi de varlığından şikayet ediyor.

        Doğrusu bu tartışmaları gördüğümde üzülüyorum. Çünkü ülkemde bunun bir tartışma konusu haline gelebilmesini başta kendi evlatlarım olmak üzere gelecek nesillerimiz adına kaygı verici buluyorum.

        Öyle ki iktidara yakın kimi isimlerin yaptıkları açıklamalar, toplumda yaygın bir kullanım olan "karın tokluğu" ifadesini bile bağlamından koparırcasına...

        Bu meselenin günümüz gerçekleriyle uyumlu bir biçimde ele alınabilmesi için gerçekte “açlık hissi” ya da “yaşam tatmini” kavramlarıyla birlikte irdelenmesi biz zorunluluktur.

        Eğer “açlık” kavramının salt bir ekmeğe ulaşabilme ya da insan karnına sadece bir lokma girebilmesi gözüyle bakılıyorsa varsın devran utansın derim!

        Zira ister bir işletme ister bir ülkenin geneli açısından irdelensin bilimsel olarak da iş tatmini, yaşam tatmini ve ihtiyaçların tatmini konusu günümüzün “Açlık Sınırı” tartışmalarına ışık tutmaktadır.

        Bunlardan belki de en çok bilinen hiyerarşi Abraham Maslow’a ait olandır. İnsan ihtiyaçlarını bir piramide benzeten Maslow altta olan ihtiyaçların tatmin edildikçe üstekilere imkan tanıdığından söz eder. Sırasıyla fiziksel ihtiyaçlar (Açlık Sınırı), güvenlik ihtiyacı (Yoksulluk Sınırı), ait olma ve sevgi ihtiyacı, sosyal tatmin olma ihtiyacı ve kendini gerçekleştirme ihtiyacı…

        Maslow’un bu teorisi bile Türkiye’de açlık/yoksulluk tartışmaları içerisindeki insanların sayısı ve niteliği hakkında bir dayanak oluşturabilir.

        Üstelik insanların gelir dağılımına göre de bu kavramlara yüklediği anlamlar farklılaşabilir. Kimisi için daha önce gidebildiği bir lokantaya artık gidememek ya da bir tatili gerçekleştirememek açlık/yoksulluk ölçütlerinin nispi neticelerinden biri olabilir.

        TÜİK başta olmak üzere birçok sendika veya bu konuyla uğraşan araştırmacılar yoksulluk sınırı yanında bir açlık sınırı ölçeğini kullanırlar. Elbette bunun bir sebebi var…

        Zira bu sınırlar arasında bir gelire sahip değilseniz siz ve/veya aileniz ya yoksulluk ya da açlık sınırının altında veya üstündesiniz demektir.

        Öyleyse Türkiye’de aç insan yoktur vardır tartışmasını bu ölçeklerin varlığı ya da yokluğu ile değerlendirmek en azından bu ülkenin insanlarına verilecek kıymetin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Yani en azından ben böyle arzu ederim…

        Ve sadece bugün için değil ülkede kim iktidar olursa olsun bu ülkenin hiçbir vatandaşına bahsedilen sınırların altında bir yaşamı asla layık görmemesi makul olandır.

        Gelin konuya bir de rakamlarla bakalım. TÜİK’in sınıflandırmada kullandığı iki ölçüt var. Birincisi dar anlamda gelirden yoksunluk denilen ve sadece gıda harcamalarına göre hesaplanan Açlık Sınırı, diğeri de gıda dışındaki bazı harcamaların da katıldığı (Örn.sürekli barınma, eğitim) geniş anlamda Yoksulluk Sınırıdır. Ancak TÜİK buna ilişkin verileri bir önceki yıla göre açıkladığı için fotoğrafı tam göstermeyebilir.

        O halde iki sendikanın Eylül ayı verilerini paylaşalım. KAMU-Sen’in açıkladığına göre Eylül 2021’de çalışan tek kişinin Açlık Sınırı bir önceki aya göre 70,56 TL, %2,08 oranında yükseldi ve 3.460,62 TL olarak hesaplandı. Buna göre bir memur, ortalama maaşının %65,32’sini yalnızca gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kaldı. Bu rakamı TÜRK-İŞ araştırmasındaki dört kişilik bir aile üzerinden verecek olursak Türkiye’de bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 3.049 TL, (yoksulluk sınırı) ise 9.931,59 TL,

        Asgari ücret bu yıl 2 bin 825 TL. Ve ülkede asgari ücretin yüzde 20 fazlası ve altında ücret alan işçilerin sayısı 10 milyonun üzerinde…

        Sonuç olarak açlık/yoksulluk tartışmalarında temel ölçütün ekmeğe ulaşabilme veya buna benzer bir yaklaşımla açıklanmasını büyük bir haksızlık olarak görüyorum.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar