Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birkaç gün içerisinde ABD ve Rusya arasında Suriye konusunda üst düzey bir görüşme yapılması bekleniyor. Cenevre'deki muhtemel bu görüşmede Türkiye'nin Suriye'de kurmaya çalıştığı dengeyi temelden sarsacak bir anlaşma ya da yeni bir eğilim çıkabilir. Bu sebeple İdlib’de TSK unsurlarına ya da Türkiye'nin kontrol ettiği bölgelere yakın yerlerde saldırıların artması bir de bu ihtimal çerçevesinde irdelenmeli.

        Özellikle bölgeye ilişkin akademik çalışmalarını yakından takip ettiğim meslektaşım Serhat Erkmen’in ortaya koyduğu rakamlar da bunu doğruluyor. Fırat Kalkanı Harekâtı başladıktan sonra radikal cihatçı örgütler tarafından TSK’ya yönelik 36 saldırı tespit edilmiş. Açık kaynaklardan derlenen bu bilgilere göre saldırıların yarıya yakını M4 karayolu üzerinde...

        Bilindiği gibi Türkiye ve Rusya arasında Mart 2020’de varılan mutabakat doğrultusunda M4 otoyolunun her iki tarafında 6 km'lik bir güvenlik koridoru oluşturulması kararlaştırılmıştı. Yine bu mutabakata göre BM’nin terörist kabul ettiği unsurların ortadan kaldırılması konusunda anlaşmışlardı. Ancak buranın güvenliğini sağlayacak ortak devriye vd. anlaşma unsurlarının gerektiği gibi kullanıldığı söylenemez. Zaten İdlib’deki istikrarsızlığın temel sebeplerinden biri de bu...

        Bir bakıma Türkiye ve Rusya arasında Suriye başta olmak üzere farklı sahalardaki mücadele/rekabetin neticeleri... Doğrusu bu rekabette S400, turizm, doğalgaz, ticaret derken Rusya cephesinde asimetrik yönü hissedilen bir fotoğraf söz konusu... Bununla birlikte Türkiye’nin rejimle ilişkisi ve karşılıklı süregelen tutumları da Suriye sahasındaki gelişmeleri etkiliyor.

        Evet Türkiye, Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekatları ile ardından da İdlib’de insani hareketliliği karşılamak için bir konuşlanma sağladı. Bunu da büyük ölçüde güvenlik kuşağının getirdiği meşruiyet ve zorunluluklarla gerçekleştirdi. Bu kazanımların en kısa zamanda makul bir uzlaşma alanına taşınması rasyonel olandır. Ancak gerek YPG-ABD, gerekse Putin-Esad ekseninde, Türkiye'nin buradaki kırmızı çizgileri hala göreli bir tehdit altında...

        Gelinen aşamada hem sığınmacı sorunu hem de sahadaki sürdürülebilirlik bakımından Esad faktörünün her geçen gün masadaki fotoğrafını netleştirdiği de dikkatten kaçmamalı!

        PUTİN ŞAM VALİSİNİ KARŞILAR GİBİYDİ!

        Tam da İdlib’deki saldırıların arttığı ve Cenevre’deki sürecin önemli bir aşamasında Putin ve Esad Moskova'da bir araya geldiler. Daha doğrusu Putin devlet protokolü dışında adeta bir valisini karşılar gibi karşıladı Esad'ı... Hem övdü hem de dünyaya mesajını verdi!

        İki lider en son Ocak 2020'de Şam’da görüşmüşlerdi. Pazartesi son anda duyurulması da spekülasyonları artırdı tabii... Kremlin sözcüsü Peskov güvenlik tedbirlerinden dolayı böyle olduğunu söyledi.

        Görüşme sonrası Kremlin'den yapılan açıklamada Putin’in rejimin arkasında güçlü biçimde durmaya devam edeceği anlaşılıyordu. Şöyle dedi Putin: “Ortak çabalarımız sayesinde teröristler çok ciddi kayıplar yaşadı ve sizin liderliğinizdeki (Esad) Suriye Hükümeti bölgenin yüzde 90'ını kontrol etmekte...”

        BM ise dün yayınlanan bir raporda bu oranın %70, genel nüfus ölçeğinde ise %40 olduğu belirtiliyordu.

        Bana kalırsa Putin %90 ifadesini bilerek kullandı ve YPG bölgesinin de rejimle resmî/gayriresmi etkileşimine atıf yapmış oldu. Sanırım YPG'nin Moskova'da bir temsilciliğinin olduğunu hatırlatmaya gerek yok!

        Ve Putin'in asıl çarpıcı sözleri Rusya ve Esad dışında Suriye’de bulunan diğer unsurlara (Türkiye dahil) ilişkindi: "Bana göre asıl sorun, uluslararası hukuka açıkça aykırı olan, bir BM kararı ya da Suriye’deki hükümetin daveti olmadan, ülkenin belirli bölgelerinde yabancı silahlı kuvvetlerin bulunmasıdır."

        Esad da görüşmede benzer konuların üzerinde durdu. Astana ve Soçi’deki siyasi süreçlerden övgüyle bahsederken “Belirtmek isterim ki, yürüttüğümüz bu siyasi süreçler yaklaşık üç yıldır durmuş durumdadır.” diyerek aslında siyasi sürecin içerisindeki en güçlü aktör olacağı vurgusunu da ortaya koymuş oldu.

        Ayrıca her ikisi de İdlib’deki mültecilerin geri dönüşü konusunda Suriye ve Rusya’nın ne kadar önemli adımlar attığının altını çizdiler. Ve yine aynı BM raporunda mültecilerin geri dönüşleri için gerekli koşulların ülkede bulunmadığı belirtiliyordu.

        Öyle görülüyor ki İdlib’de yeniden sular ısınacak. Bu aşamada Türkiye-Rusya ilişkilerinin bağlamı ve karşılıklı güven algısı önemli hale gelecektir. Türk dış politikasında birtakım normalleşme adımlarının atılmaya çalışıldığı bu dönemde Türkiye-ABD ilişkileri de sürece yön verecek en kritik değişken olacaktır elbette...

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar