Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Türkiye'de demokrasinin ciddi sorunlarla yüzleştiğini biliyoruz. En kötüsü de çözüm için demokratik bir alan oluşturmanın giderek zorlaşması!

"Yeni anayasa" tartışmalarının da bir masa etrafında buluşmaktan uzak olması, aşağıda bahsetmeye çalıştığım alt sorunlarla ilişkili...

Öncelikle ortak akıl ve ortak yarar anlayışından uzaklaşmanın bu ülkeye maliyeti çok büyük. Rasyonellikten ve verimlilikten uzaklaşıyorsunuz. Bunu görünür kılmadan dış dünyadaki görünümü de hak ettiği seviyeye getirmek olanaksız...

Çünkü demokrasi kavramı "halkın kendisini yönetmesi" anlayışının ötesinde kurumsal koşulları gerektiriyor. Günümüzde daha iyi anlaşılıyor ki, demokrasi sadece seçimlerde oy vererek katılım değil...

Ona uygun bir sistem ve siyasal kültür olmaksızın demokrasinin de zaafları ve meydana getirebileceği sorunlar olduğu açıktır. Örneğin Platon’a göre demokrasi en iyi yönetim şekli olamaz çünkü mutlaka bir tiranlığı doğurur. Ya da J.S.Mill’in dikkat çekmeye çalıştığı “çoğunluğun zorbalığı” tehlikesi...Mill’e göre salt kalabalıkların tatminine yönelen bir siyasi eğilim uzun vadeli planlamayı ve rasyonel karar alma idealini sekteye uğratır.

Dahası bu tehlikenin önünde temsili demokrasinin bile durmakta yetersiz kalmasıdır. Zira esas olan kimin temsil edildiği ise çıkar ilişkileri ve oligarşik yönetim bir başka tehdit olarak demokrasinin karşısındadır.

Öyle ki bir siyasi sistemde bireyler zaman zaman azınlıkta olabilir, yetkiye ulaşamayabilir. Ancak daima azınlıkta kalırlarsa orada temsili demokrasinin bir başka sorunlu alanı başlar...

Bunların günümüz Türkiye’sindeki pratik karşılığı bir kesimin sürekli kazanan olması ve üstelik hep kazanacağına inanması, diğer kesimin ise kaybetme sarmalını kırmak için uğraşmasıdır.

Böylelikle ne demokratik özgürlük ne de demokratik eşitlikçilik bir anlam ifade edebilir.

Üstüne bir de yorgun ve yıpranmış bir toplum...

İşte zaman zaman ifade ettiğim gibi Cumhurbaşkanlığı Sistemi ve %50+1 baskısı ile bu açmazlar bir sıkışma haline evrilmektedir. Zira siyasal sistemin resmî görünen yüzünün yanı sıra toplumsal kültür dokusu da yara almaktadır. Örneğin temsili demokrasinin doğal bir yansıması olan parlamento ve milletvekilliği, kurumsal olarak beklentilere ne kadar yakındır?

Bu tablo karşısında pek çok reform paketi ile göreli bir iyileşme sağlanmak istense de eksik olan önemli bir unsur sebebiyle etkisi hissedilmemektedir.

O eksikliğin adı müzakereci demokrasi aracının tesis edilemeyişidir. Iain MacKenzie “Siyaset Nedir?” kitabında bunu şöyle ifade eder “...bu modelin asıl iddiası oy vermenin demokrasiyi sürdürmek için yeterli olmadığıdır. Bilakis demokrasiyi sürdürmenin yegane yolu tartışmalı siyasi meselelerde makul bir mutabakata ulaşma niyetindeki insanların katılmasıdır.”

Evet siyaset kurumu buna niyetli mi? diye sorduğunuzu biliyorum

Bu görüşün öncülerinden Habermas’a göre modelin başarı şansı kullanılan dil ve iletişime bağlıdır. Yıkıcı, tahkir edici üslup müzakereci demokrasiye uygun değildir. Bir başka detay da müzakereye kaynaklık edecek siyasal partiler arasındaki aşırı kutuplaşmanın onları belirleyenler arasında da mesafeyi açmasıdır.

Ekranlarda süregelen kimi tartışmaların insanları sevk ettiği yılgınlık ve güvensizlik duygusu, işte rasyonel ve gerçek bir müzakereden uzaklaşan görünümleridir.

Pek muhtemel ki bahsettiğim bu ilkesel çözüm önerisini hayata geçirmekten çok uzak olduğumuzu düşünüyorsunuz! Belki de boşa kürek çektiğimi söylüyorsunuz... Ancak demokrasi tıkandığında bunu yine demokrasi alanında açmaktan başka yol gözükmemektedir. Müzakereci demokrasi düşüncesi de aslında geçmişten bugüne demokrasinin açmazlarına karşı tedrici bir çözüm yolu olarak kabul edilebilir.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar