Bozkırda süregelen demokrasi tartışması...
Sovyetlerin dağılmasının ardından yapılan kimi çalışmalarda Kırgızistan’ın siyasal olarak demokratikleşmede iyi yol aldığından söz ediliyordu. Bu dönemde Batı basınındaki övgüler dikkat çekiciydi. Hatta belirli bir dönem “Orta Asya’nın İsviçre’si” veya “demokrasi adası” şeklinde adlandırmalar vardı. Ancak daha çok ilk Cumhurbaşkanı Akayev’le anılan bu süreç onun ikinci döneminde otoriter/pragmatist bir yönetime evrilmeye başladı. Hukuk sisteminin oturtulamadığı bu dönemde kurumlar arası koordinasyon zayıfladı. Nepotizm sistemin bir gerçeği haline geldi.
İlerleyen yıllarda benzer vaatlerle işbaşına gelseler de Bakiyev ve Atambayev döneminde de bu sorunlar devam etti. Martin Lipset’in dediği “ülkenin ekonomik durumu ne kadar iyiyse, demokrasiyi sürdürme şansı o kadar yüksektir” tezi burada bir veri olarak kabul edilebilir. Zira Kırgızistan stratejik ve jeopolitik önemi sebebiyle Rusya, Çin, ABD gibi ülkelerin değişen borç sarmalında sıkışıp kaldı. Bu tablo ülkedeki ekonomik, coğrafi, etnik ayrışmayı pekiştirdi. Örneğin şuan Çin’e olan dış borcu saymazsak Bişkek’in, Danimarka, Fransa, Almanya, Japonya ve Güney Kore'ye 300 milyon dolardan fazla borcu olduğu belirtiliyor.
İşte ülkede salgının ağır koşulları sürerken geçen yıl sonunda yaşanan devrimin ardından yönetim bir kez daha değişti. 10 Ocak’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminde galip gelen Sadyr Japarov’un hükümet sisteminde değişiklik yapmak istediği biliniyordu. Aynı gün sistem değişikliği de halka sorulmuş ve %84 “evet” oyu almıştı. Bu arada seçimlere katılımın %40 düzeyinde kaldığını hatırlatmak lazım.
Kırgızistan’da parlamenter sistem yine 2010 yılında gerçekleşecek bir devrimin ardından yapılan referandumla gelmişti. Ancak genellikle halk ayaklanmaları şeklinde üst üste gelen değişimler ülkede hukukun üstünlüğü ve kamusal otoriteye olan inancı ciddi biçimde sarstı. Freedom House'un 2021 Özgürlük raporunda Kırgızistan diğer bölge ülkeleriyle birlikte epey geride yer alıyor.
Ve Kırgızistan Parlamentosu (Jokorku Keneş) Anayasa Değişikliğine ilişkin referandum yasasını onayladı. 11 Mart’taki oylamada 94 milletvekilinin lehte 6 milletvekilinin de aleyhte oy kullandığı karara göre 11 Nisan’daki yerel meclis seçimleriyle birlikte vatandaşlar bu anayasa teklifine de “Evet”, “Hayır” diyecek. Yeni sistem Türkiye’deki mevcut duruma benzeyen maddeler içeriyor.
Değişikliklerde en dikkat çeken, cumhurbaşkanı tarafından kontrol edilen bir tür "danışma ve koordinasyon organı" olarak nitelendirilen Halk Kurultayının (Meclis) kurulması. Gölge bir parlamento niteliği taşıyacağı ve zaten yetkileri artan cumhurbaşkanına parlamento karşısında yeni bir baskı unsuru olacağı şeklinde eleştiriler yapılıyor.
Milletvekili sayısı 120’den 90’a düşürülürken, 5 yıllığına seçilmeleri öngörülüyor. Anayasa Mahkemesi de oluşturuluyor.
Yapılan değişikliğe göre Cumhurbaşkanı aynı zamanda yürütmenin başı olacak, hükümeti, bakanları atayacak. 5 yıllık bir dönem için en fazla iki kez seçilebilecek. Daha önce bir kez seçilebiliyordu. Meclisi seçime götürme yetkisinin yanı sıra kendi inisiyatifiyle referandum kararı da alabilecek. Yasa tasarısı sunabilecek. Ancak 69. maddede partili cumhurbaşkanlığı yerine görev süresi boyunca hiçbir parti faaliyetine katılmayacağı hükmü yer alıyor.
Cumhurbaşkanı yüksek mahkeme üyelerini, başsavcıyı, merkez bankası başkanını ve yüksek seçim komisyonu üyelerini atama ve görevden alma yetkisine sahip olacak. Bu kapsamda Başkanlık İdaresi kurulacak ve idari sistemin tüm işleyişi buradan koordine edilecek.
Bakalım bu sistem değişikliği ülkedeki istikrarsızlığı, ekonomik daralmayı ve sarsılan toplumsal güveni durdurabilecek mi?
Şimdiden ülkedeki güçler dengesinin değişeceğini ve nepotizm sorunu için yeni alan açılacağını ileri sürmek mümkün.