Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin terörle mücadelesinde yeni bir döneme girilmiş gözüküyor. Zira Gara’da meydana gelen katliam, PKK terörünün dış desteğinin birçok alanda kendisini hissettireceği bir dönemi işaret ediyor. Öyle ki bir yandan Suriye ve Irak’taki kadrolarını bütünleştirme hedefi, bir yandan da Türkiye’nin siyasal/toplumsal fay hatlarına yönelik hamleler birlikte yürütülmeye çalışılacaktır.

        Böylesi hayati bir süreçte iki alanda etki gücünü artırabilen bir Türkiye’ye ihtiyaç vardır.

        Birincisi kavramlar dünyasındaki savaş layıkıyla yönetilmelidir. Bu, iktidarından muhalefetine kadar tüm siyasi yelpazenin benzer bir hassasiyet içerisinde olunmasını gerekli kılar. Ancak gelin görün ki; ülke içerisindeki kutuplaşma derinleştikçe bu hususta başarı şansı azalacaktır.

        İkincisi bugün ABD başta olmak üzere pek çok ülkenin terör tanımı ve beklentisi farklıdır. Uluslararası kuruluşlar nezdinde bile bu farklılaşma ya da çarpıklık dikkat çekmektedir. ABD, PKK’yı terörist görürken YPG’yi öyle değerlendirmemektedir. Dolayısıyla bir ülkenin başka bir ülkenin siyasetine yön verme isteğini terör eliyle gerçekleştirmesi günümüz savaş alanının yeni bir kurgusu haline gelmiştir. Bu kapsamda Türkiye var gücüyle Gara’daki vahşi terör eylemini anlatmaya çalışmalıdır. Onlar anlamak istemese de bu amaçtan vazgeçmek Türkiye’yi mücadelesinde geriye götürecektir.

        Özellikle barış ve güvenlik kavramları üzerine kurulmuş olan NATO, anlaşmaya taraf olan ülkeler arasında geniş kapsamlı bir işbirliği öngörmektedir. 1949 yılında kurulduğunda daha çok Sovyetler Birliği’ne karşı stratejilerin işlerlik kazandığı NATO, Türkiye açısından da ciddi bir dönem temel güvenlik çerçevesini oluşturdu. Bu stratejilerde dönemsel değişiklikler yaşansa da ABD’nin çıkarları örgütün yöneliminde nihai belirleyici konumundaydı. SSCB’nin dağılmasıyla birlikte savunma ve güvenlik alanı daha çok konuşulsa da ABD’nin etkisi ve çıkarları öncelikli olmayı sürdürmüştür.

        İşte NATO’nun uluslararası terörizmle (en azından kavramsal olarak) daha fazla yüzleştiği dönem de SSCB’nin dağılmasıyla başlayan ve 11 Eylül saldırılarına uzanan dönemdir. Süreç içerisinde çeşitli yol haritaları (stratejik konsept) açıklayan NATO 24 Nisan 1999 tarihli Stratejik Konseptinde taraf ülkeler açısından güvenlik risklerini “Terörizm, etnik çatışmalar, insan hakları ihlalleri, siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik kırılganlıklar, nükleer, kimyasal, biyolojik silahlar dahil kitle imha silahları” şeklinde sıralamıştır. Böylece ittifak, 1999 Stratejik Konseptinde "terör eylemlerini" "diğer riskler" listesinin en başına taşımış oldu.

        2001 yılına gelindiğinde ise ABD’ye yönelik terör saldırısıyla birlikte NATO’nun ilk defa terör gerekçesiyle söz konusu anlaşmanın 5.maddesini işlettiği görülmektedir. Her ne kadar her terör saldırısı için aynı eğilimin sergileneceği anlamına gelmiyor olsa da 11 Eylül terör saldırısından 24 saatten daha kısa bir süre sonra, ABD’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ndeki müttefikleri, ittifakın 5. Maddesini harekete geçirmek için bir araya geldiler. Bu artık “bir ülkeye saldırı" değil "herkese saldırı" anlamı taşıyordu.

        Bu bakımdan NATO’nun yeni strateji konseptini belirlemeye hazırlandığı bir dönemde Türkiye yukarıda sıraladığım adımları en hızlı biçimde atmalıdır.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar