Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin bugün yaşadığı problemlerin önemli bir boyutu hızla derinleşen siyasal kutuplaşmadır. Öyle ki herkes için taşınması zor bir yük haline gelmiştir. Partiler ve siyasal bloklar arasındaki çizgileri kalınlaştıran, toplumu bıçak gibi ikiye bölen bu süreç, rekabet sosuna batırılan tehlikeli bir kaos görüntüsü vermektedir.

        Elbette her siyasal sistemde rekabet olur. Hatta kimi dönemlerde bu rekabet sert bir eğilim de sergileyebilir. Fakat bir ülke için sorun olan, kutuplaşmanın yapısallaşması ve bireylerce kanıksanmasıdır.

        İşte bugün Türkiye böyle bir çıkmaz ve sarmaldadır.

        Bakın bir ülkedeki siyasi kutuplaşmanın iki sağlam belirleyicisi var: Güvenin düşmesi ve gelir adaletsizliği hızla artması…66 ülkeden topladığı verilerle bu sonuca ulaşan Daryna Grechyna, bir ülkedeki toplumun güven seviyesi düştükçe ve gelir adaletsizliği arttıkça daha yüksek siyasi kutuplaşmaya uğradığını tespit etmiş. Bu önemli bir araştırma. Zira bizim gibi siyasal kutuplaşmanın adeta bir rekabet aracı haline geldiği ülkelerde nasıl bir tehlikenin baş gösterdiğini ortaya koyuyor.

        Marine Renzo ise benzer bir araştırmada 20 yıllık bir dönemin verilerini analiz ederek kutuplaşmanın arttığı dönemlerde doğrudan yatırımın, üretimin düştüğü ve istihdam seviyesinin gerilediğini belirlemiş. Halihazırda Türkiye'de en zengin %20'lik kesim, en yoksul %20'lik kesimin 7,8 katı daha fazla gelire sahip. Büyüme ve işsizlik rakamlarını tekrarlamaya gerek yok.

        Öyle anlaşılıyor ki siyasal kutuplaşma ekonominin tüm hayat damarlarını tıkıyor ve vatandaşı da içinden çıkılması zor bir sarmala itiyor. Gallup’un bu yıl yaptığı bir araştırmaya göre seçmenler kendi tercih ettikleri ya da destekledikleri kişinin iktidara gelmesi durumunda ekonomik durumlarını olumlu görme eğilimi taşıyor. Anlayacağınız “cebime parayı sokan da benim kutbumdan olsun!” anlayışı ekonomi-politiğin bir retoriği haline geliyor.

        Yine Thomas Carothers ve Andrew O'Donohue tarafından kaleme alınan “Bölünmüş Demokrasiler” adlı kitapta ilginç bilgiler sunuluyor. Buna göre kutuplaşma için bir ülkede çok derin ayrışmalar olması gerekmiyor. En homojen ülkelerde bile görülebilen bu sorun söz konusu ülkelerde siyasal iktidarın paylaşımı veya iktidar içerisindeki güç mücadelesinin bir neticesi şeklinde ortaya çıkıyor. Nasıl başarılıyor derseniz:

        (1) Diğer siyasal kurumları ötekileştirmek,

        (2) Radikal söylem ve kararları karşıtlıklar için kullanmak,

        (3) Demokratik süreçleri kısıtlayarak sarmalı sürdürmek.

        En önemlisi de bu duruş zamanla muhalefetin de benzer bir tepkisellik içerisine girmesine ve sosyal medyada kutuplaşmanın daha da derinleşmesine neden oluyor. Böylelikle sarmalın dışına çıkabilecek bir siyasi aktör kalmıyor.

        O halde diyorum ki; kim bu ülkede kutuplaşma değirmenine su taşıyorsa, toplumu ve hayat damarlarını tıkıyor ve dolayısıyla ülkesine iyilik yapmıyor.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar