Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Türkiye ciddi bir süredir toplumu kutuplaştıran, ötekileştiren ve hatta bir korku iklimi inşa etmeye yönelik çabalara sahne oluyor. Kimisi sorumsuzca ve idrak yoksunu, kimisi de bilinçli ve sorumluluğunu alması gereken türden!

Bunları birebir tekrarlamak, aşağıda bahsedeceğim tehlikeye katkı sağladığı için lüzum görmüyorum. Daha çok sosyal medyada derinleşen ve yoğunluğu konjonktüre göre değişen bu süreç, ülkenin yaşamsal dokularını tehdit ediyor. Sanırım en tehlikelisi de böyle bir sürecin kanıksanması…

Taraf olmanın bir zorunluluk haline geldiği ve bırakın popülist birkaç söz etmeyi (!) hakaret ve saldırının anlama ve anlamlandırmada beğeni toplamasından bahsediyorum.

Pek muhtemeldir ki şu an çoğumuz farklı olay ve paylaşımları bir anda gözümüzün önüne getiriyoruz… Aksi zaten şaşırtıcı olur. Zira her gün bu girdabın içerisinde daha fazla kalıyoruz.

Bu girdabın en çok etkilediği alanlar ise sosyal sermayemiz ve toplumsal güven unsurumuz. Aslında her ikisi de birbirini besleyen damarlar gibidir. Biri tıkanınca diğeri de nefes alamaz hale gelir.

Ya da bir an için yaşadığımız toplumu bir organizma kabul edin. Burada meydana gelebilecek bir zedelenme dayanışmayı, birlikte yaşam iradesini ve toplumsal düzen ortamını ciddi tehlikeye atacaktır.

Ve tabi ki sinsice yüksel korku!

Korkunun bir toplumda fazlaca işlenmesi zamanla onu bir beklenti haline getirmektedir. Bunun bir deneyim olarak yaygınlaşması ise korku kavramını siyasetin odağına yerleştirmektedir. Uzlaşma ve akılcı çoğulculuk yerine artan gerginlikler ve korkular, insanın rasyonel düşünmesini engellemekte ve günlük yaşamında tutarlı, olabildiğince uzak vadeli hareket edebilen insan modelini kendi hayatını kontrol etmekte zorlanan etkisiz ve güçsüz bir birey haline getirmektedir.

İşte siyaset dünyasının en çok cazibesine kapıldığı nokta burasıdır. Kontrolün bireyden çıkıp, ideolojilerin, sembollerin ve bunun üzerine kurulmuş keskin kutupların kaptanlığına devredilmesidir. Çünkü siyaset bir iktidar mücadelesidir ve bu yönüyle halkı yönlendirebilmeye yönelik bir meşruiyet arayışıdır. Gelin görün ki: siyasetçiler yüzyıllardır karar ve uygulamalarını halkın beğenisine dönüştürmek için araçlar aramakta ve buldukları zaman amansızca kullanabilmektedir. Ve fakat bir toplum için en kötüsü böyle bir iklimin adeta bir sarmala dönüşüyor olmasıdır.

Bakın burada en büyük darbe kriz dönemlerinde ihtiyaç duyulan umudun kararması şeklinde belirir. Umut ve korkunun aynı iklimde yeşermesi kasırgayı andıran acı bir reçeteyle kendisini gösterir.

Gerçekten bunu bu ülkeye yapmaya hakkımız yok! Toplum ve siyaset çemberi her geçen gün birbirinden uzaklaşırken, bu uğurda kazananın, aslında kazanmış sayılmadığını er ya da geç anlaması gerekir.

Francis Fukuyama “Güven” adlı çalışmasında “Ahlaki sistemler ahlaki topluluklar yaratır çünkü bu sistemlerin paylaştıkları iyi ve kötünün dili, topluluk üyelerine ortak bir yaşam sağlar” demektedir. Fukuyama’ya göre ekonomistlerin öne sürdüğü gibi bencil çıkarlarını kovalayan insan ile aynı zamanda ahlaki tarafı olan insan iç içe yaşar. Bunun denge ve ölçüsünü sağlayan ahlaki kurallar ise büyük ölçüde yineleme ve birbirini örnek alma şeklinde beslenir.

Yani siyasetçiler örnek olacak ve bizi biz yapan ahlaki kuralları/değerleri yineleyecek. Böylelikle “ahlaki insan”, “ahlaki siyaset” ve “ahlaki toplum” yaşadığı tahribatı onarabilecek.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar