Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Küresel salgının olası neticelerini farklı alanlarda irdelemeye devam ediyoruz. Zira devletlerin, milletlerin çetin bir imtihandan geçtiği ve belki de dünya için yeni bir kırılma noktasıyla karşı karşıyayız.

        Bir süredir çeşitli uzmanlar, “Kapitalizmin sonu mu?”, “Ulus devletler yükseliyor mu?” şeklinde değerlendirmelerde bulunuyor. Doğrusu bu iddialı yaklaşımları şu an için mutlak bir zeminde ortaya koymak mümkün değil.

        Ancak dünyada daha önce başlayan bazı süreçleri hızlandırdığını düşündüğüm bu kırılmanın birbiriyle ilişkili iki boyutu çok önemli hale gelecektir.

        Birincisi küresel sermaye ve kolları nasıl konumlanacak?

        İkincisi ulus devletler nasıl bir muhtevaya sahip olacak?

        Bu süreç her iki boyut açısından da hem bir baskı hem de yeni fırsatların habercisi olabilir. Görüldü ki çok uluslu yapılar, ulusüstü sistemler bu tehdit karşısında beklenen başarıyı elde edemezken onların göreli bir üstünlük içerisinde yaklaştıkları kimi ulus devletler daha etkili sonuçlar ortaya çıkardı. Batı Avrupa ve ABD’nin zorlukları iyi okunmalı…

        Bir bakıma ulus devlet modelini güçlü biçiminde temellendirmiş ülkeler salgına karşı mücadelede daha hızlı ve esnek bir yaklaşımı hayata geçirme fırsatı elde ettiler. Türkiye bu aşamada Cumhuriyet’in kazanımları, kültürel dokusu ve son dönemde pekiştirilen sağlık sistemi ile dikkatleri toplamaya başladı.

        Ancak ne olursa olsun küreselleşme madalyonunun bir çırpıda değişebileceğini iddia etmek mümkün değil. Öyle ki bir yüzünde alabildiğince zenginlik ve refah artışı varken, diğer yüzündeki çoğunluk için sürekli artan işsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk yer alır. Bu kavramın dünyaya sunduğu acı gerçekliğin adı Küresel emperyalizmdir. Özetle şudur: Dünyada üretim-tüketim dengesini yöneten az sayıda çokuluslu şirket ve bunların yön verdiği devletler ile bizzat sömürdüğü ülkeler vardır. Bu şirketlerin genişleyen yetki alanları sömürülen ülkelerdeki yönetimlerin yetki alanlarını doğrudan ya da dolaylı olarak daraltır. Hatırlamak gerekirse dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yaklaşık %50’sine eşittir.

        MİLLETLERİN GELECEĞİ…

        Yakın geçmişin bu izleri, ulus devletleri aşındırsa da tamamen ortadan kaldırmamış ve fakat hiper ölçekte diyebileceğimiz ulus devletlerin diğerlerine göre ayakta kalabildiği acımasız bir rekabeti ortaya çıkarmıştır.

        Şimdi dünyada irdelenen hususlardan biri bu rekabette nasıl bir değişim olabileceğidir?

        Bakınız bu noktada Durmuş Hocaoğlu, ulus devletlerin geleceğinden söz ederken esas olanın milletlerin geleceği olduğunun altını çizer. Milletler tarihi iniş ve çıkışlarla, onların yönettiği veya kurguladığı sistemlerin çetin imtihanları ile doludur. Her yeni kırılma kimi milletlerin yükselişi kimileri için de yeni ya da yeniden bir çöküşün işareti olabilir.

        O halde kanaatimce bu krizden fayda üreterek çıkabilmenin yolu milli devlet modelinin pekiştirilerek esasen ulus devletin güçlendirilmesidir. Bu devletin taşıyıcı kolonları ise milli üretimin maksimize edilmesi, herkesin insan onuruna yaraşır bir hayat sürebilmesi ve gelir/fırsat adaletinin sağlanmasıdır.

        Örneğin Türkiye’nin tarım potansiyeli hayli yüksek. Ancak bunu yeterince değerlendirdiği kuşkulu. Hem nicelik hem de nitelik açısından. Türkiye’de toplam istihdam içerisinde tarımın oranına bakıldığında her yıl yaşanan gerileme dikkat çeker. 2011’de %23 olan bu oran bugün %16’lara kadar gerilemiştir. Aynı şekilde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki oranı da 2011’de %8,2 iken 2018’de %5,8’e gerilediği görülmektedir.

        Öz cümle ne küresel kapitalizm bitecek ne de ulus devletler ortadan kalkacaktır. Şimdilik her ikisi de etki alanlarını, yöntemlerini ve konumlanmalarını değiştirmek zorunda kalacak demek daha makul olacaktır.

        KISA NOTLAR:

        - Türk Dünyası Akademiler Birliği zirvesinde önemli kararlar çıktı. En dikkat çekici olanı da ortak bir virüs merkezi kurulması teklifiydi. Sonuç bildirisine giren bu teklif üye ülkelerin devlet başkanlarının onayına sunulacak.

        - Tomris filminin ilk görüntülerini sosyal medya hesaplarımda aylar önce paylaşmıştım. Ardından çok sayıda paylaşım ve milyonlarca izleme aldı. Filmi bir yapım şirketi 10 Nisan’da Türk sinemalarında göstermek üzere getirecekti ama pandemiye yakalandı. O süreç devam ediyor. Şimdilerde bir TV kanalı da filmin peşindeymiş.

        - Gün geçmiyor ki sosyal medyada kutuplaşma ateşine benzin dökülmesin. En kötüsü de toplumun değer yargılarıyla ve kimlikleriyle alakalı ayrılıkların derinleştirilmesidir. Herkesin buna çok dikkat etmesi gereklidir. Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Karşıtlıklarımız değil…

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar