Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        West Hollywood’da gitmekten hiç hoşlanmadığım The Abbey diye bir var, gerçi bardan çok Erdek’te falan olabilecek bir aile çay bahçesine benziyor. Ama yolum bir şekilde düşüyor, illaki uğruyorum. Bundan birkaç sene önce bir arkadaşımla The Abbey’den harika bir televizyon dizisi çıkartabileceğimizi konuşmuştuk. Central Perk’ten Monk’s’a hemen her sitcom’da kahramanların müdavimi olduğu ve her bölümde buluştukları bir mekan vardır ya, bizim hayali dizimizde de dört ana karakter The Abbey’de buluşacaktı. Çünkü yazmak istediğimiz dizideki karakterlerin demodeliğine burası tam oturacaktı.

        Dizimizin adı “Older Men” olsun istedik. Özelikle “old” değil, “older.” Biraz daha yaşlı adamlar manasında, kastettiğimiz de 40-50 yaş grubu eşcinsel erkekler. Bu yaş grubu bugüne kadar dokunulmamış ama epey malzeme barındıran bir demografik. 50 yaşın gay’ler için ölüm fermanı olduğundan başlayabiliriz. Tabii bu demografikle dalga geçmek de tam bir gay klişesi ve belli ki tek düşünen de biz değilmişiz. Netflix’teki “Uncoupled” adeta bizim fikrimizi çalmış, diyeceğim. Ama biz de fikri “Sex and the City”den çalmıştık zaten.

        TANIDIK TİPLER

        Bizim dizinin dört ana karakterinin prototipi hazırdı: Saf, kurnaz, sürtük ve gergin. “Golden Girls” ve “Sex and the City”de aslında eşcinsel erkek olan ama kadınların oynadığı karakterleri West Hollywood’da bir barda takılan yaşı biraz geçmiş dört erkeğe uyarlayacaktık. Biraz karışık mı oldu?

        Biraz açmaya çalışayım.

        Amerika’nın en ünlü yapımcılarından Darren Star eşcinsel bir erkek ama bugüne kadar gay temalı bir dizi yapmadı; 90’ların başından itibaren girdiği televizyonda iklim buna uygun değildi zaten.

        “Sex and the City”i uyarlayan Star da gay kültürünü, esprileri kadın oyunculara oynattı. Çoğunluk bu diziyi dört kadının hikayesi olarak izledi, ama 1998’de ilk bölüm yayınlandığından beri gay izleyici gerçeğin farkındaydı. Dizinin ilk üç sezonunda yazar odasında kadın bile yoktu. Dizinin kadınlar kadar gay erkekler arasında da çok fazla hayranının olmasının bir nedeni bu. O gördüklerimiz stereotip gaylerdi aslında.

        Star ilk kez bir kuşağa damga vuran “Melrose Place”te açık eşcinsel bir karakter kullandı ama bugüne kadar tamamı eşcinsel erkekler üzerine bir dizi yapmadı. “Uncoupled” kendisi açıdan bir ilk; elindeki “Sex and the City” formülünü aynen kullanmış.

        Ama televizyonun ilk gay dizisi değil; “Queer As Folk”tan “Looking”e epey iddialı örnekler var. Bu dizilerin odak noktası ise genç eşcinsel erkeklerdi. Ana karakterlerin hepsi birbirinden güzel ve gençti. Sanki eşcinseller hiç yaşlanmaz gibi bir ezberleri vardı adeta. Bugüne kadar televizyon ya da sinemada belli bir yaşın üzerindeki eşcinsel karakterler hep komedi unsuru olarak kullanıldı, çünkü eşcinseller de kendi aralarında biraz yaşlanana böyle davrandı.

        “Uncoupled” tam da bir çiftin yarısının 50. yaş doğum gününde ayrılmasıyla başlıyor. 17 senedir başka hiç kimseyle birlikte olmamış terk edilen sevgili rolündeki Neil Patrick Harris de böylece yeniden piyasaya çıkmak zorunda kalıyor.

        Daha fazlasını anlatmak isterdim ama sekiz bölümü izleyip bitirmeme rağmen aklımda pek ayrıntı kalmadı. Harris’in oynadığı karakter emlakçı, zengin bir kadının evini satmaya çalışıyor, kimi uygulamalardan sevgili buluyor, birkaç kişiye birlikte oluyor… O kadarını takip ettim. Sonra çok sıkıldım ve “Uncoupled” fonda akarken bulaşık yıkamak ya da evi toplamak daha ilginç geldi. Eğlendim mi, hoşuma gitti mi onu bile söylemem. İzlemiş olmak için izledim daha çok.

        50 YAŞ DERTLERİ

        Hayat da bir aşamadan sonra tekdüze ilerliyor, monotonlaşıyor, rengini, çekiciliğini kaybediyor. Dışarıdan çok şaşalı gözüken güzel eşcinsel erkeklerin hayatı bile. LGBT+ hareketinin mücadelesi sayesinde eşcinsellik yeraltından çıktıkça ana akıma dair dertlerle de boğuşmak zorunda kalıyor. Daha eşcinsel evliliği dünyada yeni bir kavram, ama şimdiden eşcinsel boşanması konuşuluyor mesela. “Uncoupled”da da ayrılan çiftin arasında ortak satın aldıkları evi nasıl paylaşacaklarına dair bir gerilim var.

        Öncü dizilerden “Queer As Folk” eşcinselliği bitmek bilmeyen bir parti olarak göstermişti. Herkes genç, güzel, iyi giyimli, zengin, zinde, başarılıydı. Ve hiç durmadan sevişiyorlardı. Yaygın eşcinsel inanışına göre heteroseksüellik sıkıcı, bu taraf daha çekiciydi. Bu elbette bir gay fantezisi, pek çoğumuzun inanmak istediği bir masaldı. “Uncoupled” tam tersi; 50’li yaşlarında ayrılan heteroseksüel bir çift nasıl yaşarsa eşcinsel muadillerinin de hayata dair dertlerinin farklı olmadığını gösteriyor.

        Acaba dizi kasten mi sıkıcı olmayı seçti; eşcinselleri inandıkları masaldan uyandırıp partinin bir gün biteceğini hatırlatarak. Hayatın akışı pek çoğumuz için belli bir noktadan sonra ilginçliğini kaybediyor ne de olsa. Ama bu kadar okuma yapmak bile “Uncoupled” için fazla. İzlenip unutulacak sonuçta. Sadece Türkiye özelinde topluma bir faydası olabilir belki. Netflix’e özendiriyor diye savaş açalar bu diziyi izlesin, izletsin. Özenen varsa sekiz bölümü bitirdikten sonra vazgeçer.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar