Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Planlamacılarının, gezginlerin ve kent romantiklerinin en büyük ideali kendi yaşadıkları şehirde de bir Central Park olmasıdır. Etrafındaki gökdelenlerin arasında bisiklete bindiği, piknik yaptığı, kuşları izlediği, göl kenarında koştuğu, kışın buz pateni kaydığı, yazın sandallarla gezdiği Central Park kusursuz bir şehircilik planlamasının ürünü gibi durur New York’un ortasında. Dışarıdan gelenler mutlaka bu parkta vakit geçirmek ister, içinde yaşayanlar karış karış gezmiş olsalar bile tekrar tekrar gitmekten sıkılmaz. Şimdi Atatürk Havalimanı yerine yapılması beklenen ve 29 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk fideyi dikeceği Millet Bahçesi de bizim kendimize özgü Central Park’ımız olmaya aday gibi gözüküyor.

        Bizim kendimize özgü derken Türk işi demek istiyorum, çünkü Millet Bahçesi ne tam olarak “central” ne de “park.” Kamuoyuyla paylaşılan planlarından görüldüğü kadarıyla ağaçlar dikilerek, alanlar düzleştirilerek, birkaç saha yapılarak park yaratılmaya çalışılmış. Şimdiki haliyle bunun etrafına dikilecek pahalı konutlara hizmet edecek bir site tesislerinden bir farkı olmayacağını iddia etmek zor. Nitekim olası Millet Bahçesi’ne itirazların arasında Atatürk Havalimanı’nın işe yarar pistlerinin yok edilmesi kadar uçuşların bitmesiyle yapılaşmanın çoğalma ihtimali de var. Bütün gelişim politikalarını uzunca bir dönem konut sektörü üzerine kuran bir iktidara eleştirilerin gelmesi şaşırtıcı değil. Yapılaşma sicili geleceğin de habercisi sonuçta. Mevcut itirazları bir yana bıraksak, burasını bir havalimanı değil de bakir bir alan olduğunu düşünüp, hiç yapılaşma olmayacağını varsaysak bile yapılan Millet Bahçesi’nin işlevselliği ve verimliliği tartışmaya açık. En başta da estetik anlayışı.

        REKLAM

        MİMARİNİN SIRRI

        Central Park hemen hemen bütün şehir planlamacılarının ideali ama mimarı Frederick Law Olmsted’in tam olarak ne yaptığını, bu parkın nasıl bu kadar çekici kıldığını fikri ithal etmek isteyenler tam olarak anlayamıyor. Olmsted’in New York’ta iki büyük eseri var. Biri Central Park, diğeri de Brooklyn’de ve özellikle bu mevsimde sık sık bisiklete binmek için gittiğim Prospect Park. Parkın varlığını elbette biliyordum, birkaç kere de gitmiştim ama açıkçası hayati önemini pandemi sırasında keşfettim. Pek çok açıdan Central Park’a tercih edebileceğimi bile söyleyebilirim.

        Bütün Olmsted eserleri gibi Prospect Park da Central Park da dümdüz bir yeşil alandan ibaret değil. Tarlayla parkı ayıran da birkaç bank ya da yürüyüş yolu değil, parkın kendi içinde dolu dolu bir dünya vaat etmesi.

        Central Park’ın mimarı Olmsted moloz yığınlarından tepeler, dağlık alanlar ve onların etrafından dolaşan patikalar inşa etti.
        Central Park’ın mimarı Olmsted moloz yığınlarından tepeler, dağlık alanlar ve onların etrafından dolaşan patikalar inşa etti.

        Olmsted park yapılması için istimlak edilen arazilerdeki binaların moloz yığınlarından tepeler oluşturuyor, bu tepelerin etrafına inişli-çıkışlı dolambaçlı yollar kuruyor. Ne Central Park ne de Prospect Park düz alandan ibaret. Aksine ikisi de sürprizli patikalar barındırıyor. Hiçbir yere varmayan yollar, doğanın kendi yapısına uyumlu yokuşlar, bayırlar ve kendi içinde değişen bitki örtüsü. İki parkta da dümdüz piknik alanları var, ama tamamı bundan ibaret değil. Aksine sonradan yapılan bu alanlar da doğanın kendi içindeki gibi engebeli, katmanlı.

        Millet Bahçesi’nin kamuoyuyla paylaşılan projesinden Olmsted’vari bir mimari değil, etrafına ağaçlar dikilmiş bir tarla projesi ortaya çıkıyor. İnsanı kendi içine çekecek davetkar bir dünya değil, parkı kullanacakların alışkanları hiç düşünülmeden, parkın bir sosyolojisi olması gerektiği göz önünde bulundurulmadan alelacele karar verilmiş tepeden inme bir proje bu.

        REKLAM

        Bu parkı kullanacak insanlar dümdüz bir tarla ve bankta boş boş oturmak mı istiyor, yoksa konserlerle, pikniklerle, hatta sadece hayvanların barınacağı yerler, göller ve de aşıkların kaçamaklarıyla şehir hayatına bir alternatif mi arıyor? Büyük şehirde park sadece bir banktan ve orada boş boş çekirdek çıtlatandan bir de uyduruk çocuk oyun alanından ibaret olmamalı. Ne yazık ki Türkiye’deki bütün parklardaki tek formül bu, aynen Millet Bahçesi’nde de uygulanıyor. Müşteri de buna alışık olduğu için daha fazlasını bilmiyor. Türk şehirciliğiyse daha devrimci ya da yenilikçi bir fikre açık değil.

        ZÜMRÜT KOLYE PARKLARI

        Kamu kaynaklarının şehrin nispeten dışında, erişimin zor olduğu bir alana aktarılması, bu dev Millet Bahçesi’ne pek çok İstanbullunun yolunun düşmeyecek olması da ayrı bir tartışma konusu olmalı. Havalimanının Yeşilköy gibi bir banliyöde inşa edilmesinin bir anlamı vardı; havalimanları yarattıkları gürültü ve talep ettikleri dev arazi yüzünden şehir dışında olmak zorundadır. Nitekim havalimanına da her gün işimiz düşmez, hatta yolculuk etmeyen çoğunluk uğramaz bile.

        Oysa adı üstünde Millet Bahçesi’nin millete açık bir bahçe olması, herkesi kapsaması, davet etmesi gerekir. Sarıyer’de vergi veren vatandaş kendi katkılarıyla Yeşilköy’e yapılacak bir parktan ne kadar faydalanabilir? İşi gücü olmasa, hali vakti yerinde olsa, özel aracıyla gitse bile gidip gelene kadar Millet Bahçesi’nde piknik yapmadan bir günü trafikte geçer İstanbullunun. Bu gerçek Millet Bahçesi’nin amacının etrafındaki yapılaşmanın önün açmak, bir site bahçesi olarak kullanılacak olmasına dair itirazları kuvvetlendiriyor.

        Central Park da herkesin erişimine uygun değil ve iki yanındaki 5. Cadde ve Central Park West’teki daireler New York’un en pahalı apartmanları. Olmsted’in 200. doğum günü yaklaşırken şehir planlamacıları da kamu kaynaklarının şehrin tam ortasındaki tek bir dev parka yatırılması fikrini tartışmaya açıyor artık. New Yorker’da Alexandra Lange’in “The Future of Public Parks” yazısı da Central Park fikrinin bir başka yüzyıla ait olduğunu vurguluyor.

        Prospect Park’ın yeşil piknik alanları bile doğan olduğu gibi engebeli ve katmanlı.
        Prospect Park’ın yeşil piknik alanları bile doğan olduğu gibi engebeli ve katmanlı.

        Central Park hakikaten de New York’un incisi ama erişim olarak demokratik bir alan mı, tartışılır. Park’tan en fazla parkın etrafındakiler faydalanıyor, Park’ın etrafında oturanların evleri her sene Boğaz kenarındaki daireler gibi değerleniyor. Benim gibi parka uzak oturan insanların yolu da turist gezdirmek ya da yakınlarda bir başka işi—doktor randevusu, müze gezmesi vs.—varsa parktan geçmekle sınırlı. Evime daha yakın Prospect Park’a gitmek için de günümü ona göre ayarlamam gerekiyor; park gündelik hayat ritmimin bir parçası değil, aksine özel bir durak. Oysa içinden ya da geçilerek hayatı tamamlayıcı da olabilirdi; sayıları daha fazla ve daha sıklıkla olsaydı bu parkların.

        Boston’daki “Zümrüt Kolye” parkları birbirinden farklı yeşil alanların şehrin etrafında birleşmesinden oluşuyor.
        Boston’daki “Zümrüt Kolye” parkları birbirinden farklı yeşil alanların şehrin etrafında birleşmesinden oluşuyor.

        Olmsted’in Boston’da Zümrüt Kolye olarak bilinen projesi halka açık parkların da geleceği için ideal model aslında. 12 parktan oluşan bu parklar kolyedeki zümrüt taşlar gibi hem birbirinden bağımsız hem de zincirle birbirine bağlanmış gibi. Böylece şehirde tek bir büyük park yok, aksine farklı farklı dünyalar içeren ve daha fazla insanın erişiminin kolay olduğu 12 ayrı park var. Bu çok daha adil, kapsayıcı ve eşitlikçi bir çözüm. Millet Bahçesi’ne ayrılacak kaynaklar Gezi başta olmak üzere şehrin farklı parkların iyileştirilmesi, bir süre sonra birbirine bağlanması ve o parkları kullanacak insanların beklentileriyle şekillendirilmesine ayrılabilir. Ama bütün bu tartışmaların İstanbul’a Central Park kadar uzak olduğunun da farkındayım.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar